Selçuklu sultanı I. Alaaddin Keykubad’ın Kayseri’de yaptırdığı ve devlet işlerinden uzaklaşmak için kullandığı sayfiye yeri: Keykubadiye Sarayı.
Romalı bir şehir: ‘Kaeseraea’ ya da ‘Kayseri‘
Keykubadiye Sarayı’nın yapılmasındaki amacı anlayabilmek için önce Kayseri şehrinin devlet içindeki önemini anlamak gerekiyor.
Ortaçağ Anadolu’su için önemli bir yere sahip olan Kayseri, Roma ve Bizans Dönemi’nde bölgenin merkezi yönetim görevini üstleniyor. Selçuklu da bu geleneği devam ettirerek devlet işlerini Kayseri ve Konya gibi merkezlerden yürütmeye devam etti. Bu noktada, I. Alaaddin Keykubad’ın sayfiye (dinlenme) yeri olarak Keykubad Sarayını yaptırması daha önce görülmemiş bir yenilik olarak kabul ediliyor.
(Konya’da Selçuklu Köşkünün Restorasyonu Tepki Çekiyor)
Kültepe’de gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalar, Kayseri’nin geçmişinin MÖ 3500’lere kadar dayandığını ve bölgede Asur ticaret kolonilerinin oluşturulduğu yönünde.
Köklü bir geçmişe sahip olan kent, İç Anadolu Bölgesi’nde Erciyes Dağının eteklerinde kuruldu. Kentin geçmişi MÖ 6. bin yılına kadar dayanıyor, tarih içerisinde birçok farklı isimle anılan şehir, Osmanlı öncesinde ise birçok devlete ve beyliğe başkentlik yaptı.
Hatti ve Hitit Krallıkları döneminde “Kanişti” olarak anılan şehre, Frigler döneminde “Mazaka”, Kapadokya Krallığı döneminde “Osebra”, Romalılar devrinde ise “Kaeseraea” denirdi. Arapların “Kaysâriyya” olarak telaffuz ettikleri şehrin ismini Türkler ise “Kayseri” olarak belirledi.
Tarihte pek çok kez el değiştiren kent, 647 yılında İstanbul’un fethi için Anadolu’dan geçen İslam ordularının saldırısına uğrayarak, İslam hâkimiyeti altına girdi.
1243’teki Kösedağ Savaşı’ndan sonra, Kayseri on günlük bir direnişin ardından Moğollar’ın eline geçti ve büyük tahribata uğradı. 1253-1254 yıllarında Moğol yağmasının harap ettiği şehri gezen seyyah William Rubruck, istilâ ve yağma sırasında diğer eserler gibi kiliselerin de tahrip edildiğinden bahsediyor. İşte seyyah William Rubruck’ın sözünü ettiği eserler arasında Selçuklu’nun incisi Keykubadiye de yer alıyor.
Selçuklu’nun incisi Keykubadiye
Sarayın adı bazı kaynaklarda Kubadiye bazılarında ise Keykubadiye olarak geçiyor. Zamanla halk arasında bu isim kısaltılarak “Kiybad” olarak da kullanıldığı biliniyor. Sultanın adının Keykubad olması sarayın adının da bu şekilde benimsenmesine sebep olmuş olabilir.
Keykubadiye Sarayı’nın özellikle sultanların dinlenmek için kullandığı sayfiye yeri olduğu biliniyor. Kayseri şehrinde sultanın ikamet ettiği sarayla, devlet işlerinin idare edildiği sarayın ayrılması Alaaddin Keykubad döneminden itibaren Keykubadiye Sarayı ile başladı.
Saray yapısının; şehrin 10 km uzağında, Keykubat Gölü ortasında inşa edildiği ve şehre özenle yapılmış yollarla bağlandığı görülmekte, böyle bir dönem için şehir planlaması önemli bir konu olarak dikkat çekiyor.
Saraydan günümüze kadar büyük ölçüde tahribata uğramış iki yapı kalıntısının geldiği biliniyor. Bunlardan biri: Dört Kemerli Yapı (Küçük Köşk) , diğeri ise Tonuzlu Yapı (Büyük Köşk).
Saray kalıntıları ve kazılarda bulunan eserler
Saray, 1953 yılında Zeki Oral tarafından tesadüfen keşfedilerek, sondaj çalışmalarına başlandı. Bu sondajların devamı olarak, Prof. Dr. Oktay Aslanapa başkanlığında 1964 yılında başlatılan kazıda, üç yapı kalıntısı belirlendi. (Bu kalıntılardan biri günümüze ulaşamadı.)
Kalıntılardan, kervansarayların köşk mescitlerini anımsatan baldaken tarzındaki çapraz tonozlu yapının kemer ayakları kazılarak firuze sırlı, küçük çini parçalarına ulaşıldı. Aynı zamanda köşkteki temel izlerinin incelenmesiyle küçük bir mutfak kalıntısı tespit edildi.
Bu alandaki ikinci kazı ise ilk köşkün 50 metre kuzeyinde, göle doğru uzanan tepe üzerinde yapıldı.
Buradan, kesme taş ve tonoz yıkıntılarıyla yapılmış bir yapı kalıntısı ile birbirine paralel üç tonozla örtülü küçük bir köşk yapısı çıkarıldı.
Köşk yapısı olduğu anlaşılan kalıntının ön biriminin, bir balkon veya kayıkların rahatça yanaşabilmesi için bir iskele çıkıntısının kalıntısı olabileceği tahmin ediliyor.
1980 yılında ise Prof. Dr. Oluş Arık ve Prof. Dr. Rüçhan Arık tarafından tekrardan kısa süreli kazı çalışmalarına başlanıyor ancak bazı sebeplerden dolayı kazılar devam edemiyor.
2014 yılında, Prof. Dr. Ali Baş’ın danışmanlığında Dört Kemerli Yapı ve Tonozlu yapı olarak adlandırdığımız kalıntılarda sondaj ve temizlik çalışmaları yapıldı.
Kazı çalışmalarıyla ilgili Baş; “Her vurduğumuz kazma bize yeni şeyler çıkarıyor, yeni bir veri ortaya koyuyor. Bu, sarayın mimarisini ve planını ortaya çıkarmak çok önemli.” diyor.
Temizlik çalışmaları devam ettikçe bazı taşınabilir kültür varlıkları ile karşılaşıldı. Bunlardan en dikkat çekeni ise daha önce benzerine pek rastlanmadığımız bir çini örneği, kazının sembolü haline gelen bu sekiz kollu çininin üzerinde ‘Bahçevan’ tasviri görülüyor.
Saray çinilerindeki insan figürlerinden farklı olarak resmedilmiş olan sakallı insan figürü, minyatürlü yazmalarda karşımıza çıkmakta, bu çini tasviri “makamat” adlı yazma eserdeki minyatürlerle benzer resim programını taşıyor.
Böylelikle çeşitli malzeme ve teknikte imal edilmiş, genellikle birleşim göstermeyen çini parçaları, dönemin süsleme programını anlayabilmemiz için oldukça önemli.
I. Alaaddin Keykubad döneminde Konya, Antalya, Kayseri gibi şehirlerde inşa edilen sarayların çini süsleme programı birbirine paraleldir. Bu saraylar için geliştirilen çini üretim faaliyetleri, Anadolu Selçuklu Devleti inşa kurumuna bağlı bir merkezden yürütülüyor. Bu bakımdan çiniler, merkezi sanat üslubunu yansıtıyor. Ancak Keykubadiye Sarayı çinileri, diğer Selçuklu saraylarının çinileri ile benzerlik gösteriyor olsa bile geometrik bezemelerin yoğunlukta olması bakımından diğer saray çinilerine göre farlılıklar taşıyor.
Günümüzde kazıları devam eden saray alanı, son yıllarda ortaya çıkarılan künk, tuğla ve tandır kalıntıları ile dikkat çekici veriler sunmaya devam ediyor. Moğol istilasından sonra kullanılamayacak hale geldiği düşünülen sarayın, 1265 yılından sonra, yerleşim yeri olmasa bile Osmanlı’nın geç dönemlerine kadar farklı amaçlarla kullanıldığı tahmin ediliyor. Bunun en önemli kanıtı olarak kazı başkanı Ali Baş, çeşitli dönemlere kadar tarihlendirilen tandır kalıntılarını gösteriyor.
Keykubadiye Sarayı’nın erken tarihli bir saray yapısı olması, sonraki dönemlerde inşa edilen saray yapılarına da öncülük ettiği anlamı taşıyor. Bu noktada saray, Selçuklu mimari özelliklerini ve Selçuklu sosyal yaşamının izlerini taşıyan önemli yapılardandır. Saray, günümüzde de aynı değeri ve önemi taşımaya devam ediyor.
Kaynakça
Altun, Ara: Türk Mimarisinin Anahatları için Bir Özet
Aslanapa, Oktay: “Kayseri Keykubadiye Köşkleri Kazısı (1964)
Baş, Ali: Tarihi Kaynaklar ve Kazılar Işığında Bir Selçuklu Sarayı: Keykubadiye
Baş, A. – Duran, R. – Dursun, Ş.: Keykubadiye Sarayı Figürlü Çinileri (2014 – 2017
Baş, A. – Dursun, Ş.: Keykubadiye Sarayı Kazısı
Baş, A. – Duran, R. – Dursun, Ş. – vd.: 2017 Keykubadiye Sarayı Kazısı
Baş, A. – Sursun, Ş. – Özdemir, Y.: Keykubadiye Sarayı Sondaj Çalışması Çini Buluntuları
Baş, Ali: 2015 Yılı Keykubadiye Sarayı Kazısı
Baş, A. – Duran, R. – Dursun, Ş.: 2016 yılı Keykubadiye Sarayı Kazısı
Eravşar, Osman: “Kayseri’de Selçuklu Köşk ve Sarayları
İşpirli, M. – Tuncel, M. – Beksak, E.: “Kayseri”
Özdemir, Yurdagül: “Tarihi Veriler ve Arkeolojik Buluntularla Keykubadiye Sarayı
Öztürk, Ç. – Baysal, Z.: “I. Alaeddin Keykubad Dönemi Saray Çinilerinde Gezgin Sanatçı İzleri
Temekoğlu, E. – Aslan, Y. – Fidan, M. A.: “Kayseri Keykubadiye Sarayı Kazısı Künk, Tuğla ve Tandırları.
You must be logged in to post a comment Login