Antik DNA ve mezar eşyaları, prenseslerin Kazakistan’dan Moğolistan’a uzanan devasa bir imparatorluk kurmaya yardım ettiğini gösteriyor.
Hun İmparatorluğu toplumunun seçkin kadınları, uzak kabileler arasındaki ittifakları sağlamlaştırdı.
Çin Seddi, MÖ 200 ila MS 100 yılları arasında Avrasya bozkırlarına hakim olan gizemli bir kültürün tanığı olma özelliğini taşıyor. Bugünkü Moğolistan’dan gelen atlı savaşçılar olan Asya Hunları, Çin’in sınırından günümüz Kazakistan’ının otlaklarına kadar hüküm sürmüş ve komşularına amansız saldırılar düzenleyerek duvarın inşasına neden olmuşlardı.
Hun İmparatorluğunun yazılı kayıtları yoktu ve günlük yaşamlarına dair çok az fiziksel kanıt bırakmışlardı. Fakat Science Advances dergisinde yayımlanan yeni araştırma, genetik ve arkeolojiyi birleştirerek alışılmadık bir güç yapısını ortaya koyuyor: Prensesler, yüzyıllar süren başarılarının merkezinde yer alan geniş, çok etnikli ittifakların kurulmasına yardımcı oldular. Araştırmanın yazarlarından arkeolog Bryan Miller, “Kadınlar imparatorluğun aktif temsilcileriydi.” diyor.
(İlgili: Hunlar, Kuraklık Nedeniyle Roma’ya Saldırmış Olabilir)
Bonn Üniversitesi’nde arkeolog olan ve araştırmada yer almayan Ursula Brosseder, “Bu çok heyecan verici.” diyor. “Başka hiçbir araçla erişemeyeceğiniz bilgileri keşfetmek için genetiği kullanıyorlar.”
Hun İmparatorluğunun tarihi ve toplumlarının işleyişi hakkında bildiklerimizin çoğu Çinli düşmanları tarafından yazılan tasvirlerden geliyor. Merkezi olarak kontrol edilen bir imparatorluk muydular yoksa serbest bir kabileler konfederasyonu mu? Yeni çalışmanın yazarlarından Harvard Üniversitesi genetikçisi olan Christina Warinner, “İç yapının ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.” diyor.
2007 yılında arkeologlar Hun İmparatorluğunun sınırlarında iki mezarlık kazdılar. Günümüz Moğolistan ve Çin sınırına yakın Altay Dağları’nda bulunan mezarlıklarından biri zengin mezarlarını içerirken, diğeri yerel elitler için daha az özenli bir mezarlıktı.
Genetik testler, altın diskler ve bronz savaş araba parçaları gibi en zengin mezar eşyalarına sahip en büyük, en derin mezarlara gömülen iskeletlerin kadın olduğunu gösterdi. Mezarlarında kurban edilmiş atlar, koyunlar ve sığırlar bulunuyordu ve derin yeraltı mezarlarını inşa etmek masraflı ve zaman alıcı olmalıydı.
İmparatorluğun sınırındaki bu saray mezarlarına gömülen kadınlar, daha önceki araştırmalarda DNA’ları analiz edilen Hun imparatorluğunun çekirdeğindeki insanlarla da yakından akrabaydı. Miller, “İmparatorluğun sınırlarına doğru gittiğinizde, kraliyet soylarıyla bağı olanlar sadece kadınlarmış gibi görünüyor.” diyor. “Uzun mesafeli, geniş ölçekli ittifaklar görüyoruz.”
Kanıtlar bir araya getirildiğinde, Asya Hunlarının uzak diyarlarını birbirine bağlamak için yüksek rütbeli kadınlara güvendiklerini gösteriyor. Hun hükümdarları muhtemelen kadın akrabalarını yerel liderlerle ittifak kurmaları için gönderiyorlardı. “Daha büyük bir bölgeyi yönetmek istiyorsanız, yerinize güvenilir birini koymanız gerekir. Yerel elitleri bu prensesler aracılığıyla kontrol ediyorlardı.” diyor Max Planck Jeoantropoloji Enstitüsü’nde arkeolog ve yeni çalışmanın ortak yazarlarından Bayarsaikhan Jamsranjav. “Genetik, Asya Hunlarının ve onun çok etnikli imparatorluğunun gerçek hikayesine ulaşmamızı sağlıyor.”
Bu arada büyük mezarlarda bulunan eserler, bu prenseslerin pasif eşler olmadığını gösteriyor. Warinner, “erkeklik ve güçle ilişkilendirilen” eyerler, dizginler ve bronz savaş arabası parçaları gibi at takımlarıyla birlikte gömüldüklerini ve bunların Hun İmparatorluğu’nun son derece hareketli yaşam tarzının kritik bileşenleri olduğunu söylüyor.
Bir vakada, bir iskelet daha önce at takımları ve ağır bir demir kemer tokası da dahil olmak üzere prestijli aksesuarlarına dayanarak erkek olarak tanımlanmıştı. Yeni DNA kanıtları, iskeletin aslında biyolojik olarak kadın olduğunu ortaya koydu. Miller, “Artık takı takanların sadece erkekler olmadığını biliyoruz.” diyor. “Yaşamları boyunca ve ölümlerine kadar, bunlar toplumda önemli oyunculardı.”
Kadın mezarlarında bulunan mezar eşyaları, Asya Hunlarının coğrafi erişimini ve İpek Yolu ticaret yollarının kontrolünü yansıtıyordu: buluntular arasında bir Mısır’dan sırlı seramik boncuk ve bir Çin’den lake fincan vardı. Tabutlarının karaçam ağacından tahtaları bile bu ağaçsız çöl bölgesine yüzlerce kilometre öteden getirilmiş olmalıydı.
Erkekler, kadınların gösterişli mezarlarını çevreleyen daha basit mezarlara gömülmüştü. Seul Ulusal Üniversitesi genetik uzmanı Choongwon Jeong, DNA’larını Avrasya’nın dört bir yanından gelen popülasyonlarla karşılaştırarak kadınların benzer bir genetik geçmişi paylaşırken, erkeklerin genetik olarak çeşitlilik gösterdiğini tespit etti. Jeong, “Genetik, Kafkas Dağları’ndan Sibirya bozkırlarına kadar tüm bozkırı ve komşularını kapsıyor.” diyor. “Avrasya’nın üçte ikisi tek bir bölgede temsil ediliyor.”
Warinner, bu çeşitliliğin Hun İmparatorluğu’nun bozkırın geniş kesimlerinde kontrolü sağlamlaştırmak için ekonomik teşviklerle ya da zorla nüfuslarını kasıtlı olarak karıştırdıklarını gösterdiğini söylüyor. “İmparatorluk kurma sürecini izliyoruz.”
American Association for the Advancement of Science. 14 Nisan 2023.
Makale: Lee, J., Miller, B. K., Bayarsaikhan, J., Johannesson, E., Ventresca Miller, A., Warinner, C., & Jeong, C. (2023). Genetic population structure of the Xiongnu Empire at imperial and local scales. Science Advances, 9(15), eadf3904.
You must be logged in to post a comment Login