Küçük Aletler Bizi Nasıl İnsan Yaptı?

Yapılan araştırmaya göre, bizleri diğer primatlardan ayıran şey alet yapımı değil, aletlerin minyatürleştirilmesi.

İkonik damla şeklindeki el baltası, küçük yongalar için bir araç setinin aksine, üretmek için büyük bir araç setine (solda) ihtiyaç duyuyordu. C: Emory University

Antropologlar çok uzun bir süredir alet yapımının insan atalarımızı diğer primatlardan ayıran temel davranışlardan biri olduğunu söylüyordu. Ancak, yeni yayımlanan bir araştırmaya göre bizleri ayıran alet yapımı değil, aletlerin minyatürleştirilmesi.

Ufacık transistörlerin telekomünikasyonda koca bir devrim yaratması, günümüz bilim insanlarınınsa bunları daha da küçültmeye çalışması gibi, Taş Devri atalarımız da küçük aletler yapma güdüsü duymuştu. Emory Üniversitesi’nden antropolog ve araştırma başyazarı Justin Pargeter bunun “kalıtsal olarak karşımıza çıkan ve bizi yönlendiren bir ihtiyaç” olduğunu söylüyor. Bu ihtiyaç bizi minyatürleştirmeye itiyor.

Tarihöncesinde aletlerin minyatürleştirilmesine dair ilk kapsamlı inceleme niteliğindeki bu araştırma Evrimsel Antropoloji dergisinde yayımlandı. Araştırmada minyatürleştirmenin en az 2.6 milyon yıl geriye dayanan hominin teknolojilerinde merkezi bir eğilim olduğu öne sürülüyor.

(Taş Alet Üreticileri Kuzey Afrika ve Arabistan’a Oldukça Erken Ulaşmış)

Stony Brook Üniversitesi’nden Profesör antropolog ve araştırma eş yazarı John Shea “Diğer maymunlar, taş alet kullanırken, bunları büyük tutmayı seçmiş ve evrimleştikleri ormanlarda kalmıştı. Homininlerse aletlerini küçük tutmayı tercih etmiş, çevreye yayılmış ve elverişsiz habitatları değişen ihtiyaçlarımıza uygun hale getirmişti” diyor.

Araştırma uzunluğu 3 santimetreden az taş parçalarının tüm kıtalardaki arkeolojik kayıtlarda nasıl karşımıza çıktığını ele alıyor. Pergeter bu küçük taş parçalarının günümüzün kullan at bıçaklarına veya kağıt ataçlarına benzediğini, diğer bir deyişle yaygın, yapımı ve değiştirilmesi kolay olduğunu söylüyor.

Pargeter araştırmada hominin evrimindeki minyatürleştirme için üç dönüm noktası olduğundan bahsediyor. Minyatürleştirmedeki ilk yükseliş, yaklaşık 2 milyon yıl önce, atalarımızın kesme, dilimleme, delme gibi işler için tırnak ve dişleri yerine taş aletler kullanmaya duyduğu artan bağımlılıkla başlamıştı. İkinci yükseliş, hafif ağırlıkta taş eklemeler gerektiren ok ve yay gibi yüksek hızlı silahların gelişimiyle, 100.000 yıl önce gerçekleşmişti. Üçüncü yükseliş ise yaklaşık 17.000 yıl önce meydana geldi. Bazı insanları hızla değişen iklime, yükselen deniz seviyelerine ve artan nüfus yoğunluğuna adapte olmaya zorlayan son Buzul Çağı ise minyatürleştirme sürecinin sonuydu. Söz konusu değişiklikler alet yapmak için gerekli kayaç ve mineraller de dâhil sahip olunan kaynakların muhafaza edilmesi ihtiyacını artırmıştı.

Kendisi de bir Güney Afrika yerlisi olan Pargeter, ülkenin Hint Okyanusu’na bakan engebeli ve ücra kıyaları ve iç kısımlara doğru uzanan dağları boyunca gerçekleştirilen saha çalışmalarına da katıldı. Pargeter’in de bir üyesi olduğu Emory Üniversitesi Zihin, Beyin ve Kültür Merkezi, ve Antropoloji Bölümü’ne ait Paleolitik Teknoloji Laboratuvarı’ndan araştırmacılar atalarımızın bu becerileri nasıl edindiklerini ve bu sürecin evrimimizi nasıl şekillendirdiğini daha iyi kavrayabilmek için taş aletler yapmayı denedi.

(3.3 Milyon Yaşındaki Dünyanın En Eski Taş Aletleri Kenya’da)

Laboratuvar yöneticisi Dietrich Stout, çalışmayı 500.000’ü aşkın yıl geriye tarihlenen el baltaları üzerine yoğunlaştırdı. Diğerlerine kıyasla daha büyük boyuttaki bu aletler, yapımı için gereken karmaşıklık sebebiyle insanların biyolojik ve bilişsel evriminde bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. 

Pargeter’in küçük aletler üzerine çalışması insan evriminin incelenmesine bir başka boyut daha ekliyor. Stout, Pargeter’in  “Böylesi küçük aletler üretme dürtüsüne neyin yol açmış olabileceğini, özellikle de aletlerle insan vücudu, beyni ve aletlerin muhtemel kullanımları arasındaki ilişkiyi” incelediğini söylüyor.

Patgeter doktora tezi için konu ararken öncelikle Taş Devri alet çantasına özgü olduğu düşünülen, daha büyük boyutlu aletler üzerine yoğunlaşmış. Çalışma kapsamında, Güney Afrika’da yer alan Boomplaas adlı alandan alınmış, şu anda Cape Town’daki Iziko Müzesi’nin deposunda muhafaza edilen eserleri detaylıca incelemiş. Üzerine “çöp” yazılmış, içi büyük boyutlu aletler yaparken oluşan artıklar olduğu düşünülen küçük parçalarla dolu bir torbayı karıştırırken gözüne bir şey takılan Pargeter bunun “baskı ile yongalama”  denilen oldukça teknik bir yöntem kullanılarak yapılmış gibi gözüken bir kuvars kristali olduğunu bildiriyor.

Pargeter kristalin, neredeyse bir kuru üzüm boyutunda, madeni paradan daha hafif olduğunu belirterek “Üfleseniz uçacak kadar küçücük” bir şey olduğunu söylüyor.

Büyüteçle incelemesinin ardından, kristal üzerinde, daha önceki araştırmaların avlanma sırasında oluşan bir hasarla ilişkilendirdiği belirgin, merdiven basamağı şeklinde bir kırık fark eden Pargeter, “Birdenbire arkeologların taş alet kaydımızın önemli bir parçasını es geçmiş olabileceği aklıma geldi. ‘Büyük’ keşifler yapmak isterken, küçük ama önemli detayları gözden kaçırmış olabilirdik. Tüm teknoloji, üzerine çöp yazılan o torbanın içinde, yongalama yöntemlerimizde yatıyor olabilirdi” diyor. 

Peki, parmağınızın ucundan üfleseniz uçacak kadar küçük ve hafif bir alet nasıl kullanılmış olabilirdi?

Pargeter, bu soruyu, kristalin yaşını (yaklaşık 17.000 yıl) ve o dönemde bulunduğu çevreyi göz önünde alarak cevaplamaya çalışmış. Söz konusu dönemde son Buzul Çağı son ermekteydi, kutuplardaki buzulları erimesi deniz seviyelerinin küresel çapta yükselmesine sebep olmuştu. Güney Afrika’nın bazı kısımlarında, yükselen okyanuslar İrlanda büyüklüğünde bir alanı yutmuştu. Kıyılardaki bataklık ve otlaklar dolayısıyla av hayvanları ve sucul yaşam yok oldukça, oralarda yaşan avcı-toplayıcılar da günümüzde kıyıdan yaklaşık 80 kilometre içeride yer alan Boomplaas gibi iç alanlara yönelmek durumunda kalmıştı. Boomplaas çevresindeki dağlar avcı-toplayıcılara yıl boyu çağlayan pınarlar ve güvenilir diğer tatlı su kaynakları sağlamıştı.   

Ancak iklim, sıcaklık ve yağış miktarlarında yaşanan geçişlerle değişken durumdaydı. Bitki örtüsü de buna bağlı olarak ciddi ölçüde değişiyordu, sıcaklık yükseliyor, büyük memelilerin sayısı giderek azalıyordu. Boomplaas’ta yapılan arkeolojik çalışmalar, insanların bu dönemde yaban tavşanı ve kaplumbağa gibi küçük av hayvanlarıyla beslendiğini gösteriyor. Yakalanmaları kolay olsa da bu hayvanların avcı-toplayıcılara sağladığı besin miktarı sınırlıydı.

Bu düşük getirili besin kaynaklarının tırmanan gerilimin göstergesi olduğunu belirten Pargeter, “Boomplaas, kaynaklar hızla tükenip iklim değişikliği artmışken kendilerine marjinal çevrelerde hayatta kalma çabasıyla kıyılardan uzaklaşıp iç kısımlara yönelen avcı-toplayıcı gruplar için bir tür sığınma kampı görevi üstlenmiş olabilir” diyor.

3 santimetreden biraz daha az uzunluktaki ok uçları, bölgenin arkeolojik literatüründe hâlihazırda mevcut ancak Boomplaas’taki kuvars kristali bu uçların yarı büyüklüğünde. Pargeter’in öne sürdüğüne göre, bu kristalin hedef alınan av hayvanı alt edebilmesi için, böceklerden veya bitkilerden el edilmiş bir zehre bulanması ayrıca ok ve yay gibi yüksek hızlı bir iletim sisteminin bir parçası olması gerekiyordu.

Pargeter, tarihöncesi alet yapımı ve arkeoloji alanlarındaki derin bilgisini kullanarak, bu küçük kristal parçasının, bitkisel bir reçine kullanılarak, kamış gibi, yine bitkisel bir maddeden yapılmış olması muhtemel bir bağlantı aksının üzerine yerleştirilmiş olabileceğini iddia ediyor.

“Bağlantı aksı hedef alınan hayvanın içine saplanıyordu, dolayısıyla küçük bir kesici feda ediliyor, ancak ok sapı çıkarılabildiğinden, daha masraflı bu unsur geri alınabiliyordu. Çoğumuzun zihninde ‘mağara insanı’ imgesi olsa da tıpkı bir mühendis gibi davranan atalarımız aerodinamikte ustaydı. Teknolojik sistemlerinde çeşitlilik yaratıyor, bu da onların aletlerini kolaylıkla tamir etmelerini ve hataların olumsuz etkisini azaltmalarını sağlıyordu.”

Atalarımız ayrıca alet yapımı için gerekli ince taneli kayaçlar hususunda da uzmandı.

Okyanusların karaları yutması, insanların kalabalıklaşıp birbirlerine yaklaşmasıyla alet yapımı için elzem böylesi malzemelerin kaynakları azalmış, bu da insanları karada bulabildiklerini daha dikkatli muhafaza etmeye itmişti.

Paleoantropologlar üç milyonu aşkın yıllık hominin “eşyaları”yla karşı karşıya geldiğinde, cevap aradıkları daimi sorulardan biri de “biz insanları eşsiz kılan nedir” oluyor. Pargeter, “Sürekli, bizi insan yapanın alet kullanmak olduğunu söylüyoruz, ancak diğer hayvanların da alet kullandığına dair kanıtlar bulundukça olayın bu kadar basit olmadığı anlaşılıyor” diyor.

Örneğin makaklar, midyeleri ayırmak için taş kullanıyor. Şempanzeler kabuklu yemişleri kırmak için taşları çekiç ve örs olarak kullanıyor, termit tepelerinden balık tutar gibi termit avlamak için çubuklardan yararlanıyor. Pargeter bu hususta, “Diğer primatların elleri yüksek güç gerektiren işlerde tekrar eden el becerileri göstermeye uygun olarak evrilmemiş. Bizse minyatürleştirilmiş teknoloji becerimizi artıran eşsiz hassasiyette bir elle kavrama yetisine sahibiz” diyor.

İnsanlar, atalarının yaşadığı topraklarda kalan diğer primatların aksine, yeni çevrelere yayılma konusunda da ustalık gösteriyor. “Küçük aletler hareketli, yayılmacı nüfus için tercih edilen bir teknoloji. Homo sapiens Afrika’dan dışarı çıktığında, ellerinde kocaman baltalar yoktu, ok, yay ve küçük taşlar vardı. ”


Emory Health Sciences. 12 Mart 2019.

Makale: Manuel Will, Christian Tryon, Matthew Shaw, Eleanor M. L. Scerri, Kathryn Ranhorn, Justin Pargeter, Jessica McNeil, Alex Mackay, Alice Leplongeon, Huw S. Groucutt, Katja Douze, Alison S. Brooks. 2019. Comparative analysis of Middle Stone Age artifacts in Africa (CoMSAfrica). Evolutionary Anthropology: Issues, News, and Reviews.

Ege Üniversitesi Mütercim Tercümanlık bölümü mezunu. Arkeoloji ve özellikle sanat tarihini çok seviyor.

You must be logged in to post a comment Login