Beyaz mermerin güzellikle eşleştirilmesi evrenin doğasında var olan bir gerçeklik değil, aksine beyaz ırkın üstünlüğüne dair fikirleri etkilemeye devam eden tehlikeli bir yapı.
Modern teknoloji, popüler olmasa bile doğruluğu şüphe götürmez bir gerçekliği gün yüzüne çıkardı:antik Batı dünyasında yaratılmış heykel, rölyef ve lahitlerin birçoğu aslında beyaz değil, renkliydi. Mermer Greko-Romen zanaatkârlar için değerli bir materyaldi, ancak heykel için bitmiş bir ürün değil daha ziyade renklendirilecek bir tuval olarak görülüyordu. Özenle seçiliyor daha sonra ise altın, kırmızı, siyah, beyaz, kahverengi ve diğer çeşitli renklere boyanıyordu.
Geçtiğimiz yıllarda Avrupa ve ABD boyunca düzenlenen çok sayıda müze sergisinde antik polikromi (çokrenklilik) konusu ele alındı. Gods in Color (Renkli Tanrılar) sergisi Münih Glypothek’te açılış yapmasının ardından 2003-15 yılları arasında tüm dünyayı dolaştı. (Caligula büstü ve İskender Lahdi de dâhil bu makaledeki fotoğrafların birçoğu bu sergiden alınmıştır.) Dijital hümanist ve arkeologların bu tür sergilerin gerçekleşmesindeki payı büyük. Özellikle, çalışmaları Gods in Color sergisine dayanak sağlayan arkeolog Vinzenz Brinkmann’ın çeşitli teknolojiler ve ultraviyole ışık yardımıyla antik heykellerin üzerilerindeki küçük boya izlerini analiz ederek bu heykellerin polikrom versiyonlarını oluşturması bu payın önemini vurguluyor.
Polikrominin kamuoyu tarafından kabulü ise bambaşka bir konu. Philadelphia Sanat Müzesi’ndeki mitolojik figürlü erken 20. yüzyıl terra cottalarını dikkatle inceleyen bir ziyaretçinin “Yunanların bu kadar beceriksiz olmasına imkân yok” dediği belirtiliyor. Renk beceriksizlikle nasıl ilişkilendirilebiliyor? Bu estetik tiksinti nereden geliyor? Birçokları için mermer heykellerin saf beyazlığı bir beklenti dolayısıyla da klasik bir ideal. Ancak, beyaz mermerin güzellikle eş tutulması evrenin doğasından gelen bir gerçeklik değil. Bu standardın nereden geldiği ve beyaz ırkın üstünlüğüne ilişkin fikirleri etkilemeye nasıl devam ettiği günümüzde göz ardı edilen bir konu.
(Orjinal Renkleriyle 20 Klasik Dönem Heykeli)
Klasik heykellere ve lahitlere gelindiğinde çoğu müze ve sanat tarihi kitabında ten renginin baskın bir şekilde neon beyaz olarak verildiğini görüyoruz. Bu durum, antik dünyaya bakışımızı etkiliyor. Neon beyazlığın birliği-Akdeniz bölgesi boyunca herkesin beyaz olduğuna dair-yanlış bir homojenlik fikrini de beraberinde getiriyor. Gerçekte, Romalılar insanları “beyaz” olarak tanımlamamıştı. Peki, bu ırk algısı nereden geliyor?
Erken modern Avrupa’da, taksonomiler revaçtaydı. Daha sonraki dönemlerde “bilimsel devrim”olarak terimleştirilecek şey bitkilerden minerallere kadar her şeyi kategorize etme, etiketleme ve sıralama arzusundan doğmuştu. İnsanların da bu tarz insan aklının ürünü sınıflandırma sistemlerine maruz kalması an meselesiydi. Yine aynı dönemlerde, sanatçılar matematik ve anatomiyle ilgilenmeye ve klasik heykelciliği, yinelenebilir güzellik meselesini orantılar üzerinden ele almanın bir aracı olarak kullanmaya başladı.
(Uzaylı Teorilerinin Altında Kanıksanmış Bir Irkçılık Yatıyor)
Dönemin en etkin sanat tarihçilerinden biri Johann Joachim Winckelmann’dı. Büyük kitlelerce okunan ve modern sanat tarihi için bir temel oluşturan iki ciltlik eseri Geschichte der Kunst des Alterthums’la (Antikçağ Sanat Tarihi) antik sanatın yeniden yazıldığı düşünülür. Bu kitaplarda klasik heykelciliğin beyazlığı övülürken Belvedere Apollonu (Hellenistik döneme ait orijinal bronz heykelin Roma döneminde yapılmış kopyası ) güzelliğin timsali olarak kabul ediliyor. Tarihçi Nell Irvin Painter Beyaz İnsanların Tarihi (2010) adlı kitabında Winckelmann’ın Çinliler veya Kalmuklar gibi diğer milliyetlerden insanları hor gören bir Avrupamerkezci olduğunu söylüyor.
Painter, kitabında “Kültürel anlamda yüceliğe ulaşmış antik Yunanların sanat eserlerini renklendirmek için fazla sofistike olduğuna inandıklarından heykelcilikte renk barbarlıkla ilişkilendiriliyor” diye yazıyor. Nitekim o dönemde barbarlık, renk, nezaket ve beyazlık arasında yaygın inanışlarına uygun bağlar geliştiriliyordu. Winckelmann’ın parlak beyaz erkek heykellerini kadın heykellerine açıkça tercih ettiğini söylemeye gerek bile yok. Söz konusu tercihte ifade edilmiş olması muhtemel kendi cinsel kimliğine bakılmaksızın, Winckelmann’daki bu cinsel yanlılığın bir ideali sürdürdüklerine inanan beyaz ırkın ve erkeklerin üstünlüğünü savunanlar üzerinde etki yarattığı tartışmaya mahal vermeyen bir gerçek.
Elbetteki Winckellann, Belvedere Apollonu’nu saplantı haline getirmiş tek erkek değildi. Flemenk anatomist Pieter Camper da mükemmel güzelliğin formülünü yüzdeki açılarda bulduğuna inanmış ve heykeli erişilecek bir standart olarak kullanmıştı. Bu doğrultuda insan ve hayvandaki yüz özelliklerini, özellikle de burundan kulağa ve alından çene kemiğine uzanan çizgileri ölçmeye başlamıştı. Saptadığı oranlar daha sonra diğerleri tarafından, insanları yüzlerinin uzunluğu ve genişliğini temel alarak kategorilere ayrıştıran ırkçı “sefalik indeks”i oluşturmak için kullanıldı. Naziler Almanya’daki Üçüncü Reich dönemi boyunca Aryan ırkın üstünlüğü algısını desteklemek için bu indeksten faydalandı.
Camper’dan sonra gelenler fikirlerinin birçoğunu ya devam ettirmiş ya da yeni oluşturulmuş ırklara karşı çok daha taraflı olacak şekilde yeniden şekillendirmişti. Klasik alanda çalışmalar yapan Christopher B. Krebs, Üçüncü Reich’ın klasik yazar Tacitus’un eserini manipüle etmesi üzerine yazdığı eseri A Most Dangerous Book’da şöyle söylüyor, “On dokuzuncu yüzyıl boyunca, bilim insanları insan anatomisini ölçmekle uzun uzadıya oyalandı. Ne kadar çok veri toplandıysa o kadar az anlamlı sonuçlar elde ediliyordu. Bilimin yetmediği yerde, ön yargı öne çıkıyor ve gözlem yerini görüşlere bırakıyordu.” Bu ön yargıyı, güzelliğin 19. ve erken 20. yüzyılın anatomi kitaplarında çizelgeleştirilmesinde açıkça görmek mümkün. Ünlü bir botanikçinin oğlu olan Mathias Marie Duval, tıp fakültelerinde yaygın bir şekilde kullanılmış çok sayıda anatomik model geliştirmiş ve antik dünyada asla var olmamış beyazın üstünlüğüne dair fikirleri devam ettirmişti. Bu fikirler klasik heykelciliğin örneklerinden, özellikle de Belvedere Apollonu’ndan türemişti.
Günümüzde antik tarih alanında alıntı yaptığımızı bilginlerin fikirlerini şekillendirmiş ırkçılığın boyutunu kabullenmek ve buna karşı koymada çoğu zaman başarısız oluyoruz. Tenney Frank’ın “Roma İmparatorluğu’nda Irk Karışımı” başlıklı rahatsız edici makalesi buna örnek olarak verilebilir. İlk olarak Haziran 1916’da American Historical Review’da (Amerikan Tarih Cemiyeti tarafından üç ayda bir çıkarılan resmi bir dergi) yayımlanan bu makalede Frank’ın “ırk karışımı”nın Roma İmparatorluğunun çöküşüne yol açıp açmadığını saptamak için başta mezar kitabeleri olmak üzere günümüze ulaşmış yazıtları sayma çabalarından bahsediliyor. Yunan tarihçisi Donald Kagan’ın Roma’nın düşüşüyle ilgili yazdığı makaleler koleksiyonunda bu makaleye yorum yapılmadan yer verilmiş.
Bu durumda, Kagan’ın da bir ırkçı olduğu söylenemez, ancak en azından Frank’ın makalesini girişinden son sözüne kadar dikkatlice ele alması ve bunun Klasik Çalışmalar alanının temeline inşa edilmiş kin dolu bir ırkçılık örneği olduğunu vurgulaması gerekirdi.
Peki, insanların hayal dünyasında varlığını hala sürdüren kar beyaz antikite algısını nasıl yıkacağız? Klasikçiler beyazlık ve antik heykelcilik üzerine yapılan tartışmadan ne öğrenebilir?
Öncelikle, neden bu kadar homojen bir alan olduğumuz sorgulanmalı. ABD’deki Klasik Çalışmalar alanında en önde gelen kuruluş Society for Classical Studies’e göre 2014’de tüm Klasik Çalışmalar lisans öğrencilerinin yalnızca %9’u azınlıktı. Akademik seviye yükseldikçe bu rakamın azaldığı görülüyor. Tam zamanlı kadrolu öğretim üyelerininse yalnızca %2’sinin azınlık gruplardan olduğu belirtiliyor.
Antik dünya üzerine çalışmalar yapmak isteyen renkli insanlara kolaylık sağlıyor muyuz? Onlara sunduğumuz antik çevrede kendilerini görebiliyorlar mı? Modern medyada antik dünyayı tasvir eden renkli insanların eksikliği önemli bir mesele. Özellikle film ve video oyunları klasik dünyanın beyaz olduğu algısını devam ettiriyor. Örenğin Ryse: Son of Rome adlı oyunda Roma kentini süslemek için beyaz heykeller kullanılıyor, Roma askerleri ve ana karakterler de tahmin edileceği gibi beyaz, 300 Spartalı adlı filmde ise Persler ‘in zenofobik bir tasvirini görüyoruz.
Klasik Çalışmalarda daha fazla çeşitlilik görmek istiyorsak, film yapımcılarıyla konuşarak, dikkat çekecek makaleler yazarak, akademik yazımımızı açımlayarak, erişime açık hale getirerek ve antik Akdeniz’deki geniş ten rengi yelpazesini daha da vurgulayarak mevcut algıyı değiştirmeliyiz. Burada söylenmek istenen elimize bir kova alıp bütün beyaz heykelleri boyamamız gerektiği değil. Müze işaretlerinin tasarımı ve uygulanmasında daha iyiye gidilmesi, orijinal eserlerin yanında 3D rekonstrüksiyonların sergilenmesi ve bilgisayarlı projeksiyon kullanımı gibi taktikler, klasik heykelciliği olduğu gibi kavramak için bağlamsal bir çerçeve sunmaya yardımcı olacaktır. Yanlış bir ırk algısının oluşmasına yalnızca tek bir heykel gerekmiş olabilir, ancak bu algının yıkılması için hepimize ihtiyaç var. Antik dünyaya rengini geri verme gücü bizde ve bunu biz yapmalıyız.
Hyperallergic. 7 Haziran 2017.
You must be logged in to post a comment Login