Kendi kendini eğitmiş bir araştırmacı British Museum’da yer alan kırık kil tabletler arasında saklı dünyanın en eski yazılı destanını buldu.
19. yüzyılın sonlarında Ninova’dan çıkarılan kırık kil tabletlerin üzerinde dünyanın en büyük hazinelerinden biri yazılıydı. Günümüzde tarihin en eski destansı şiiri olduğu düşünülen Gılgamış Destanı o dönemlerde henüz bilinmiyordu. Sıra dışı araştırmacı George Smith’in doymak bilmeyen merakı olmasaydı yarı tanrı Gılgamış’ın hikayesi tabletler arasında yitip gitmiş olacaktı.
Viktorya Dönemi İngiltere’sinde toplumsal basamakları tırmanmak hiç de kolay değildi. Birçokları için, saygın bir yer olan British Museum’da bir kariyer sahibi olmak bir hayalden öteye gidemiyordu, ancak George Smith zorlukları yendi. 1840’da Londralı orta halli bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen George Smith antik Mezopotamya’nın çivi yazılı tabletlerini çözmekle kalmadı, aynı zamanda antik tarih hakkındaki çağdaş algıları yerle bir eden bir keşfe de imza attı.
Smith, 14 yaşına geldiğinde okulu bırakarak banknotlar üzerine karmaşık gravürler yapmakta uzmanlaşmış bir yayınevinde çırak olarak işe başladı. İş görsel detaylara ve desenlere yoğun dikkat gerektiriyordu, Smith kendisine daha sonra çok yardımcı olacak bu dikkat ve beceriyi çıraklık dönemi boyunca kazanmıştı.
Şans eseri, iş yeri Bloomsbury’deki British Museum’a hayli yakın olan Fleet Caddesi üzerinde yer almaktaydı. 1860’da Smith içinde gittikçe büyümekte olan Mezopotamya merakını bastırmak için öğle tatillerini müzede geçirmeye başladı. Austen Henry ve diğer arkeologların o dönemde günümüz Irak’ının Musul şehri yakınlarında yer alan Ninova kentinde yaptıkları araştırmalar özellikle ilgisini çekiyordu. Müzede kil tabletlerin arasında saatler geçiriyor, üzerlerinde yazılanları çözmek için kendini eğitiyordu.
Tabletler, Sami dillerinin en eskisi olan ve çivi yazısıyla yazılan Akadçaydı. Yazı karakterleri, kalem niyetine kullanılan nesnenin tablet yüzeyine bastırılmasıyla oluşturuluyordu. Ortaya çıkan karakterlerin çiviye benzemesi nedeniyle bu yazı türü çivi yazısı olarak isimlendirilmişti. Tabletler üzerinde yazılanları çözümlemek sabır ve fedakârlık isteyen bir işti. Zamanla, ilgili bölümde çalışan araştırmacılar Smith’in tabletleri iyi bir şekilde anlamlandırabildiğini fark etti.
Dönemin en önde gelen çivi yazısı uzmanı Sir Henry Rawlinson’a bu yetenekli ziyaretçiden bahsedildi. Layard’la birlikte Ninova’da çalışmış olan Rawlinson Smith’le tanışmak istedi, yeteneklerinden çok etkilenmişti. Smith üstü kırık kil tabletlerle dolu bir masada hangi parçanın nereye uyacağını bulabilecek kadar ustalaştığını kanıtlamıştı.
1861’de Rawlinson müze yönetimini, koleksiyonunda yer alan çok sayıda kil tableti düzenlemek için Smith’i, ilkin yarı zamanla olarak, işe almaları konusunda ikna etti. Sayıları bini aşan tabletler MÖ 7. yüzyılda Asur kralı Asurbanipal tarafında inşa ettirilen Ninova kütüphanesinden getirilmişti. Neo-Asur İmparatorluğu Mısır’dan Anadolu’ya uzandığında yazılan tabletler, 1850’lerde Layard’ın çırağı Hormuzd Rassam tarafından keşfedilmişti. Akadça bilenlerin sayısı oldukça az olduğundan, toplanılan eserlerin birçoğu müze deposunda tozlanmaya mahkûm edilmişti. İlerleyen yıllarda, Smith eski dillere dair bilgisini mükemmelleştirip, nihayetinde bir uzman olarak diğerlerini geride bıraktı.
Antik bulmacayı çözmeyle geçen günleri büyük bir aydınlanma takip etmişti. Smith, müzedeki işinin ilk on yılında, Yahudi tarihindeki olayların kronolojisini belirlemeyi başardı, böylelikle Eski ve Yeni Ahit kronolojisine de ışık tutmuş oldu. Daha fazla tablet bulma umuduyla Orta Doğu’ya gitmek istese de müze Smith’in Londra’da kalmasını ve halihazırda koleksiyonda bulunan tabletleri tercüme etmesini istedi.
Smith’in en büyük umudu çalışmalarının kırık kil tabletlerde yazılanlarla Eski ve Yeni Ahitte anlatılanlar arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarabileceğiydi. Müzede sürdürdüğü on yıllık çalışmanı ardından çığır açan bir buluşa imza attı. Kasım 1872’e Ninova’dan getirilen bir tablet ilgisini çekti. Konuyla ilgili olmayan bir kimse için, tablet K.3375 olarak adlandırılan bu tablet parçası, diğer tüm kırık tabletlerden pek de farklı gözükmeyecekti. Ancak, tablet üzerindeki merak uyandırıcı kelimeler Smith’i çokça etkiledi ve zihninde bir şeyler uyandırdı. Yazının büyük bir kısmı kir tabakası nedeniyle okunamıyordu. Hırslı bir adam olan Smith tablet temizlenene kadar, sinirleri piyano telleri kadar gerilmiş halde birkaç gün beklemek zorunda kaldı.
Temizlenmiş tabletler önüne konduğunda, karakterleri çözümledi ve önsezisini doğruladı. Tablette büyük bir tufandan bahsediliyor ve bahsedilenler Eski Ahit’in Yaradılış bölümünde geçen Nuh Tufan’ıyla temel ölçüde örtüşüyordu.
“Üçüncü satıra bakarken gözüm geminin [bazı araştırmacılar tarafından Kuzey Irak’ta yer alan gerçek bir dağ olarak tanımlanan] Nizir dağlarına oturduğundan daha sonra yerleşecek bir yer olup olmadığını anlamak için bir güvercinin geminin dışına salındığından ve kuşun geri döndüğünden bahseden kısma takıldı. O an Tufan söylencelerinin en azından bir kısmını keşfettiğimi fark ettim”
Smith keşfin verdiği heyecanla odanın içerisinde kendinden geçmiş bir şekilde, sevinç çığlıkları atarak koşmaya başladı. Anlatılanlara göre, meslektaşlarından biri neler olup bittiğine bakmaya geldiğinde Smith’i sevinçten üstünü başını çıkarmış halde buldu.
Smith’in çalışması büyük tufana dair söylenceleri de içeren Mezopotamya yazıtlarının Yaratılış Kitabı’nda bahsedilenlere benzer olduğunu ortaya çıkardı. Ancak, tabletler Eski ve Yeni Ahitten oldukça eskiydi, bu da büyük tufan hikayesini sanıldığından çok daha geriye tarihlendiriyordu.
Smith’in keşfi hem akademisyenler arasında hem de kamuoyunda büyük bir sansasyona yol açtı. Londra Daily Telegraph gazetesi, birtakım ayrıcalıklar karşılığında Smith’e Orta Doğu’da yürüteceği bir kazı çalışmasına maddi destek sağlamayı teklif etti. Böylelikle ilkin tercümelerle başlayan hikayesini tamamlamak için kayıp parçaların peşine düşebilecekti.
Smith’in arkeolojik kariyeri hızla ilerledi; Ninova’daki kazı çalışmaları sırasında tesadüfen, tufandan bahseden tabletin kayıp satırlarına denk geldi. O yılın ilerleyen zamanlarında, diğer parçaların da bulunmasıyla Smith yavaş yavaş boşlukları doldurmaya başlamıştı.
Bulduğu parçaları birleştikçe, bir şiir şekillenmeye başladı. Günümüzde Gılgamış Destanı olarak bilinen bu epik şiir o dönemde araştırmacılara tamamen yabancıydı. MÖ 1800 dolaylarında yazıldığı düşünülen destan, dünyanın en eski edebi yapıtlarından biri sayılıyor. Destanda Gılgamış isimli bir yarı tanrının ölümsüzlüğe ulaşmak adına çıktığı yolculuktan, diğer maceralarının yanı sıra bu yolculuk sırasında insanlığı yeryüzünden silip süpüren bir tufanın hikayesini dinlemesinden de bahsediliyor. 1870’lerde Smith tercümelerini birkaç kitap halinde yayımladı, bunlardan en bilineni Yaratılış’ın Keldânilerce İzahı adlı kitabı.
Smith’in kariyeri kısa ömürlü oldu. Orta Doğu’daki antik kentlere seyahat etme arzusuna rağmen Smith fiziken bölgenin iklimine ayak uyduramadı. Kazı çalışmaları boyunca, bir ihtimal sıcak havadan kaynaklanan bir hastalıktan muzdarip oldu.
Ağustos 1876’da, bölgeye yaptığı üçüncü seyahat sırasında, Suriye’de dizanteriye yakalandı. Yardımcısı onu Halep’e taşımak için katır arabası hazırladıysa da ihtiyacı olan tıbbi müdahale çok gecikmişti. Araştırmacı kişiliğiyle Asuroloji ve Eski/Yeni Ahit incelemelerinde bir çığır açan, keşifleri sonraki yüzyılda gerçekleştirilecek önemli arkeolojik kazılara ilham veren bu büyük adam 36 yaşında Suriye’de vefat etti.
National Geographic.
You must be logged in to post a comment Login