Konstantinopolis’te 6. Yüzyıl Nika Ayaklanması

6. yüzyıl Bizans’ında halkın en büyük tutkusu olan araba yarışları, sadece eğlence değil, aynı zamanda bir siyaset arenasıydı.

Pompeii’deki bu 1. yüzyıl freskinde at yarışı heyecanı resmedilmiş.

İstanbul’daki Hipodrom, imparatorluk gücünün en görünür sahnelerinden biri haline gelmişti. Ve 532 yılında burada başlayan bir isyan, tarihe Nika Ayaklanması olarak geçti.

Hipodromda Yarışlar

Roma geleneğini sürdüren Bizans İmparatorluğu’nda, özellikle Konstantinopolis’teki Hipodrom yarışları halk için vazgeçilmezdi. Yarışlar büyük kalabalıkları çekiyordu. Yarış günlerinde, insanlar Hipodrom’a saatler öncesinden geliyor, bazen koltuklarını korumak için tribünlerde uyuyorlardı. Roma tarihinin erken dönemlerinde, bir arenada dört araba takımı olması yaygındı, ancak daha sonraki Bizans döneminde, tipik sayı ikiydi – Konstantinopolis’te, Maviler ve Yeşiller.

(İlgili: Hitit Yöneticileri Halkın Vergileriyle Nasıl Zenginleşti?)

Maviler ve Yeşiller adındaki iki takım yalnızca spor kulüpleri değildi; aynı zamanda siyasi ve toplumsal kimliklerin taşıyıcısıydılar. Yarışlar çoğu zaman taraftarlar arasında şiddetli çatışmalara neden oluyordu. İmparatorlar, halkı bu tutkular üzerinden yönlendirmeye çalışıyor, Hipodrom’daki desteklerini siyasi meşruiyetin bir göstergesi olarak görüyorlardı.

Bir sanatçının yeniden canlandırması, at nalı şeklindeki Hipodrom’u gösteriyor. Ortadaki spina, Konstantin Dikilitaşı (ortada) ve Thutmose Dikilitaşı gibi çeşitli eserlerle süslenmiş. C: Byzantium Project

Bizans arabacıları on binlerce hayran tarafından adeta idolleştiriliyordu. Bu kahramanlar, dört at tarafından çekilen quadriga adlı savaş arabalarını sürüyordu. Genellikle son derece tehlikeli hızlarda yarışan her araba, yaklaşık 45 metre genişliğindeki bir pistte tur atardı. Kısa yarışlar yaklaşık 15 dakika sürerdi ve pistin ortasındaki spina etrafında atılan turlarla ölçülürdü.

Hipodrom’un spinası, Antik Mısır’dan getirilen Thutmose dikilitaşıKonstantin Dikilitaşı ve Delphi’den yağmalanmış, birbirine dolanmış üç yılan şeklindeki bronz bir sütunla süslenmişti. En tehlikeli an, spina’nın her iki ucundaki keskin dönüşlerdi—bu manevra sırasında atların yavaşlaması gerekse de dönüşler saatte yaklaşık 32 kilometre hızla yapılırdı. Bu acımasız yarışlar genellikle çarpışmalara ve korkunç yaralanmalara sahne olurdu—ancak aynı zamanda şöhret ve kazanç için fırsatlar da sunardı.

MS 390 yılında I. Theodosius, MÖ 1426’da ölen Firavun III. Thutmose’ye ait dikilitaşı İskenderiye’den getirtti ve Hipodrom’un spinası üzerine yerleştirdi. Theodosius’un kaidesine oyduğu sahneler arasında, bir araba yarışı galibine ödül verdiğini gösteren tasvir de bulunuyor.

İmparatoriçe’nin Kökeni ve Taraftar Kültürü

İmparator Justinianus’un eşi Theodora da bu yarış kültürünün içinden gelmişti. Babası Yeşiller takımının bir çalışanıydı; annesi ise büyük ihtimalle Hipodrom’da görevli bir akrobattı. Babasının ölümünden sonra ailesi Mavilerle bağ kurmuş, Theodora’nın siyasi kaderi de böylece çizilmişti. Bu geçmiş, onun halkı anlamasında ve siyasi stratejilerinde önemli bir rol oynayacaktı.

Kıvılcım: Baskı, Vergi ve İnfazlar

Araba yarışları uzun zaman boyunca iktidar ve şiddetle yakından ilişkiliydi. Konstantin döneminden itibaren imparatorlar, halkın yarışlara duyduğu tutkuyu yönlendirmekle yakından ilgilenmiş ve bunu – her zaman başarılı olmasa da – kendi siyasi çıkarlarına çevirmeye çalışmışlardı. Genellikle bu gösterileri kendi ceplerinden finanse ediyorlardı. İstanbul’daki Hipodrom her zaman siyasi bir boyuta sahipti. İmparator, yarışlara eşi ve ailesiyle birlikte kathisma adı verilen ve saraya doğrudan bağlantılı olan özel locasından başkanlık ediyordu.

532 yılında başkentteki siyasi gerilim yükselmişti. Yüksek vergiler, yolsuzluk iddiaları ve imparatorun sert yönetimi halkta öfke yaratıyordu. Bu dönemde Yeşiller, rakiplerine “Mavi olacağına Pagan ol daha iyi!” diye hakaret ediyordu.

Delphi’den getirilen, birbirine dolanmış üç yılandan oluşan bronz sütun.

Aynı zamanda, Justinianus’un son askeri zaferlerini finanse etmek için halka yüklenen yüksek vergilere karşı şehir genelinde büyüyen bir öfke vardı. Hipodrom’da Maviler ve Yeşiller arasında çatışma patlak verdiğinde, Justinianus kamu düzeninin çöktüğünden endişelendi. Mavilere olan bağlılığını bir kenara bırakıp hem Mavi hem de Yeşil yedi taraftarı yakalatıp asarak gücünü göstermek istedi.

Nika! Nika!

Ancak infaz başarısız oldu; hayatta kalan iki mahkum bir kiliseye sığındı. Bu olay, halkın gözünde bir ilahi mesaj olarak yorumlandı. Birçok kişi, bu iki kişinin Tanrı tarafından kurtarıldığına inandı ve onların arkasında toplandı. Sonunda iki takım bile ortak bir zeminde birleşti. Bir sonraki araba yarışında öfkelerini Justinianus ve Theodora’ya yönelterek “Nika! Nika! — Zafer! Zafer!” diye haykırdılar.

Nika isyanı yayıldıkça günlerce süren yağmalar başladı. Endişelenen Justinianus, vergilerden sorumlu bakanını görevden almayı kabul etti, ancak kalabalık bundan memnun kalmadı. Onlar Justinianus’un tahttan inmesini ve yeni bir imparator taçlandırmayı istiyorlardı.

1200’lü yıllarda Konstantinopolis Hipodromu’ndan yağmalanan bronz at heykeli günümüzde Venedik’teki San Marco Bazilikası’nda tutuluyor.

Kanlı Son

İmparator Justinianus, şehri terk etmeyi düşünürken, İmparatoriçe Theodora tarihi bir konuşmayla onu ikna etti: “İmparatorluk moru, en soylu kefendir.” Bu söz, sadece bir retorik değil, imparatorluk tarihinde bir dönüm noktasıydı. Theodora’nın kararlılığıyla Justinianus, generali Belisarius’u isyanı bastırmakla görevlendirdi.

Ordu, Hipodrom’a girerek isyancıları kılıçtan geçirdi. Kaynaklara göre 30.000’e yakın insan burada öldürüldü. Bu olay, Bizans tarihinde büyük bir kırılma yarattı. Nika Ayaklanması’ndan sonra araba yarışlarının eski siyasi gücü kalmadı, Hipodrom zamanla yalnızca bir eğlence alanına dönüştü. Ve asırlar sonra, o büyük arenanın bulunduğu yerde bugün İstanbul’un huzurlu bir meydanı yer alıyor.


National Geographic. 9 Ekim 2018.

Arkeofili editöryel servisi. İletişim: arkeofili@gmail.com

You must be logged in to post a comment Login