Minyatür kelimesi, Ortaçağ Avrupa El Yazmalarının bölüm başlarını vurgulamak amacıyla süslenen; ilk harfi boyamak manasına gelen Latince “mini-are” kelimesinden türemiş bir sözcük. Bu kelimeyi günümüzde tıpkı ‘Orta Çağ’ terimini kullandığımız gibi biz kullanıyoruz. Yani aslında kimse minyatür sanatını nakşederken yaptığı tasvirlere ‘minyatür eser’ demiyordu.
Türk-İslam coğrafyasında farklı zaman ve kültürel mozaikten beslenen Minyatür Sanatı, aslında yalnızca Osmanlı’ya ait bir tasvir biçimi değildi. Bu tasvir biçimi, genel çerçevesiyle kitap süsleme sanatı olarak değerlendiriliyor.
Tarihte en eski bilinen kitap düzenleme geleneği, Abbasi halifesi Memun’un geç antik dönem eserlerini kitaplara dönüştürdüğü 9. yüzyıla tarihlendiriliyor. Bu eserlerde antik döneme ait tıp, botanik, felsefe, astronomi konulu kitapların hazırlanması sırasında minyatür sanatının temelleri atılmıştı.
Resmetmenin amacı; bu kitaplarda anlatılan olay ya da biçimlerin, okuyucunun kafasında şekil almasına yardımcı olmaktı. Tabii ki kitabı zengin ve değerli kılmak da oldukça önemliydi. Bu sebeple, incelikle ve sabırla işlenmiş tasvirler; anatomi, boyut, derinlik, ışık-gölge gibi resmin ana kaidelerine pek de ihtiyaç duymadan, zaman içerisinde kendine has bir tarz oluşturmuştu.
Sayfalar, boyalar ve fırçalar
Minyatürün üslup ve normları zaman ve coğrafyalarda farklılık gösterse de üstünde genel birkaç değişmez bilgiden söz edilebilir. Örneğin; her bir sayfaya yumurta ve nişastadan elde edilen bir karışım sürülürdü. Bu kağıdın yüzeyinin pürüzsüz, parlak bir yapıya sahip olmasını ve fırçanın kağıt üzerinde rahat hareket edebilmesini kolaylaştırırdı. Ayrıca mürekkebin dağılmamasını ve hataların kolaylıkla silinmesine yardımcı olurdu.
Boyalar genellikle bitkilerden, altın, maden oksitleri, yarı değerli taşlar, böcek kabukları gibi maddelerden ezilerek elde edilirdi. Çizer ya da boyarken de kedi, samur gibi hayvanların çok ince tüylerinden elde edilmiş fırçalar kullanılırdı.
Doğu’dan ve Batı’dan etki
Abbasi ve Uygurlar Dönemi’nde kendine özgü bir biçim ve karakter kazanmaya başlayan resmetme geleneği; özellikle Uygurlar döneminde Maniheizm’den etkilenen halk tarafından bu dönem minyatürlerine dini hikayeleri konu etmişti. Uygurlar, Budist Gandhara sanatı ile Çin üslubunun etkisinden doğan yeni bir üslup yaratmışlardı. Bu etki yalnızca Doğu’dan gelmiyordu, Batı’dan gelen Bizans-Grek etkisi de dönem minyatürlerini oldukça etkilemiş üsluplar arasındaydı.
10. yüzyılda kendine ait bir geleneksel aktarış biçimi edinen Uygurlar’ın 9. ve 14. yüzyıl arasında hüküm sürdüğü Doğu Türkistan’da yer alan Sorçuk, Bezeklik, Turfan, Toyo şehirlerinde birçok mimariyi süslemiş freskleri yer alıyor.
Selçuklularda 11. Yüzyılda rastlanan resmetme geleneği ilim-fen ve edebi konular olmak üzere ikiye ayrılmıştı. İlim ve fen konulu resimler genelde Antik döneme ait eserlerin çevirileriyle birlikte resmedilirdi. Örneğin Dioskorides’in tıbbi açıklamalarından oluşan Materia Medica adlı eseri Kitab el Haşaiş olarak çevrilmişti. Eserin içerisinde 600’den fazla çeşitli bitkiler ve hazırlanışlarına dair açıklamalı minyatürler bulunuyor.
1206’da El Cezeri tarafından Artuklu hükümdarı Nasreddin Mahmud için yazılan Kitab Fi Marifat Al-Piyal-Al Hendessiye, Robotik ilminin en önde gelen eserlerinden biriydi. Eserde yer alan minyatürler dönemi içerisinde oldukça ses getiren buluş ve düzenlerinin minyatürleriydi. Robot biliminin kurucusu sayılan El Cezeri’nin bu eseri içerisinde yer alan elliden fazla icadın minyatürleri, Artuklu’da da resmetme geleneğinin geçtiği aşamaları oldukça net biçimde bize gösteriyor.
Osmanlı’da minyatür
Osmanlı’daysa bu tasvir geleneğine ‘hurde nakş’, ‘nakış’ denmiş; bu geleneği sürdüren sanatçılaraysa ‘nakkaş’ ismi verilmişti. Bu dönemde klasik minyatür anlayışının temellerinin atılmış ve zamanla altın dönemini yaşamıştı.
Osmanlı, içerisinde dönemin sosyal hayat ve saray çevresine dair bugün birebir kaynak olarak kullanılan birçok minyatürün sahibi nakkaşı barındırmaktaydı. Nakkaş Nigari, Nakkaş Osman, Levni, Nakkaş Hasan, Matrakçı Nasuh sanatında ismi en çok duyulan ve bilinen isimlerdi. Sanatın gelişmesi ve farklı üslupların ‘geleneksel’ olanın içinde harmanlanmasına izin vererek resmetmeye yön veren bu isimler; Osmanlı minyatür sanatının altın kaidelerini yaratmışlardı.
Artık bu dönemde ‘nakış’; başta devlet büyüklerinin portreleri, dinsel konulara yer veren eserler, topografya, manzara, kentler ve binaları gösteren eserler, tarih kitapları, edebiyat ürünleri ve astroloji, mekanik, tıp, farmakoloji, gizli ilimler gibi ansiklopedik nitelikteki eserleri süslemişti.
18. yüzyılda kültürel alanda kendini gösteren Batılı etkiler, Osmanlının geleneksel tasvir sanatı olan minyatüre de sıçramıştı. Büyük minyatür sanatçısı Levni’nin etkisinin geçtiği dönem olan 18. yüzyıl sonu – 19. yüzyıl başları Avrupa resim sanatının klasik etkileri Osmanlı resim üslubunda da kendini göstermeye başlamıştı. Artık resimler daha gerçekçi bir üslupla resmedilmiş, figürlere gölge, boyut, derinlik kazandırılarak minyatürün klasik kaideleri yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştı.
Günümüzde hala geleneksel sanatlarla ilgilenen sanatçılar tarafından icra edilen Minyatür sanatı; eski bir gelenek üslubu olarak varlığını ve bütünlüğünü usta ellerce sürdürüyor.
Banu Mahir. 2005. Osmanlı minyatür sanatı. Kabalcı Yayınevi.
Metin Yerli. 2006. Uygur Türklerinin İnanç sistemlerinin resim sanatına etkileri.
Filiz Çağman. 1982. Anadolu’da Türk Minyatürü, Anadolu uygarlıkları ansiklopedisi, görsel yayınları
You must be logged in to post a comment Login