UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki Herculaneum antik kentinde yer alan Neptün ve Amphitrite Evi, antik dünyanın sanatsal ve mimari zenginliğini sergileyen bir yapı. Bu ev, kentteki diğer yapılara nazaran oldukça mütevazı bir büyüklükte olmasına rağmen, duvar resimleri ve mozaikleriyle öne çıkıyor.
Neptün ve Amphitrite Evi, Herculaneum’un Insula V, Cardo IV bölgesinde, Herculaneum’un bir zamanlar en işlek caddesi olan Stabian hamamlarının kadınlar bölümüne girişin karşısında yer alıyor. Yaklaşık 200 metrekare büyüklüğünde ve iki katlı olarak yapılandırılmış olan evin, büyük olasılıkla varlıklı bir tüccara ait olduğu düşünülüyor.
İlginç bir şekilde, evin önündeki caupona (şarap dükkanı) ile olan iç kapı bağlantısı, iki yapının da muhtemelen aynı birey ya da aile tarafından kontrol edildiğine işaret ediyor. Dükkanın içerisinde; yiyecek ve içecek hazırlamak için kullanılan bir tezgâh, küçük bir mutfak ve günümüzde hala görülebilen, mükemmel korunmuş durumdaki ahşap asma kat ve muhtemelen şarap dolu amforaları depolamak için kullanılmış bir raf bulunuyor.
Dükkan girişinin hemen yanında bulunan evin girişi, ortada impluvium’un (süs havuzu) bulunduğu atrium’a (avlu) giden dar bir koridor ile karakterize edilmiş. Atriumun etrafında yatak odası olarak kullanılan bir dizi oda bulunuyor. Tüm evin en önemli ve gösterişli kısmı, ev sahiplerinin bahçe olarak kullandığı yazlık triclinium (yemek odası). Büyük ihtimalle akşam serinliğinin tadını çıkararak dinlendikleri yer burasıydı.
Ev, ismini, Neptün ve Amphitrite’yi tasvir eden muhteşem duvar mozaiğinden alıyor. Parlak renkli cam hamurundan yapılmış bu mozaikte, deniz kabuklarıyla süslenmiş çerçeve içerisinde, trident (üç uçlu mızrak) taşıyan deniz tanrısı Neptün (Yunan mitolojisindeki Poseidon’un Roma karşılığı) ve eşi Amphitrite tasvir ediliyor.
Yunan mitolojisinde deniz tanrısı Poseidon’un eşi ve deniz kraliçesi olarak bilinen Amphitrite, Hesiodos’un Theogonía adlı eserinde Doris ile Nereus’un “Nereidler” adı verilen 50 kızından biri olarak tanımlanıyor. Apollodorus’un Bibliotheca eserinde ise Amphitrite bir Okeanid, yani tanrı Okeanus’un (“okyanus” kelimesini ondan türetiyoruz) kızı olarak söz ediliyor.
Bu mozaiğin hemen yanında konumlandırılmış ve yine mozaikler ve deniz kabukları ile süslenmiş, üstünde mermer masklar bulunan nymphaeum (anıtsal çeşme) ise bir başka sanatsal detay olarak öne çıkıyor.
Mütevazı bir alanı kapsayan bu ev, gösterişli mozaikleri ve freskleriyle bu kompakt alanda nasıl etkileyici bir atmosfer yaratabileceğini kanıtlar nitelikte. Tüm bu detaylar, ev sahibinin sosyo-ekonomik durumunu ve kültürel zevklerini yansıtan unsurlar.
Ancak ne yazık ki, tarih boyunca yapılan yağmalamalar nedeniyle evdeki birçok sanat eseri eksik veya hasar görmüş durumda. Özellikle lararium (Roma evlerinde, Lar adı verilen ve evlerin içini koruduğuna inanılan tanrıya adanmış kutsal alan) bölgesindeki zararlar ve triclinium’daki (yemek odası) eksik freskler, bu yağmalamanın izlerini açıkça gösteriyor. Ancak, atrium (avlu) yakınında bulunan mermer duvar panellerinde hala ‘Alexander’ imzasını görmek mümkün. Bu imza, Herculaneum’da başka yerlerde de karşımıza çıkıyor ve sanatçının kentte önemli bir üne sahip olduğunu gösteriyor.
MS 79’da Vezüv Yanardağı’nın muazzam patlaması sonucu çok güçlü bir piroklastik akıntı, Herculaneum’u 20 metreden fazla volkanik malzemeyle tamamen kapladı. Bu sayede de kentin neredeyse tamamı çok iyi korunarak günümüze ulaşabildi. Antik kentin ilk kalıntıları ise ancak 1738 yılında bir çiftçinin kuyu açma işlemi sırasında tesadüfen bulundu.
Neptün ve Amphitrite Evi, Herculaneum’un arkeolojik araştırmalar için sunduğu benzersiz fırsatlardan sadece biri. Bu yapı, antik dünyanın estetik zevkini ve sosyal dinamiklerini anlamamız için değerli bilgiler sunuyor.
You must be logged in to post a comment Login