Analizler, Ejderha Taşı’nın altına gömülü bebeklerin akraba olduğunu öne sürüyor, ama tam olarak yakınlıkları belli değil. Cevap özel bir şeye işaret ediyor olabilir.
MÖ 16. yüzyılda, şimdiki Ermenistan’da bulunan tarihöncesi insanlar, bir tepenin üzerine 3,5 metre yüksekliğinde bir bazalt taşı yerleştirdiler. Taşın altında yetişkin bir kadın ve iki yeni doğmuş çocuğun kalıntıları gömülüydü. Başlangıçta araştırmacılar bebeklerin ikiz olduğuna inanıyordu, fakat yeni analizler daha karmaşık ve dikkat çekici bir ilişki olduğunu öne sürüyor.
“Ejderha taşları” olarak adlandırılan taşlar, hayvanları tasvir eden dik taş levhalar veya sütunlar. Tipik olarak günümüz Ermenistan’ının dağlarında ve güney Gürcistan ile Doğu Türkiye’nin komşu bölgelerinde bulunuyorlar. Taşların adını, dağlarda boğa, balık veya yılan şeklini alan, suyun ve gök gürültüsünün koruyucusu olarak görev yapan ejderhalarla ilgili yerel halk hikayelerinden aldığı düşünülüyor.
Bugüne kadar yaklaşık 150 ejderha taşı bulundu. Bu taşlar, genellikle dağ çayırları gibi bol su bulunan uzak yerlerde gömülü ve çökmüş halde bulunuyorlar. Arkeologlar ejderha taşlarının üç kategoriye ayrılabileceğine inanıyor: üzerinde balık (pisci) benzeri gravürler bulunanlar; keçi, koyun, inek ve benzeri sığır kalıntılarına benzeyenler (vellus); veya ikisinin bir karışımı (hibrit).
(İlgili: Tunç Çağı Kız Çocuğu, Yüzlerce Aşık Kemiğiyle Birlikte Gömülmüş)
Altında iki bebeğin gömülü olduğu ejderha taşı, vellus tarzının bir örneği. Taşın tepesinde, sarkmış bir sığırın derisi tasvir edilmiş. Araştırmacıların makalelerinde açıkladığı gibi “deri”, “taşın tepesinden arkaya doğru iniyor ve çok sarmallı bir demet içeren bir kuyrukla bitiyor.”
“Büyükbaş hayvanın kulakları ve başın her iki yanına doğru inen kemerli boynuzları açıkça ayırt edilebiliyor. Ağzından akan bir sıvı, suyu, kanı veya her ikisinin bir özetini temsil ediyor olabilir.”
Taş 1980 yılında Ermenistan’ın Sevan Gölü yakınındaki bir platoda, Lchashen köyü yakınlarındaki Hamaliri taratsk adlı eski bir mezarlıkta keşfedildi. Tüm bu alan daha önce Güney Kafkasya’da yaşayan Tunç ve Demir Çağı halklarının yaşamlarına ilişkin değerli arkeolojik bilgiler ortaya çıkarmıştı.
Orijinal yerinde bulunan taş üzerinde yapılan ilk incelemenin ardından, taş ve mezar alanından çıkarılan diğer malzemeler Metsamor Tarihi-Arkeoloji Müzesi Koruma Alanı’na nakledildi.
Mezar odası yüzeyin yaklaşık 2,5 metre altına gömülmüştü ve çakıl dolgusuna sahipti. İçinde kırık çömlekler ve diğer eserler, hayvan kemikleri ve (yetişkin bir kadına ait olduğuna inanılan) bir insan iskeletinin kalıntıları vardı. Ne yazık ki kadının kemikleri artık kayıp. Söz konusu kemikler, 1980’lerde ek inceleme için Rusya’ya götürüldükleri bildirildikten sonra bir daha bulunamadılar. Ancak Dragon1 ve Dragon2 olarak bilinen iki bebeğin kemikleri hala mevcut Aslında bu mezar ile ilgili ilk yazılarda onlar hakkında hiçbir bilgi yer almıyordu.
Antropolojik analizler, Dragon1 ve Dragon2’nin kalıntılarının 0 ila 2 aylık çocuklara ait olduğunu doğruladı. Radyokarbon tarihlemesi, her ikisinin de MÖ 1616-1503 yılları arasında öldüğünü doğruladı.
Ancak bebeklerin aynı anda mı öldüğünü ve birlikte mi gömüldüğünü sadece bu çalışmayla söylemek mümkün değil. Bu aralıkta farklı zamanlarda doğmuş olmalarına rağmen, yıllar veya onlarca yıl arayla aynı mezara gömülmüş olmaları da mümkün. Ancak uzmanlar bunun pek olası olmadığını düşünüyor.
Bunun nedeni, arkeolojik açıdan bakıldığında mezar alanının çok nesilli bir mezar gibi görünmemesi. Araştırmacıların açıkladığı gibi, Geç Tunç Çağı Lchashen’de kazılan 400’den fazla mezar arasında çok nesilli mezarlara rastlanmadığı gibi, bunlar Ermenistan’daki başka herhangi bir çağdaş nekropolde de bulunmuyor.
Eğer araştırmacılar haklıysa, o zaman iki bebek muhtemelen birlikte gömülmüştü. Genomik kanıtlar, bunların ikinci derece akraba olduklarını ve DNA’nın yaklaşık yüzde 25’ini paylaştıklarını gösteriyor. Bu garip bir bulmaca.
Araştırmacılar, “Biyolojik olarak konuşursak, bu durum, iki kişinin (a) üvey kız kardeşler, (b) teyze (muhtemelen anne tarafından) ve yeğen, (c) çift kuzenler veya (d) büyükanne (muhtemelen anne tarafından) ve torunu olmasından kaynaklanabilir.” diyor.
Mezarın çok nesilli bir mezar olma ihtimalinin düşük olduğu göz önüne alındığında, bu olasılıkların birçoğunu ortadan kaldırabiliriz. Bebeklerin bir büyükanne ve toruna ait olması pek muhtemel olmadığı gibi, bireylerin teyze ve yeğen olmaları da mümkün değil elbette. Bu senaryo, bir ebeveynin ve onun çocuklarının birer kız çocuğuna sahip olmasını ve aynı zamanda onları kaybetmesini gerektirirdi.
Bu da bebeklerin üvey kız kardeş olabileceğini düşündürüyor (mitokondriyal analiz ve diğer bilgilere göre). Eğer öyleyse, o zaman bu, bir annenin farklı babalardan ikizler taşıdığı durum olan heteropaternal süperfekundasyonun nadir bir örneği olabilir. Ancak iki bebek arasındaki kesin ilişki yalnızca DNA verilerinden belirlenemez.
Yetişkin iskeleti hâlâ analiz için mevcut olsaydı, aralarındaki ilişkiye daha fazla ışık tutmak mümkün olabilirdi, fakat bu şu anda bir seçenek değil. Ancak yine de gizem oldukça önemli.
Araştırmacılar, “Definle öngörülen olay her halükarda hem genetik hem de arkeolojik açıdan istisnai bir olay. Genel olarak Geç Tunç Çağı Ermenistan’ında ve özel olarak Lchashen’de çocuk mezarları nadir ve iki yeni doğmuş bebeğin anıtsal bir dikili taşla birlikte gömülmesi benzersiz” diyor.
Sonuç olarak araştırmacılar, bu alanda gömülü bireylerin olağanüstü doğasının, onların neden ejderha taşı kadar önemli bir anıtın altına yerleştirildiklerini açıklayabileceğini öne sürüyor.
IFL Science. 3 Haziran 2024.
Makale: Bobokhyan, A., Iraeta-Orbegozo, M., McColl, H., Mkrtchyan, R., Simonyan, H., Ramos-Madrigal, J., … & Margaryan, A. (2024). Burial of two closely related infants under a “dragon stone” from prehistoric Armenia. Journal of Archaeological Science: Reports, 57, 104601.
You must be logged in to post a comment Login