Düşmanlarının peşinden ilerleyen Hitit filosu, gelmiş geçmiş en büyük savaş arabası savaşında Mısır ile savaşırken durdurulamaz görünüyordu.
II. Ramses döneminde ya da bu dönemin hemen sonrasında yaşamış Mısırlı bir soylu için, gerçek çok açık ve net bir şekilde görünmüş olmalı: Büyük firavunları; MÖ 1275’te, Suriye’deki eski imparatorluk topraklarını geri kazanmak uğruna yapılan epik hücum ile Hititlere karşı savaş açmış ve “Kadeş Savaşı” olarak adlandırılan bu savaşta destansı bir zafer kazanmıştı.
Ramses, savaş konusunda olduğu kadar halkla ilişkiler konusunda da uzmandı; tarihçiler artık Kadeş Savaşı’nın Hititlere karşı apaçık bir zafer olmadığını, aslında neredeyse kesin bir beraberlik olduğunu biliyor. Modern Türkiye’nin büyük bir kısmından Suriye’nin bazı bölgelerine kadar uzanan bir imparatorluğun hükümdarları olan Hititler, saygıdeğer ve çetin bir rakiptiler.
(Hititlerde Vergi Toplayıcıları Büyük Bir Servet Biriktirmiş)
Güçlendirilmiş başkentleri Hattuşaş’tan (Günümüzde Ankara’nın yaklaşık 210 km doğusunda yer alıyor.) yönetilmekle birlikte, savaş arabası konusundaki uzmanlıkları sayesinde kısmi bir bölgesel hakimiyet elde ettiler. Kadeş’te Hititlerin binlerce savaş arabasıyla karşılaşmak Büyük Ramses için kesinlikle böbürlenecek bir durum olmuştu.
Mısırlıların kazanılan “zafer”e dair resmi kayıtları olan “Pentaur Şiiri”, Mısır’ın güneyinde yer alan Ebu Simbel de dahil olmak üzere Ramses’in tapınaklarına yazılmıştı. Şiir, “Hitit Kralı II. Muvatalli’nin kumlar kadar kalabalık adamlarını ve atlarını nasıl gönderdiğini, Majesteleri Ramses’in savaş arabası sürücülerinin oldukça şaşırdıklarını ancak Majestelerinin kararlı duruşunu bozmadığını” anlatıyordu.
Hititler ve Mısırlılar arasındaki savaş, tarihçiler tarafından, tarihin en büyük savaş arabası savaşı olarak addediliyor. Bu olağanüstü çarpışma, daha sonraki yıllarda Hititlerin büyük bir bölgesel güç haline gelmesini sağlayacaktı.
Düşüş ve Yükseliş
Birçok akademisyen; Hitit halkının atalarının, Anadolu’ya gelip yerleşmeden önce yani MÖ 3. binyılda aslında Orta Asya’da yaşadığına inanıyor. O dönemde Anadolu’da, Hattiler ve Hurriler olarak bilinen ve aralarına yeni katılanlardan farklı dillerde konuşan insanlar yaşıyordu. Hitit dili ise dünyada konuşulan pek çok dilin ait olduğu Hint-Avrupa dil ailesine aitti.
MÖ 17. yüzyıla gelindiğinde Kral I. Labarnas hakimiyeti altındaki Hititler, büyüyen bir askeri güç olarak yükseliyordu. Oğlu II. Labarnas, Hattuşaş’ı başkent ilan etti ve yeni kraliyet merkezi şerefine kendi ismini Hattuşili olarak değiştirdi. Babası Hitit devletini güçlendirirken Hattuşili, doğuda Hurri dili konuşan bir güç olan Mitanni İmparatorluğu sınırlarına kadar genişletti.
Hattuşili’nin bölgesel büyümesini bir gerileme ve iç savaşlar takip etti. Hitit prensleri birbiri ardına çekişmeler yaşarken, düşmanları, Hattuşili’nin zorlu zaferlerini alt etmeyi başardı.
MÖ 16. yüzyılda Kral Telepinu döneminde yazılan bir ferman, Hitit kraliyet halefiyetini standart hale getirdi. Ferman ayrıca antik Hitit krallarının sayısını da içeriyordu ki bu, gelecekte Hitit kültürü üzerine çalışacak tarihçiler için değerli bir kaynak oluşturacaktı. Telepinu’nun düzeni sağlama ve gücü Hititlere geri getirme girişimlerine karşın, hükümdarlığını takip eden ve tarihçilerin Eski Hitit Krallığı olarak adlandırdıkları dönemde birkaç zayıf lider hüküm sürdü.
MÖ 15. yüzyılda Firavun III. Thutmose, Mısır’ın büyük imparatorluk kurucusu oldu; Mısır hakimiyetini gün geçtikçe daha da doğuya, Suriye’nin içlerine doğru genişletti. Mitanniler MÖ 14. yüzyılın başlarında Mısırlılarla ittifak yaptığında, köşeye sıkışan Hitit kralları bu yeni ilişkiden huzursuz oldular.
Etrafı çevrilen Hititler, böyle bir durumda dağılabilirdi fakat güçlü bir yönetici onları ayağa kaldırdı. I. Şuppiluliuma, uzun bir hükümdarlığın (MÖ 1380-1346) keyfini sürdü ve Hititlerin yeni bir imparatorluk gücü olmasını sağladı. Mitannilerin zayıflığından faydalanarak Suriye’nin kuzeyini fethetti ve oğullarını Halep ile Karkamış’ın kralları olarak atadı.
Şuppiluliuma’nın hükümdarlığı ile başlayan ve mirasçılarıyla devam eden güç mücadelesi, Mısır ile birlikte Doğu’da yükselen bir güç olan Asurluların da eklenmesiyle üç yönlü bir hal aldı. Takip eden onlarca yılda Hititler, askeri başarılarını savaş arabaları konusundaki uzmanlıklarına borçlu olduklarını anlayacaklardı.
Tekerlekli Zaferler
En eski savaş arabaları, MÖ 3000 civarında Mezopotamya’da ortaya çıktı. Bunlar, Antik Yunan ve Roma’da görülen bildiğimiz atlı araçlardan oldukça farklıydılar. İlk prototiplerin genelde dört monoblok tekerleği oluyordu ve esasında geçit törenleri ile cenaze ayinlerinde kullanılmak amacıyla tasarlanmışlardı. Bu araçlar; atlar tarafından değil, ya öküzler ve diğer koşum hayvanları tarafından ya da eşek ve katır gibi atgiller tarafından çekiliyorlardı. Sümer şehri Ur’da bulunan ve MÖ 2600 civarına tarihlenen küçük bir kutu olan Ur Standardı, katırlar ya da eşekler tarafından çekilen ve monoblok-tekerlekli bir arabaya benzeyen savaş arabasını resmediyor.
MÖ 2. binyılın başı, savaş arabası yapımı için hızlı bir değişim dönemiydi. Bu dönemde, atlar ilk kez koşum hayvanı olarak kullanıldı ve tekerlekler gittikçe hafifledi; monoblok tekerleklerin yerini -tıpkı günümüz bisikletlerinde olduğu gibi- telli tekerlekler aldı. Bu savaş gelişmelerin sonucu olarak hız ve hareketlilikte kaydedilen ilerleme, savaş arabalarının Bronz Çağı’nda bir temel askeri ekipman olmasını sağladı.
İki tekerlekli modeller, Mısırlılar ve Hititler gibi dönemin lider güçleri tarafından askeri alanda kullanılmak amacıyla satın alındı. Hitit kralı Hattuşili; MÖ 1650 yılında, Urşu adlı şehrin kuşatılması sırasında Hititlerin 30 arabasının, rakipleri Hurrilerin 80 savaş arabası karşısına dizildiğinden bahsediyordu. Sonraki yüzyıllarda Hititlerin savaş arabası filoları, onlarcadan yüzlerceye ve daha sonraları binlerceye kadar katlanarak büyüyecekti.
Anadolu’nun ahşabı bükmek ve şekillendirmek için kullandığı yöntemler, Hititlerin karmaşık iki tekerlekli savaş arabaları geliştirmesini sağladı. İmparatorluk devri Hititleri, bu tür araçlara ışık tutan oldukça az kanıt bıraktılar; bununla birlikte Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra hayatta kalan Hitit azınlıklarındaki sanatçılar, savaş arabalarını tasvir eden sanat eserleri yaptılar. Diğer kanıtlar, tarihçilere, MÖ 17. yüzyıldan itibaren Hitit savaş arabalarının daha hafif tekerleklere sahip olduğunu anlatıyor.
Mısırlıların iki kişi tarafından sürülen savaş arabalarının aksine Hitit modeli üç kişiyi taşıyabiliyordu: sürücü, mızraklar veya oklar ve yay ile silahlanmış bir savaşçı ve bir kalkan taşıyıcısı. Kalkanı taşıyan, aracın arka kısmına bağlanıyordu ki böylece zor manevralarda denge sağlanıyordu.
Savaş Arabası Diplomasisi
Hitit savaş arabası tasarımındaki gelişmeler, Hitit İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz’de güçlü bir rol olarak yükselişine denk gelmişti. Ani sürpriz hamleleri taşıyabilen savaş arabaları, Kral I. Şuppiluliuma’nın MÖ 14. yüzyılda Suriye’yi fethetmesinde ve Hititlerin bölgesel üstünlüğünü güçlendirmesinde önemli bir rol üstlenmişti.
Bir Mısır kraliçesinin I. Şuppiluliuma’ya yazdığı mektup, Hititlerin bölgedeki esaslı oyuncular olarak geri döndüklerini gösteren bir işaretti. Firavunun ölümü çok yeniydi (Akademisyenler bahsi geçen firavunun büyük ihtimalle Tutankamon olduğunu fakat babası Akhenaten de olabileceğine inanıyorlar). Kraliçe; mektupta, I. Şuppiluliuma’dan, oğullarından birini evlilik amacıyla göndermesini istiyordu. I. Şuppiluliuma’nın oğlu Mısır’a ulaştığında, kraliçeye karşı gelen Mısırlı bir grup tarafından öldürüldü ki bu Hitit-Mısır ilişkilerinin aleyhinde bir durum teşkil ediyordu.
Hititler; kendilerine yapılan bu saldırıyı, Şuppiluliuma’nın halefi II. Murşili’nin hükümdarlığında yazılan “veba duaları”ndan birine aktardılar. Duadaki sözcükler, savaş arabalarının hem savaşta hem de bölgesel diplomaside oynadıkları merkezi rolü gözler önüne seriyor:
“Babam, piyadeleri ve savaş arabası savaşçılarını gönderdi ve onlar, sınır bölgesine hücum ettiler. Ve dahası, daha çok birlik gönderdi; onlar da tekrar saldırdılar. Mısır’ın adamları korktu. Geldiler ve babamdan, oğlunun hayatına karşılık krallık üzerinde sınırsız haklar istediler. Onu serbest bıraktıktan sonra da öldürdüler. Babam çok öfkelendi, Mısır topraklarına gitti ve Mısır’ın piyadelerine ve savaş arabası savaşçılarına saldırdı.”
Şuppiluliuma, veba şiirlerinin varlığının da teyit ettiği üzere, veba nedeniyle öldü. Oğlu II. Murşili tahta geçti fakat hükümdarlığı, salgın hastalığın gölgesinde kaldı. Hükümdarlığının karşısına çıkan daimi zorlukları bastırmaya çalışsa da Hitit tarihinin kaderini belirleyecek bir rol oynayacak olan oğluna istikrarlı ve genişleyen bir imparatorluk bıraktı. Yeni kral; MÖ 1275’te, Kadeş’te II. Ramses ile yüzleşecek olan II. Muvatalli’ydi.
Savaş arabaları ancak onları çeken hayvanlar kadar güçlü olabilirdi ki bu, sağlıklı ve iyi eğitilmiş atları Hititler için bir öncelik haline getirmişti. At yönetimine dair, MÖ 13. yüzyıla tarihlenen büyüleyici bir metin; Hititlerin antik başkenti Hattuşaş’ta bulunmuştu ve şu sözcüklerle başlıyordu: “Burada, Mitanni topraklarının at eğiticisi Kikkuli konuşuyor.” Hitit kralının hizmetindeki bir göçmen olan Kikkuli’nin söz dağarcığı, tarihçilerde büyük bir ilgi uyandırıyor: Hititçe, kendi anadili olan Hurrice ve biraz da Orta Doğu’nun diğer dillerinden alınmış sözcüklerin bir karışımı. Metin, üç parçadan oluşuyor. İlkinde Kikkuli, doğru hayvanların seçildiği dört günlük süreci anlatıyor. Daha sonra, sonbaharda başlayan ve 184 gün süren eğitim yöntemini detaylandırıyor. Rutin, atların dayanıklılıklarını güçlendirmek ve yaralanmalarını önlemeye yardımcı olmak amacıyla hiçbir ağırlık çekmeden egzersiz yapmalarıyla başlıyor. Üçüncü kısım, atların nasıl beslenmesi ve sulanması gerektiğine dair tarifler veriyor. Odak noktasını ise binicilik kaplıyor ve savaş arabalarının diğer önemli bileşeni olan sürücüler üzerinde konuşulmuyor.
En Büyük Savaş
Kadeş şehrinin yerleşim yeri, günümüz Batı Suriye’sinin Humus ilçesinde yer alıyordu; MÖ 1275’te Hititler tarafından yönetiliyordu. Ramses, burayı kontrolü altına alarak, kuzeye dair ilgi alanına yönelik Hitit tehdidini ortadan kaldıracak ve bir zamanlar III. Thutmose tarafından ele geçirildiğinden beri kayıp olan toprakları zapt edecekti.
Savaşa dair Mısır kaynakları, Ramses’in ordusunun Hititlerin uzaklarda olduğuna inanacak şekilde nasıl yanıltıldığını anlatıyordu. Şehre yaklaşan Mısırlılar, şehrin arkasına saklanan düşmanı fark edince şaşkına dönmüşlerdi.
Yaklaşık 3000 adet Hitit savaş arabası ile 40.000 piyade, kendilerinden daha az sayıda olan dağılmış haldeki Mısır gücü ile çarpıştı. Savaşı anlatan Mısır kayıtları, Ramses’in o andaki kahramanca yalnızlığını vurgulamak adına dağılmış savaş arabalarının betimlemelerini kullanıyordu: “Yanımda kimse yok. Fakat biliyorum ki (Tanrı) Amon’un lütfu, benim için, on bin savaş arabasından çok daha önemlidir.”
Ramses, güçlerini topladı ve saygıdeğer bir beraberlik elde edecek şekilde savaştı; sonraları ise zaferini ilan etti. Ebu Simbel’deki rölyeflerinde fark edilen kendini beğenmiş cümlelerin aksine Hititler Suriye’yi yönetmeye devam etti. MÖ 1258’de, Hititlerin bölgesel gücünü destekleyen bir hareketle Ramses, onlarla bir barış antlaşması yaptı. MÖ 1245’te bir Hitit prensesi ile evlendi.
MÖ 12. yüzyıla gelindiğinde Hititler gerilemeye başlamıştı; fakat bu durumun kesin nedeni bilinmiyor. Bazı arkeologlar bu durumdan Deniz Kavimlerinin, başıboş bir donanma gücü konfederasyonunun sorumlu olduğuna inanıyor. Sonuç olarak, Hitit İmparatorluğu dağıldı; buna rağmen Hitit hakimiyetinin kalıntıları, tarihçiler tarafından Geç Hitit Krallıkları olarak adlandırılan Karkamış gibi azınlıklarda yaşamaya devam etti.
Mısırbilimciler bin yıllık firavun kültürünün karmaşık bir resmini çizmişken, Hattuşaş ancak 20. yüzyılın başlarında kazılmaya başlamıştı. Hitit metinlerinin keşfi; tarihçiler için, Kadeş Savaşı’na dair tamamen farklı ve çok daha dengeli bir bakış açısı sağladı.
National Geographic. 30 Nisan 2020.
You must be logged in to post a comment Login