Geçmişte Yeraltında Yaşamış Bir Topluluk Var mıydı?

İnsan toplumları geçmişte farklı sebeplerle yeraltında zaman geçirdiler. Peki kalıcı olarak yeraltında yaşamış bir topluluk hiç var oldu mu?

Kapadokya bölgesindeki Derinkuyu yeraltı şehri.

Antik yeraltı mezarlıklarından modern metrolara, türümüz tarih boyunca, bazen yer altında zaman geçirdi. Peki, herhangi bir insan topluluğu hiç yeraltında yaşadı mı?

Bu sorunun cevabı evet; ancak yalnızca acil durumlarda ve başka seçenekleri olmadığında. Günümüzde ise cevap yavaş yavaş değişmeye başlıyor olabilir.

 “İlk bilmemiz gereken şey yeraltına ait olmadığımız gerçeği. Vücutlarımız ne biyolojik ne de fizyolojik olarak yeraltında yaşamaya uygun değil.” diye söylüyor, Will Hunt. Kendisi “Underground: A Human History of the Worlds Beneath Our Feet” isimli (Türkçeye çevrilmeyen) kitabın yazarı. “Buna rağmen, tarihte, yeraltına çekildiğimiz zamanlar oldu.”

(Dünyadan En İlginç 10 Antik Mağara ve Yeraltı Yerleşimi)

Bazı insan toplumları farklı zamanlarda farklı sebeplerden ötürü kısa süreliğine yeraltında yaşadılar: Ev yapacak eşya bulamadıklarında, toprağı kazıp orada yaşadılar; iklimin ekstrem olduğu bölgelerin sakinleri yaz aylarında sıcaktan, kış aylarında ise soğuktan korunmak için yeraltına çekildiler.

Yeraltı düşmanlara karşı güvenli bir sığınak görevi de görüyordu. Örneğin, Kapadokya’daki ünlü yeraltı şehirleri hem iklimsel sebeplerle hem de savaştan kaçmak amacıyla inşa edilmişti. “Bölgenin sakinleri coğrafi olarak stratejik bir noktadaydı.” diye belirtiyor Hunt. “Sürekli saldırıya uğruyorlardı.” Acil durumlarda yeraltına çekiliyorlardı, ancak orada uzun süre kalmıyorlar, tahminen birkaç hafta geçiriyorlardı.

Atlas Obscura’ya göre Kapadokya’daki en büyük yeraltı şehirlerden birisi olan Derinkuyu yaklaşık 7. ila 8. yüzyıllara tarihleniyor ve vaktinde 20.000 kişilik büyük bir topluluğu içinde barındırabiliyordu. National Geographic’e göre, yakın zamanda, Jeofizikçiler bölgede 460.000 metrekarelik bir alana yayılan, 113 metre derinliğe sahip olduğu tahmin edilen, bir başka yeraltına şehrine rastladılar. Eğer tahminler doğruysa, bu yeni bulunan şehir Derinkuyu’dan üç kat daha büyük olabilir.

Kapadokya’daki yeraltı şehrinden bir görünüm.

Hunt, Kapadokya’nın yeraltı şehirlerini mimari mucizeler olarak görüyor: Derinlere, yer altı su tablasına ulaşan kuyular. Havalandırma boşlukları gibi işleyen, yüzeye ulaşan delikler. Şehirde yaşayanları yüzeydeki işgalcilerden saklayan korunma önlemleri – örneğin, şehir sakinlerince getirilip giriş kapılarının önüne bırakılan büyük, dairesel taşlar.

Ancak, tüm yeraltı yerleşimleri Kapadokya’dakiler kadar karmaşık olmuyor. Hunt’ın belirttiğine göre insanlar doğal ya da yapay mağaralarda da yaşayabiliyor. Jeolojik yapının elverişli olduğu coğrafyalarda (mesela kazması kolay, volkanik bir kaya çeşidi olan tüften oluşmuş tepeciklerin bulunduğu bölgelerde) insan yapımı büyük mağaralara rastlanabiliyor. “Çok yaygınlar,” diye söylüyor Hunt. “Dünyanın çeşitli yerlerinde mağara yerleşimlerine rastlayabilirsiniz.” diye ekliyor. Modern Avustralya’da bile böyle yerleşimler bulunuyor, Smithsonian Dergisi’ne göre, Cobber Pedy adıyla bilinen bir kasabada, nüfusun yarısı yeraltı sığınaklarında ya da tepelerin yanlarına kazılmış deliklerde yaşıyor. 

Toplumdan dışlanmış insanların çoğu yeraltına, modern şehirlerin terk edilmiş altyapılarına sığındılar. Günümüzde, New York sokaklarının altındaki tüneller 1980’lere kıyasla daha az “köstebek insana” ev sahipliği yapıyor olsa da Hunt’a göre yeraltını yuva edinmiş yurtsuzların sayısı 1.000’i geçiyor olabilir.  Las Vegas şehrinin altındaki tünellerde de pek çok evsiz yaşıyor. Romanya’nın başkenti Bükreş’teyse kimsesiz çocukların oluşturduğu topluluklar, şehrin sokakları altında varlıklarını sürdürüyorlar.

Şehirlere göçün artması daha fazla şehir sakinin yeraltına çekilmesine sebep olabilir. Singapur gibi yerler, yeraltını imar etmek için yeni seçenek arayışına girdiler. Nottingham Üniversitesi’nin Malezya kampüsünde psikoloji profesörü olan ve yeraltı yaşamının psikoloji üzerindeki etkilerini araştıran Eun Hee Lee ise bunu gerçekleştirmek için ihtiyaç duyulan teknolojiye halihazırda sahip olduğumuzu, esas sorunun insanları yeraltına yerleşmeye ikna etmek olduğunu söylüyor.

Lee’nin söylediğine göre ışıklandırma, oda boyutu, tavan yüksekliği ve diğer fiziksel özellikler yerüstüyle uyumlu bir şekilde düzenlendiğinde yeraltında bulunmanın herhangi bir negatif etkisi görülmüyor. Örneğin, ışık bacası gibi teknolojiler doğal günışığı girişi sağlanıp yeraltı mekanlarında yansıtıcı boya gibi materyaller kullanılırsa günışığı yokluğundan kaynaklanan depresyonla mücadele edilebilir. İnsanlar yüzeyde yaşayanlardan izole olduklarını, kontrolsüz olduklarını hissedebilirler, ancak Lee’ye göre bunlar çözülemeyecek problemler değil. Fakat, insanlar hala yeraltında yaşama fikrine soğuk yaklaşıyorlar.

Lee, ne olursa olsun, insanların yakın zamanda yeraltına taşınmaya başlayacaklarını, öncü projelerin insanlara bu konuda ilham verdiğini düşünüyor. Örneğin, Montreal, Kanada’daki bir yer altı şehri olan RÉSO 32 kilometre uzunlukta olup içerisinde alışveriş merkezleri, ofisler, oteller ve okullar barındırıyor. “Gerçekçi olmak gerekirse, yakında yeraltında yaşamaya başlayacağız. En az 30 yıl sonra daha fazla yeraltı çalışma ortamına ve eğlence merkezlerine sahip olacağız.” diye belirtiyor Lee. “Bu sadece bir fikir değil; bunu çok yakında göreceğiz.”


Live Science. 16 Ağustos 2021.

Ege Üniversitesi İngilizce Mütercim ve Tercümanlık bölümü öğrencisi.

You must be logged in to post a comment Login