4 yıldır süren bir çalışma ile, Kral Arthur’un gömülü olduğu ve İngiltere’deki ilk Hıristiyan kilisesi olduğu iddia edilen Glastonbury Manastırı’nın tarihi baştan keşfediliyor.
Araştırmacılar, keşişlerin 1181 yılında bulduklarını iddia ettikleri Kral Arthur’un mezarının molozla dolu bir çukur olduğunu ve kilisenin İsa’nın müritleri tarafından değil, Ortaçağ keşişleri tarafından ilk yüzyılda para toplamak için inşa edildiğini ifade ediyorlar.
1184 yılında Glastonbury Manastırı bir yangın felaketi sonrasında kullanılamaz hale gelmiş ve sonrasında ekonomik problemler yaşamaya başlamıştı. Ancak keşişlerin yaratıcılığı sayesinde manastır yeniden inşa edilerek, eski ve gizemli havasını geri kazandı.
Reading Üniversitesi arkeoloji profesörü ve araştırmanın takım lideri Roberta Gilchrist, “Keşişler para toplamak için manastırı ziyaret eden hacıların sayısını arttırmaya çalışıyorlardı; bu da mitleri ve efsaneleri her zaman canlı tutmak anlamına geliyordu.” diyor.
Gilchrist ve çalışma arkadaşları, 1904 ve 1979 yılları arasında manastır alanında yapılan kazılardan elde edilen tüm arkeolojik kayıtları tekrar inceleyip yorumladılar.
Gilchrist, “Kazı direktörleri özellikle Glastonbury efsanelerinden yola çıkarak çalışmalarına başladılar. 21. yüzyıl teknolojilerini kullanarak, Glastonbury mitlerinden ve efsanelerinden uzaklaştık ve manastırın gerçek tarihini ortaya çıkarmaya odaklandık.” diyor.
Ekip, Glastonbury Manastırı Müzesi’nde bulunan cam, metal ve çömlek eserlerin kimyasal ve bileşimsel analizlerini yapmakla kalmayıp, manastır zemininin jeofizik incelemelerini de yeniden gerçekleştirdi.
Araştırmacılar, aynı zamanda alanda 1950’ler ve 60’lar arasında kazılar gerçekleştiren İngiliz arkeolog Ralegh Radford’ın çalışmasını da yeniden gözden geçirdiler.
Radford, Glastonbury keşişlerinin bulduklarını iddia ettikleri Kral Arthur’un mezarının da içinde bulunduğu düşünülen bir Hıristiyan İngiliz mezarlığı ve İngiltere’nin ilk örneği olduğuna inanılan bir Sakson inziva yeri keşfettiğini öne sürmüştü.
Ancak Gilchrist’in analizi Radford’ın buluntuları ile eşleşmiyordu. Yapılar incelendiğinde duvarların hizalı olmadığı ve bir inziva yerinin duvarları olmaktan çok uzak oldukları görüldü. Radford’ın “Karanlık Çağ” olarak tarihlendirdiği mezarlarının ise aslında Sakson kilisesinden sonrasına ait ortaya çıkarıldı.
Bunun da ötesinde, Arthur’un mezarının, 11. ve 15. yüzyıllar arasına tarihlendirilen malzemelerle dolu bir çukurdan ibaret olduğu ve içerisinde efsanevi kralın yaşadığı dönemle alakalı hiçbir kanıtın bulunmadığı ortaya çıkarıldı.
Gilchrist, “Radford gibi burada önceden kazı yapan kişilerin manastırla alakalı efsaneler sebebiyle kafalarının karışmış olması muhtemel. Aynı zamanda, 21. yüzyıl teknolojisine sahip olmadıkları ve tarihi kaynaklara, bugün bizim yaklaştığımız kadar eleştirel yaklaşmadıkları da unutulmamalı.” diyor.
Keşişlerin “ilk kilise” hikayesini vurgulamak için çok bariz bir şekilde kendi elleriyle yapılar yerleştirdiklerine dair kanıtlar bulunduğunu belirten Gilchrist, keşişlerin aynı zamanda tarihi bir miras gibi görünmesi için bilerek eski görünüşlü bir kilise inşa ettiklerini de sözlerine ekliyor.
“Manastırın efsanevi özelliklerinin altını çizmek için antik mimari stili tercih etmiş ve eski malzemeler kullanmışlar. Bu, manastırı ziyaret eden hacıların sayısını -ve manastırın parasını da- oldukça arttırmış.”
Keşişlerin bu stratejisi karşılığını vermişti. Ortaçağ’ın sonunda Glastonbury Manastırı İngiltere’nin en zengin ikinci manastırı haline geldi.
Glastonbury Manastırı’yla ilgili tüm haberler kötü değil. Kazılarda bulunan ve radyokarbon yöntemi ile MS. 700 yılına tarihlendirilen 5 cam fırın kalıntılarına dayanarak, insanların, daha önce tahmin edilen tarihten 200 yıl önce buraya yerleştiklerine dair kanıt elde edilmiş oldu. Gilchrist, buluntuların Anglosakson İngiltere’deki cam işçiliğinin en eski ve önemli kanıtları olduklarını ifade etti.
news.discovery.com
You must be logged in to post a comment Login