4.500 adet esere yapılan analiz, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında yaşamış erken bir toplumun pahalı mücevherlere karşı tavır aldığını gösteriyor.
Dört bin yıl önce dünya üzerindeki en güzel altın parçalar, Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki dağlık topraklarda dolaşan göçebe gruplara aitti. Bu topluluklar geçimlerini sağlamak için hayvan güderken aynı zamanda çoğu toplumdan çok daha önce altın işçiliğinde uzmanlaşmıştılar. Elitleri; altın kadehler, mücevherler ve diğer eserlerle doldurdukları mezarlarında bu pahalı mücevherleri sergilediler. Bu altın zengini topraklara dair haberler ağızdan ağza yayıldı ve uzak diyarlardan bir Yunan miti olan İason ve Altın Post gibi uzun efsaneler doğmasını sağladı. Efsanenin birçok versiyonunda kahraman ve ekibi, günümüzde Kafkas Dağlarında konumlanmış Gürcistan adlı ülke olan Kolhis’teki sihirli bir koçun altın renkli yününü ele geçirmek için tehlikeli bir maceraya atılıyor.
(Kafkasya: Genlerin ve Kültürlerin Karmaşık İlişkisi)
Fakat Scientific Reports adlı dergide yayımlanan yeni bir araştırmaya göre, bir zamanlar Kafkaslarda altının modası geçmiş ve altın burada 700 yıl boyunca demode olmaya devam etmişti. Arkeologlar tarafından geçtiğimiz 130 yıl boyunca keşfedilen 4.500’den fazla eseri inceleyen bir araştırmacı, altın eşyaların MÖ 1500 ile MÖ 800 yılları arasında bölgenin büyük bir kısmında ender rastlanan bir hale geldiğini gösterdi. Demek ki o dönemde yaşamış yerliler, altının gereksizce şatafatlı olduğunu düşünmüşlerdi.
Çalışmaya dahil olmayan, antik metaller üzerinde uzman olan, Cambridge Üniversitesinden Profesör Marcos Martinón-Torres, “Bu makale önemli çünkü bize, sahip olduğumuz değerlerin evrensel olmadığını hatırlatıyor. Evrensel bir ticaret eşyası olarak kabul etmeye meyilli olduğumuz bir şeyin bile -ki bahsettiğimiz şey altın ve altının cazibesi- yer ve zaman bakımından evrensel olmadığını görüyoruz.” diyor.
Bu değişim, modaya dair kaprislerden çok daha fazlasını yansıtıyor olabilir. Birleşik Krallık’taki Cranfield Üniversitesinden araştırmanın arkasındaki arkeolog olan Nathaniel Erb-Satullo, altına olan ilginin zayıflamasının seçkinlerin statü kaybetmelerinden kaynaklandığını düşünüyor. Belki de sıradan halk, toplumlarının yüzde birlik bir kısmını oluşturanları dışladı ve servetin gösterişli birer belirtisi olan -altın takı gibi- şeyler demode hale geldi. Zenginler ve zenginlikleri alaşağı edildi.
“Bunun tamamıyla düz bir hiyerarşi (alt sınıf ile üst sınıf arasında çok az orta sınıfın yer aldığı ya da hiç orta sınıfın olmadığı hiyerarşi biçimi) olduğunu söylemiyorum.” diye açıklayan Erb-Satullo burada “tek bir insanın idealize edilmesi ile ilgilenmenin bırakılmasını” gördüğünü belirtiyor.
Erb-Satullo’nun çalışması, hazırlıksız bir gözlem olarak başladı. 2010’ların ortasında Gürcistan’daki arkeolojik kazılarda çalışırken artakalan zamanlarında bölgesel müzeleri geziyordu. Bu müzelerdeki enfes altın eserlerden oluşan koleksiyonlara şaşkınlıkla baktığı sırada bu eşyaların yaşlarında bir gariplik olduğunu fark etmeye başladı. Vitrinlerde çoğunlukla MÖ 2500 ila 1500 yıllarında Orta Bronz Çağı sırasında yapılmış “kıymetli erken dönem altınları” sergileniyordu. Ayrıca MÖ 800 ila MÖ 200’den yani Klasik Yunanların bölgeyi keşfettikleri ve İason ve Altın Post efsanesini yaydıkları dönemden kalma eski eserler de sunuluyordu. Fakat Erb-Satullo, bunların arasındaki dönem olan Geç Bronz ve Erken Demir Çağlarından (MÖ 1500-MÖ 800) kalma eserlere çok nadiren rastlandığını gözlemledi.
Gürcistanlı meslektaşlarıyla bu konuyu görüşen Erb-Satullo, diğerlerinin bu belirgin altın boşluğunu üstünkörü bir şekilde not ettiğini ancak kimsenin bunu ciddi anlamda incelemediğini öğrendi. Muhtemelen Geç Bronz ile Erken Demir Çağlarındaki metal eşya yapımcıları da altın işlemişlerdi fakat arkeologlar bunların gömülü olduğu alanları henüz keşfedemedi. Bunların yanı sıra Erb-Satullo’nun kafası, alternatif bir açıklama nedeniyle karışmıştı: Kafkaslardaki topluluklar altına olan tutkularını yaklaşık 1000 yıllık bir süre için kaybetmiş olabilirdiler.
Bu bariz boşluğun altın işçiliğinde yaşanan düşüşe işaret edip etmediğini belirlemek isteyen Erb-Satullo, Güney Kafkaslara ait olan ve MÖ 4000 ile MÖ 500 yılları arasına tarihlenen bilinen tüm altın altın eserlerden oluşan bir veri tabanı oluşturmaya karar verdi. Bu, müzelerde sergilenen gösterişli eşyalardan daha fazlasını araştırmak anlamına geliyordu. 2019 yılında Erb-Satullo; günümüz Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ında 1800’lü yıllardan bugüne dek yapılan arkeolojik kazıların yayımlanmış raporlarını taramaya başladı. 2020 yılının sonunda Erb-Satullo’nun veri tabanı 89 arkeolojik alan ile kadehler, figürinler, boncuklar ve muhtemelen uzun zaman önce çürümüş ahşap nesneleri kaplayan altın levha parçalarının da olduğu 4.555 altın objeyi içeriyordu. Erb-Satullo, bu eser sayılarının zaman içinde coğrafi bölgeye göre ve alanın altın madeni yataklarına uzaklığına bağlı olarak nasıl değişiklik gösterdiğini kayda geçirdi.
Erb-Satullo’nun Gürcistan müzelerinin MÖ 1500 ila MÖ 800 yıllarına ait çok az altın eşya barındırdığına dair yaptığı gelişigüzel gözlem, o dönemde altın işçiliğinde yaşanan gerçek azalmayı yansıtıyordu. Özellikle de bu bölgenin kuzeydoğu kısmı olan ve Orta Kura Bölgesi olarak adlandırılan yerde düşüş gerçekleşmişti. MÖ 2500 ila MÖ 1500’e tarihlenen Orta Kura arkeolojik alanlarında 1.209 adet altın eşya bulundu. Fakat yalnızca bir sonraki döneme yani MÖ 1500’den MÖ 800’e dek olan zaman dilimine geçildiğinde altın obje sayısı hızla alçalarak 29’a düşüyordu. Bu durum, arkeologların MÖ 1500 ve MÖ 800 yılları arasından kalma binlerce mezar kazmış olmasına rağmen böyleydi. Bu mezarlar bronzdan, akikten ve diğer materyallerden yapılan değerli eşyalar içeriyordu. Altın ise dikkat çekici bir biçimde nadirdi. Bununla birlikte altın sayısı, bu bölgenin dışındaki (güneyindeki) alanlarda düşüşe geçmiyor, yüksekliğini korumaya devam ediyordu. Orta Kura Bölgesi’ndeki gruplar altın kullanmaktan kaçınırken bu topluluklar mezarlarını altının görkemiyle doldurmaya devam ediyordu.
Avustralya Ulusal Üniversitesinde arkeolog olan ve çalışmanın değerlendirme hakemliği görevini üstlenen Catherine Frieman, “Çalışma, bu bölgedeki bazı insanların süregelen teknoloji ile ilgilenmemeyi veya bu teknolojiyi reddetmeyi seçtiklerini delillendirmek için tonlarca veriyi bir araya getirdi.” diyor.
Bu toplulukların kendilerin önceki kuşaklar, komşu çağdaşlar ve kendilerinin yerel varisleri tarafından kucaklanan bu göz alıcı metali neden dışladıklarını bilmek oldukça zor. Maalesef bu topluluklar, bu değişimi açıklayan hiçbir yazılı kayıt bırakmamışlar; o dönemde Kafkas Bölgesi’nde yazı henüz mevcut değildi.
Fakat Erb-Satullo, Bronz Çağı ile Demir Çağı’nde yaşanmış sosyal dönüşümlerin izlerini taşıyan diğer arkeolojik kalıntılardan ipuçları topladı. MÖ 2500 ile MÖ 1500 yılları arasında altın işçiliğinin zirveye ulaştığı dönemde Kafkasların güneyindeki kalıcı yerleşimlere dair kanıtlar seyrekleşiyor. O dönemdeki çoğu topluluk göçebe çobanlardan oluşuyormuş gibi görünüyor. Çapı bir futbol sahası kadar olan ve yüksekliği 9 metreye ulaşabilen tümülüslerde konumlanan mezarlarının boyutları ve içeriklerine bakılırsa bu grupların bazı üyeleri, yüksek statüye ve zenginliğe erişmiş.
“Bu göçebe elitler kesinliklikle zenginlik ile donanmışlar.” diyor Erb-Satullo. “İlk gerçek sosyal hiyerarşi türlerinin bu devasa tümülüslerin belirmesi ile ortaya çıktığını görüyoruz.”
Fakat MÖ 1500 yılı civarında yaşam biçimleri ve tercihler değişti. Daha fazla grup, genelde tepedeki kaleler tarafından korunan köylere yerleşti. Mezarlar, önceki nesillerin devasa tümüslerine kıyasla sadeleşti. Böylelikle altının parlaklığı, Orta Kura Bölgesi’nden neredeyse silinip gitti.
Zanaatkarların doğal altın kaynaklarını tüketmiş olmaları ise pek mümkün görünmüyor. Kafkasların güneyi, bilinen 100’den fazla altın yatağına ev sahipliği yapıyor. Çalışmaya konu olan neredeyse tüm arkeolojik alanlar, Erb-Satullo’nun engebeli arazide yürüyerek yapılacak seyahatin alacağı süreye dair tahminlerine göre bu kaynakların birine ya da birden fazlasına iki günlük yürüyüş mesafesinde yer alıyor. Dahası, Orta Kura Bölgesi’nde verimli ve karmaşık altın işçiliği MÖ ilk bin yılın sonlarına doğru yeniden ortaya çıkıyor. Bölgenin altın sıkıntısı çektiğine dair hiçbir belirti yok.
Bu ipuçları bir araya gelince zenginler sınıfının en muazzam zenginlik gösterişlerini azalttıkları açığa çıkıyor. Sosyal hiyerarşi düzleşmiş olabilir. Ya da belki yüksek statülü bireyler zenginlikleri ile hava atmayı bırakmışlardır. Öyle ya da böyle altına karşı oluşturulan sosyal cephe, Orta Kura Bölgesi sakinlerine özgüydü. Bu bölge dışındaki gruplar ölülerini altın mücevherler ile gömmeye devam etmişlerdi.
Çalışma, Kafkasların da ötesinde metal işçiliği gibi teknoloji ve yeniliklerin global tarihine dair anlayışa katkıda bulunuyor. Toplumun yüzlerce yıl önce geliştirdiği ve benimsediği teknolojiyi terk etmeyi kararlaştırdığı nadir bir örnek sağlıyor. Frieman bu tür olaylara neden ender rastlandığını şöyle açıklıyor: “Yeniliklerin reddedilmesi üzerinde çalışmak oldukça zor. Bir şeyler ‘yapmayan’ insanları incelemek çok zor çünkü ortada bir kanıt olmuyor.”
Bilim insanları yalnızca başarılı yeniliklere yoğunlaştığında ortaya teknoloji devamlı olarak basitten karmaşığa -taş ve sopadan iPhone marka telefonlara- doğru giden çizgisel bir ilerleme kaydediyormuş gibi bir tablo çıkabiliyor. Fakat 3.500 yıl önce Kafkaslardaki topluluklar o zamanki son teknoloji altın işçiliği endüstrisini terk etmeye karar verdiler.
Martinón-Torres, bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Bu toplulukların seçimi, teknoloji tarihinin çizgisel bile olmadığını gösteriyor. Teknoloji tarihi, bireylerin sosyal ve kültürel bağlamlarına bağlı olarak çeşitlenen alçalma ve yükselmeler ile çok daha zengin ve çok daha renkli.”
Smithsonian Magazine. 17 Aralık 2021.
Makale: Erb-Satullo, N. (2021). Technological rejection in regions of early gold innovation revealed by geospatial analysis. Sci Rep 11, 20255
1453’te Ölen Son Bizans İmparatoru’nun Nadir Portresi Bulundu
2.700 Yıllık Assur Başkenti Horsabad’ta Yeni Keşifler Yapıldı
Göbeklitepe Aslında Ne Anlatıyor? Kimler, Neden, Nasıl Yaptı?
Afyon’da Homo erectus ve Neandertal İzleri: Yavuz Aydın Röportajı
You must be logged in to post a comment Login