İnsanların ölümle uzun ve karmaşık bir ilişkisi var, peki ölülerimizi gömmeye tam olarak ne zaman başladık?
Evrimimizin hangi noktasında insanlık ölüm kavramıyla yüzleşmeye ve ölümlülüğümüzü mezarlarla işaretlemeye başladı? Bir zaman yolcusu olmadan bunu kesin olarak söylemek zor, fakat erken insan mezarlarının arkeolojisi bize çok şey öğretebilir.
Kasıtlı mezarlara dair en eski kanıtlardan bazıları, İsrail’deki Qafzeh Mağarası’ndan geliyor. Bu mağara, on binlerce yıla yayılan 25 insan mezarına ev sahipliği yapıyor. Burada bulunan deniz kabukları ve kırmızı aşı boyası ile boyanmış kalıntılar gibi düzinelerce mezar eşyası, bu bedenlerin kasten gömüldüğüne dair yaygın bir inancı destekliyor.
1993 yılında yapılan bir çalışmaya göre, iskeletlerin en eskisi en az 100.000 yıl öncesine dayanıyor, ama diğer makaleler bu tarihin 130.000 yıl kadar eski olabileceğini öne sürüyor.
(İlgili: Afrika’da Bilinen En Eski İnsan Mezarı Keşfedildi)
Bu tarihlendirme, Üst Paleolitik Dönem’den (kabaca 50.000 ila 12.000 yıl önce) çok daha önce olduğu için şaşırtıcı olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu dönem, insan davranışının soyut düşünce, sembolik davranış ve teknolojik gelişmeler şeklinde belirgin şekilde daha karmaşık hale geldiği bir dönem olarak biliniyor.
Mezarlar, sanat eserleri yaratma ve kişisel süsler takma gibi davranışlarla birlikte genellikle “ileri” davranışlar sınıfına dahil ediliyor. Çünkü bu, soyut kavramların, bireysel kimliğin ve geçiciliğin farkındalığına işaret ediyor. Ancak, gerçek belki de o kadar net değil (bu konuya birazdan daha fazla değineceğiz).
Qafzeh Mağarası’ndaki mezarlar Homo sapiens’e ait olsa da, çevredeki bölgelerde, kardeş türümüz olan Neandertallerin, ölülerini yaklaşık 120.000 yıl önce kasten gömmüş olabileceğine dair eşit derecede eski kanıtlar bulabiliyoruz.
Afrika’da, en az 78.000 yıl öncesine tarihlenen insan mezarlarına dair somut kanıtlar bulunuyor. 2021 yılında yapılan bir çalışma, günümüz Kenya’sında, Doğu Afrika kıyılarındaki bir mağarada genç bir Homo sapiens çocuğunun gömüldüğünü ortaya koyarak bu mezarın kasıtlı olarak yapıldığını açıkça gösterdi.
Netflix’teki “UNKNOWN: Cave Of Bones” adlı sansasyonel belgesel, Güney Afrika’daki Rising Star Mağarası’nda, paleontolog Lee Berger’in, beyni küçük olan soyu tükenmiş bir insan akrabası olan Homo naledi’nin ölülerini 240.000 yıl önce gömdüğüne dair kanıt bulduğunu iddia ettiği çalışmalara odaklanıyor.
Her ne kadar heyecan verici olsa da, bu iddia pek çok başka araştırmacıyı ikna etmiş değil. Berger’in makalelerinin hakem değerlendirmesi, kanıtların “eksik ve yetersiz” olduğunu belirledi ve bu iddia geniş bilim camiası tarafından büyük ölçüde reddedildi.
Ancak mezarlar, daha büyük bir resmin sadece küçük bir parçası olabilir. Bugün, dünyanın birçok kültürü, bedeni Dünya’dan tamamen uzaklaştırarak iz bırakmayan cenaze ritüelleri uyguluyor. Bunlardan en öne çıkanı, kremasyon ve küllerin saçılması (veya uzaya fırlatılması). Ayrıca, Tibet ve Asya’nın diğer bölgelerinde uygulanan ve insan cesetlerinin dağ tepesine bırakılarak ayrışmasına veya akbabalara yem olmasına izin verilen “Gökyüzü Gömüleri” de var.
Bu uygulamaların her ikisi de ritüel karmaşıklığıyla dolu, fakat binlerce yıl sonrasında fiziksel kanıtlar bırakmak şöyle dursun, birkaç gün sonrasına bile iz bırakmıyorlar.
Ayrıca, mezarların her zaman ölümün “derin” bir anlayışını göstermediğini de göz önünde bulundurmak gerekir. Mezarların başlangıçta cesetleri leş yiyicilerden uzak tutmak veya çürüyen bedenlerle ilişkili hastalıkları ve kokuları kontrol altına almak amacıyla başladığını hayal edebiliriz.
Bununla birlikte, insanların ölülerini ne zaman gömmeye başladığı sorusu, bilişsel yeteneklerin, sosyal karmaşıklığın ve belki de ölüm anlayışımızın gelişiminde önemli bir kilometre taşını işaret ettiği için kendimizi anlama yolunda merkezi bir öneme sahip.
“Taş Devri’nde Aşk ve Ölüm” başlıklı 2016 tarihli makalesinde yazar Mary Stiner, şu sonuca varıyor: “Mezar, insan evrim tarihinde yaşayanlar ve ölenler arasında ilk kanıtlanabilir ritüelleştirilmiş köprüyü ortaya koyabilir.”
IFL Science. 17 Ağustos 2024.
You must be logged in to post a comment Login