Güney Kafkasya’nın Genetik Geçmişi İnceleniyor

Uluslararası bir ekip, Gürcistan ve Ermenistan’daki 50 arkeolojik alandan 230 bireye ait antik DNA’yı analiz etti.

Mtskheta, Gürcistan’ın Tiflis kentinin yaklaşık 20 kilometre kuzeyinde, İberya Krallığı’nın antik başkenti ve Kura ile Aragvi nehirlerinin birleştiği noktadır. Bu çalışmada, fotoğrafın sağ tarafındaki küçük beyaz yapının bulunduğu Samtavro nekropolünde gömülü bireylerin DNA’sı analiz edildi. Bu bireylerin bir kısmının kafatasları yapay olarak şekillendirilmişti. Mtskheta, MS 5. yüzyıla kadar yaklaşık bir binyıl boyunca İberya Krallığı’nın ekonomik ve siyasi başkentiydi ve aynı zamanda erken Hristiyanlaşmanın da bir merkeziydi. C: Harald Ringbauer

Yeni çalışma, zaman içinde Güney Kafkasya’daki toplulukların genetik etkileşimlerini ve bireysel hareketlilik düzeyine kadar inen dinamiklerini yeniden kurguluyor.

Tunç Çağı göçlerinin izlerini taşıyan, çoğunlukla sabit bir soyağacı

Erken Tunç Çağı’ndan (yaklaşık MÖ 3.500) Kavimler Göçü sonrası döneme (yaklaşık MS 500) kadar uzanan araştırma, Güney Kafkasya’daki insanların büyük ölçüde sabit bir atasal köken profili koruduğunu gösteriyor.

“Birden fazla maddi kültür değişimi boyunca derin kökleri olan yerel bir gen havuzunun sürekliliği olağanüstü” diyor çalışmayı Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’ndeki ekibiyle birlikte yürüten popülasyon genetikçisi Harald Ringbauer. “Bu durum, Batı Avrasya’nın diğer bölgeleriyle karşılaştırıldığında dikkat çekici; zira buralarda pek çok değişim önemli nüfus hareketleriyle bağlantılıydı.”

(İlgili: Gürcistan’da Tunç Çağı’na Ait Bilinmeyen Dilde Yazıt Bulundu)

Genel bir genetik devamlılık olmakla birlikte, araştırma komşu bölgelerden göçlere dair kanıtlar da buldu. Özellikle Tunç Çağı’nın geç evrelerinde, bölgenin genetik bileşeninin bir kısmı Anadolu’dan ve Avrasya bozkırındaki göçebe çoban topluluklarından izler taşıyor—bu durum kültürel etkileşimi, teknolojik yenilikleri, ölü gömme pratiklerini ve göçer hayvancılık gibi ekonomik sistemlerin genişlemesini yansıtıyor. Bunu izleyen dönemde bölgedeki nüfus artarken, karışımın genetik işaretleri çoğu kez daha geçici kaldı ya da tekil, hareketli bireylerle sınırlı görüldü.

Tiflis Devlet Üniversitesi’ndeki antropolojik koleksiyonda insan kalıntılarından örnekleme. Çalışmanın ortak yazarları olan uluslararası araştırma ekibi, örnekleri Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde antik DNA analizi için inceliyor. C: Shorena Laliashvili

Kafatası şekillendirme: Göçle geldi, sonra yerel bir geleneğe dönüştü

Çalışmanın en çarpıcı bulgularından biri, günümüz doğu Gürcistan’ında yer alan İberya (Kartli) Krallığına ait erken Orta Çağ bireylerinde görülen bilinçli kafatası şekillendirme uygulamasına ilişkin. Bu kültürel pratiğin uzun süre Orta Avrasya Bozkır topluluklarına özgü olduğu düşünülüyordu.

“Genetik olarak Orta Asyalı olan ve kafatası şekillendirilmiş çok sayıda birey tespit ettik; hatta Avarlar ve Hunlarla doğrudan soy bağları bulduk” diyor başyazar ve genetikçi Eirini Skourtanioti.

Ancak analizlerimiz, bu bireylerin çoğunun göçmen değil, yerel olduğunu gösterdi. Bu, büyük olasılıkla göçebe gruplar tarafından bölgeye yayılan bir pratiğin kültürel olarak benimsenmesine güçlü bir örnek.”

Çalışmanın ortak yazarlarından, Tiflis Devlet Üniversitesi Antropolojik Araştırmalar Laboratuvarı başkanı Liana Bitadze, bulgunun önemini doğruluyor: “Daha önce bu soruyu karşılaştırmalı morfometrik analizlerle ele almıştık. Şimdi ise antik DNA analizi tamamen yeni bir kanıt hattı sunarak daha kesin yanıtlara ulaşmamıza yardımcı oluyor.”

Farklı kökenlerin eritildiği bir pota

Çalışma ayrıca, doğu Gürcistan’daki kentsel merkezlerin ve erken Hıristiyanlık alanlarının Geç Antik Çağdan itibaren insanların adeta bir erime potası hâline geldiğini ortaya koyuyor. Bu durum, Kafkasya’nın uzun süredir dinamik bir kültürel ve genetik sınır bölgesi rolü oynadığını daha da vurguluyor.

“Tarihsel kaynaklar, Geç Antik Çağ’da Kafkas Dağları’nın göç için hem bir engel hem de bir koridor işlevi gördüğünü belirtir. Çalışmamız, artan bireysel hareketliliğin bölgedeki gelişmekte olan kentsel merkezlerin temel bir özelliği olduğunu gösteriyor” diyor ortak başyazarlardan, Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde doktora araştırmacısı Xiaowen Jia.

Bu araştırma, arkeogenetik tarafından uzun süre göz ardı edilmiş bölgelerin nüfus tarihlerini anlamada yeni bir standart belirliyor.


Max Planck Society. 7 Ağustos 2025.

Makale: Skourtanioti, E., Jia, X., Tavartkiladze, N., Bitadze, L., Shengelia, R., Tushabramishvili, N., … & Ringbauer, H. (2025). The genetic history of the Southern Caucasus from the Bronze Age to the Early Middle Ages: 5,000 years of genetic continuity despite high mobility. Cell.

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Tarih bölümü mezunu. Antik Çağ Tarihinde yüksek lisans yaptı. Arkeoloji ve eski çağ kültürleri alanında kariyer hedefi var.

You must be logged in to post a comment Login