Bu özel röportajda, definecilik meselesinin sadece yasal çerçevesini değil, hepimizin bu mücadelede nasıl rol alabileceğini de konuşuyoruz.
Arkeofil’ler olarak hepimiz biliyoruz: Toprak altında saklı kalan her eserin aslında bir hikayesi var. Ancak o hikayeler yalnızca metal dedektörü ya da iş makinaları aracılığıyla değil, sabırlı kazmaların ve fırçaların dokunuşuyla belgelenerek gün yüzüne çıkmalı. Heinrich Schliemann’ın Troya’daki çalışmaları, bu gerçeği acı bir şekilde örnekliyor. Schliemann‘ın Çanakkale’de Hisarlık Tepesi’nde yaptığı büyük çaplı kazılar, ardında bıraktığı tahribatla, kontrolsüz kazıların yaratabileceği zararın somut belgesi oldu. Kendisi, önemsiz olduğunu düşündüğü her buluntuyu Hisarlık Tepesi’nden aşağı yuvarladı. Bugün “Schliemann yarması” hala alanda görülebilir.
Arkeofili okuyucuları olarak bildiğimiz gibi, kaçak define avcılığı kültürel mirasımızı tehdit eden en görünmez ama en yıkıcı faaliyetlerden biri. Yasa dışı kazılar yalnızca toprak altındaki tarihi eserleri değil, aynı zamanda geçmişin bağlamını, bilimsel verileri ve toplumların hafızasını da yok ediyor. Peki hukuk bu sessiz katliamlara ne diyor? Mevcut yasalar yeterli mi? Ve en önemlisi, Arkeofil’ler olarak biz bu mücadelede nasıl yer alabiliriz?
Bu özel söyleşide, Ankara Barosu Kent ve Çevre Merkezi Başkanı Avukat Gökhan Candoğan ile kaçak defineciliğin hukuki boyutunu, mevcut yasal düzenlemelerin yeterliliğini ve toplumsal farkındalık ihtiyacını konuştuk.
Avukat Gökhan Candoğan, 1994 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu, 1995 yılından bu yana serbest avukatlık yapıyor. Ankara Barosu bünyesinde çevre ve kent hakları üzerine yoğun şekilde çalışan Candoğan, halen Baro’nun Kent ve Çevre Merkezi Başkanlığı görevini yürütüyor. Kentleşme, çevre hakkı, kültürel mirasın korunması ve yurttaş katılımı alanlarında hukuk mücadelesi veriyor.
Buket Çağlayan: Türkiye’de kültürel mirasın korunmasıyla ilgili mevcut yasalar define avcılığına karşı yeterli mi? Definecilerin yakalanması halinde ne tür cezalar veriliyor?
Av. Gökhan Candoğan (GC): Türkiye’nin kültürel mirası koruma yasası olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, kâğıt üzerinde güçlü görünse de hem soruşturma hem de kovuşturma aşamalarında çeşitli zafiyetler barındırıyor. Son günlerde yaşanan olaylar bu durumu çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.
Tokat’ın Zile ilçesinde (2025) yaşanan olayı ele alalım: Bir bağ evinde izinsiz kazı yapan 4 kişi, 2.000 yıllık Roma mozaiğini buldu ancak yakalandı. İki kişi tutuklanırken, diğerlerine adli kontrol verildi. Dikkat çekici olan ise, bulunan mozaiği İtalya’da irtibat kurdukları bir kişiye satmaya çalışmaları – bu da uluslararası kaçakçılık ağlarının varlığını gösteriyor.
Ancak asıl sorun mahkeme aşamasında başlıyor. Yasada 2-5 yıl hapis cezası öngörülmesine rağmen, uygulamada çoğunlukla para cezasına çevrilmesi veya ertelenmesi, cezai adaletsizlik yaratıyor. Kilis’te (2024) iş makinesiyle kazı yapan 13 kişinin tamamı sadece adliyeye sevk edildi. Bayburt’ta (2025) 22 kişilik operasyonda ise sadece 1 kişi gözaltına alındı ve o da denetimli serbestlikle serbest bırakıldı. Öte yandan İzmir’de (2025) orman yangınına neden olan 5 kaçak kazıcının tamamı tutuklandı.
Bu farklılık, mahkemelerin arkeolojik suçların ciddiyetini tam kavrayamadığını gösteriyor. Soruşturma aşamasında kolluk kuvvetleri üstüne düşeni yapıyor, ancak kovuşturma aşamasında yargının tutumu tutarsız kalıyor. Bir yanda çevresel zarar nedeniyle ağır ceza alan defineciler, öte yanda tarihi mozaiği yurt dışına satmaya çalışıp da hafif cezalar alan suçlular var.
Bu durumun kökeninde cezaların caydırıcılığının yetersiz olması, yargının arkeolojik zararı tam kavrayamaması ve en kritik olarak toplumsal bilinç eksikliği yatıyor. Çözüm için yargıya arkeoloji eğitimi verilmesi, uzman bilirkişi sisteminin güçlendirilmesi, içtihat birliğinin sağlanması gerekiyor. Özellikle tahribatın boyutu, eserlerin değeri ve suçun tekrarı durumlarında ceza belirleme kriterleri netleştirilmeli.
Uluslararası veriler gösteriyor ki, kültürel miras kaçakçılığı küresel organize suç ağlarının yılda 3,4-6,3 milyar dolarlık gelir elde ettiği bir alan. Bu büyüklük karşısında, ulusal yasalarımızın tek başına yeterli olamayacağı açık.
– 2863 sayılı Kanun’da definecilikle ilgili en önemli hükümler neler?
(GC): 2863 sayılı Kanun’un 64-68. maddeleri define aramayı düzenlerken, arkeolojik kazıların bilimselliğini korumaya odaklanıyor. Bu ayrım sadece etik değil, hukuki zeminde de netleştirilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayımladığı Define Arama Yönetmeliği’nde (madde 6, 9, 10) izin süreci, başvuru koşulları ve denetim usulleri açıkça düzenlenmiştir.
Kanuna göre define aramak isteyenler Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan izin almalı, belirlenen süre ve alanda kazı yapmalı, bir Bakanlık temsilcisi eşliğinde çalışmalı ve bulunan eserleri bilimsel yöntemlerle belgelemeli. Yönetmeliğin 11. maddesi, define aramasının “iki ihtisas elemanı ve kolluk temsilcisi gözetiminde” yapılacağını açıkça belirtiyor.
Kanun’un 74. maddesinde öngörülen 2-5 yıl hapis cezası teoride caydırıcı görünse de, mahkemeler genellikle alt sınırdan ceza veriyor veya erteleme yoluna gidiyor. Daha kritik olan ise, yasanın arkeolojik bağlamın korunması konusundaki hükümlerinin yeterince anlaşılmaması. Bir eserin değeri sadece kendisinde değil, bulunduğu katmanda, çevresindeki diğer bulgularla ilişkisinde yatıyor.
– Definecilik Türkiye’de neden bu kadar yaygın? İnsanları yasa dışı kazılara yönelten temel sebepler neler?
(GC): Paradoksal bir durum var karşımızda. Türkiye, dünyanın en zengin arkeolojik mirasına sahip ülkelerden biri. Her metrekaresi potansiyel bir kazı alanı. Bu zenginlik aynı zamanda define avcıları için büyük bir cazibe.
Defineciliğin yaygınlığının ardında şu faktörler yatıyor: Öncelikle ekonomik motivasyon – özellikle kırsal bölgelerde gelir yetersizliği, insanları hızlı para kazanma yolları aramaya yönlendiriyor. Popüler kültürün etkisi de büyük; televizyon programları ve sosyal medya, defineciliği romantikleştiriyor. “Hazine avcılığı” programları, farkında olmadan yasadışı faaliyeti teşvik ediyor.
Arkeolojik bilincin eksikliği kritik bir sorun. Bir sikkenin, bir seramik parçasının arkeolojik değerini anlamayan kişiler, sadece maddi getiriye odaklanıyor. Son olarak, Türkiye’nin geniş coğrafyası ve denetim yetersizliği, definecilere güven veriyor – düşük yakalanma riski algısı oluşuyor.
– Kaçak kazı yapan kişiler hukuki olarak nasıl cezalandırılıyor? Bu cezalar caydırıcı mı?
(GC): İşte burada söyleşimizin en kritik noktasına geliyoruz. Son dönem örnekleri, ceza uygulamalarındaki tutarsızlığı net şekilde ortaya koyuyor. Tokat’ta (2025) Roma mozaiği bulan 4 kişiden sadece 2’si tutuklanırken, diğer 2’sine adli kontrol verildi. Kilis’te (2024) iş makinesiyle kazı yapan 13 kişinin tamamı sadece adliyeye sevk edildi. Bayburt’ta (2025) 22 kişilik operasyonda ise sadece 1 kişi gözaltına alındı ve o da denetimli serbestlikle serbest bırakıldı.
Öte yandan İzmir’de (2025) orman yangınına neden olan 5 kaçak kazıcının tamamı tutuklandı. Bu farklılık, suçun boyutu ve verdiği zararla orantılı ceza politikasının eksikliğini gösteriyor. Mahkemeler çoğunlukla maddi zararı değerlendiriyor, ancak arkeolojik bağlamın yok olmasının telafisi olmayan zararını görmezden geliyor. Bu durum hem kamu vicdanını rahatsız ediyor hem de yasanın caydırıcılığını zayıflatıyor.
– Türkiye’de define aramak için yasal yollar nelerdir? Hangi izinler alınmalıdır?
(GC): Yasal yollardan define arama süreci, Define Arama Yönetmeliği’nde ayrıntılı olarak düzenlenmiş durumda. Yönetmeliğin 5. maddesine göre, define aramak isteyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gerçek kişiler, define arayacakları yerin bağlı olduğu mülki amire dilekçe ile müracaat ederler.
Yönetmeliğin 5. maddesi uyarınca dilekçede arama maksadı açıkça belirtilmeli ve define aranacak yerin detaylı bilgileri verilmeli. 9. madde, mülki amirin define aranacak yerin 2863 sayılı Kanun’un 6. maddesinde belirtilen yerler ile sit alanları ve mezarlıklar arasında olup olmadığını müze müdürlüğüne tespit ettireceğini düzenlemekte.
Ancak bu prosedürün uygulanmasında sorunlar var: Başvuru süreçlerinin uzunluğu, bürokratik engeller ve maliyet faktörleri, bazı kişileri yasadışı yollara yönlendirebiliyor. Yönetmeliğin 11. maddesi define aramasının “iki ihtisas elemanı ve kolluk temsilcisi gözetiminde” yapılacağını belirtse de, sahada bu denetimin etkinliği sınırlı kalıyor.
Yasal sistemin işlerlik kazanması için bu prosedürlerin sadeleştirilmesi ve erişilebilirliğinin artırılması gerekiyor. Önemli olan, bilimsel kazı ile define avcılığı arasındaki metodolojik farkın toplumca anlaşılması.
– Kaçak define avcılarının sebep olduğu tahribatın kültürel mirasa ve bilimsel araştırmalara verdiği zararları hukuki açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
(GC): Bu sorunun cevabı beni derinden üzüyor çünkü telafisi olmayan kayıplardan bahsediyoruz. Bugün arkeolojinin teknoloji ile geldiği nokta, her bir kazı yerinin adeta bir suç mahalli gibi titizlikle ele alınmasını gerektiriyor. Her tür maddi buluntunun anlamlandırılabilir hale getirilmesi söz konusu. Bu durumda, kaçak kazı yapan define avcıları tam anlamıyla suç mahallini bozan ve gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyen kişiler gibi davranıyorlar.
Modern arkeoloji, tıpkı adli tıp uzmanlarının bir suç mahallinde yaptığı gibi, milimetrik hassasiyetle çalışır. GPS koordinatları, 3B haritalama, fotogrametri, spektral analiz, izotop çalışmaları… Her buluntu, bulunduğu kontekstle birlikte bir hikâye anlatır. Denizli’nin Çivril ilçesindeki Beycesultan Höyüğü’nde Prof. Dr. Eşref Abay başkanlığında yürütülen kazılar, bu bilimsel yaklaşımın mükemmel bir örneği. Burada 4.000 yıllık tekstil atölyesi bulundu, ancak bu keşif ancak stratigrafik kazı yöntemleriyle mümkün olabildi. Define avcıları ise bu hassas bilimsel süreci dinamitle patlatmak gibi bir şey yapıyorlar.
Rize’nin İkizdere ilçesinde yaşanan olay bu durumu çarpıcı şekilde örnekliyor. 2022’de bilim insanlarının keşfettiği 3.000 yıllık kaya resimlerinin bulunduğu bölgede, 2023’te defineciler iş makinesiyle izinsiz kazı yapmaya kalkıştı. İkizdere Belediye Başkanı’nın sözleri durumu özetliyor: “Kaya resmi kimin ne işine yarar ki, kayayı mı söküp götüreceksin? O kaya yerinde değerli.“
Tokat’ta (2025) bulunan Roma mozaiğinin değeri de buradan geliyor. Bu mozaik hangi yapının parçasıydı? Hangi sosyal sınıfa ait bir mekânda bulunuyordu? Çevresindeki seramikler, sikkeler, günlük eşyalar o dönemin yaşam tarzı hakkında ne anlatıyordu? Kaçak kazı nedeniyle bu soruların hiçbirini cevaplayamayacağız artık. Bilimsel deliller sonsuza dek kayıp.
– Definecilik konusunda toplumda bilinç oluşturmak ve yasa dışı kazıların önüne geçmek için hangi reformlar yapılabilir?
(GC): Bu soruya cevap vermeden önce şunu vurgulamalıyım: Mevcut uygarlığımız, sanayi devriminden bu yana, riskleri göz ardı ederek hızla ilerledi. Şimdilerde, örneğin çevresel açıdan, risklerin göz ardı edilmesinin sonuçlarını yaşamaya başladık. İşte bu noktada eski uygarlıkların anlaşılması, insanlık tarihinin kayıp halkalarının ortaya çıkarılması arkeolojinin yaşayan, güncel yanı haline geliyor.
Geçmiş uygarlıklar iklim değişiklikleriyle nasıl başa çıktı? Hangi tarım teknikleri bin yıllarca sürdürülebilir kaldı? Hangi sosyal yapılar toplumları ayakta tuttu? Bu sorular sadece tarihçilerin merakı değil; bugünkü krizlerimize çözüm arayışının anahtarları. Define avcıları ise bu anahtarları paramparça ediyor.
Kültürel miras bilincinin geliştirilmesi için kapsamlı bir dönüşüm programına ihtiyaç var. Bu programın temel ayakları şöyle: Yasal düzenlemelerin caydırıcılık yönünün güçlendirilmesi, denetim mekanizmalarının etkinleştirilmesi, eğitim sistemine kültürel miras derslerinin entegre edilmesi, medya ve sosyal medya platformlarında bilinçlendirme kampanyaları yürütülmesi.
Ancak en önemlisi şu: Arkeolojinin günümüzle olan bağını halka anlatabilmek. Yerel toplumların kültürel mirasla organik bağlarının güçlendirilmesi kritik önem taşıyor. Yerel halkın koruma süreçlerine aktif katılımı sağlandığında, koruma bilinci de artıyor. Geçmiş sadece müzelerde sergilenen objeler değil; bugünün problemlerine ışık tutan yaşayan bir laboratuvar olduğunu anlatmalıyız.
– Kaçak define avcılığıyla mücadelede kolluk kuvvetlerinin yetkileri ve sorumlulukları neler?
(GC): 2863 sayılı Kanun’da kolluk kuvvetlerine verilen yetkiler çeşitli maddelerde düzenlenmiştir. Özellikle 4. madde bildirim yükümlülüğü konusunda, 65. madde ise cezai müeyyidelerin uygulanmasında kolluk kuvvetlerine önemli roller yüklemektedir. Son dönemdeki operasyonlar, bu yetkilerin kullanıldığını gösterse de etkinlik konusunda sorunlar devam ediyor.
Tokat’ta (2025) bağ evindeki kazının tespit edilmesi, Kilis’te (2024) 13 kişinin iş makinesiyle suçüstü yakalanması, Bayburt’ta (2025) 13 ilde eş zamanlı operasyon düzenlenmesi jandarmanın bu konudaki kararlılığını ortaya koyuyor. Ancak Rize’de (2023) yaşanan olay, denetim açığını da gösteriyor: Bilim insanlarının keşfettiği tarihi alan koruma altına alınmış olmasına rağmen, defineciler iş makinesiyle kazı yapabildi.
Kolluk kuvvetlerinin temel yetkileri; taşınır ve taşınmaz kültür varlığı bulunması durumunda gerekli güvenlik tedbirlerini almak, izinsiz kazı ve müdahale faaliyetlerini tespit etmek, suçüstü halinde yakalama yapmak ve Cumhuriyet Savcılığına sevk etmek şeklinde özetlenebilir. Ancak personel yetersizliği, teknik donanım eksiklikleri ve özellikle bu konuda uzmanlaşmış birim eksikliği en önemli sorunlar arasında. İtalya’daki Carabinieri’nin Kültürel Miras Koruma Birimi gibi uzmanlaşmış yapıların kurulması, Türkiye için de değerlendirilmesi gereken bir model.
– Sosyal medyada defineciliği teşvik eden içeriklerin yayılması hukuki açıdan suç teşkil eder mi?
(GC): Sosyal medya, definecilik konusunda çift yönlü bir araç. Bir yandan bilinçlendirme için kullanılabilirken, öte yandan ciddi tehdit oluşturabiliyor. Define arama tekniklerini anlatan videolar, “başarı hikâyeleri” paylaşımları, kaçak kazı aletlerinin tanıtımı, eser değerlendirme grupları gibi sorunlu içerikler var.
Bu tür içerikler Türk Ceza Kanunu’nun 214. maddesine göre “suç işlemeye tahrik” kapsamında değerlendirilebiliyor. Maddeye göre, “suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Defineciliği özendiren sosyal medya içerikleri de bu kapsama girebiliyor.
Ancak dijital platformların sınır ötesi doğası, tek ülke mevzuatıyla mücadeleyi zorlaştırıyor. Bu konuda uluslararası işbirliği kaçınılmaz hale geliyor. Arkeoloji camiasının yapabilecekleri ise şunlar: Doğru bilgi içeriklerinin artırılması, bilimsel kazı metodolojisinin tanıtımı, arkeolojik keşiflerin popülerleştirilmesi.
– Türkiye’de kaçak kazıları ve eser kaçakçılığını önlemek için diğer ülkelerle nasıl işbirlikleri yapılıyor?
(GC): Türkiye’nin UNESCO 1970 Sözleşmesi çerçevesindeki çalışmaları, arkeoloji camiası için umut verici. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın iade diplomasisi son yıllarda önemli başarılar kaydetti. INTERPOL “Çalınan Sanat Eserleri” veri tabanına aktif katılım, ikili anlaşmalarla eser iadeleri, uluslararası müze işbirlikleri başarılı örnekler arasında.
Ancak geliştirilmesi gereken alanlar da var: Transit ülke kontrollerinin sıkılaştırılması, müzayede evleri denetiminin artırılması, dijital kataloglama sistemlerinin yaygınlaştırılması. Ayrıca transit ülke konumundaki Türkiye’nin, kültürel miras kaçakçılığı konusunda hem kaynak hem de geçiş ülkesi rolünü göz önünde bulundurarak stratejisini güncellemesi şart.
– Sizce kaçak define avcılığını önlemek için caydırıcı hukuki yaptırımlar dışında başka ne tür önlemler alınmalı?
(GC): Kültürel mirasın korunması sadece cezai tedbirlerle değil, toplumsal sahiplenmeyle mümkün. Bu yaklaşımın temel unsurları şunlar: Yerel toplumların koruma süreçlerine katılımının sağlanması, gönüllü koruma ağlarının kurulması, definecilik yapabilecek kişilere alternatif ekonomik fırsatlar sunulması.
Ancak burada çok önemli ve yenilikçi bir önerim var: Her arkeolojik kazı için bir hukuk danışmanının bulunması. Bu hem disiplinlerarası bakış açısını güçlendirir hem de kaçak kazı sorunlarına köklü bir çözüm getirebilir.
Düşünün, bir kazı ekibinde arkeolog, antropolog, jeolog, restoratör gibi uzmanlar yanında bir de hukuk uzmanı olsun. Bu kişi hem kazının yasal süreçlerini takip eder, hem bulunan eserlerin hukuki statüsünü netleştirir, hem de en önemlisi, yerel halkla hukuki boyutta iletişim kurar. Çünkü define avcılığının kökeninde çoğu zaman “bu eserlerin kime ait olduğu” konusundaki belirsizlik yatıyor.
Hukuk danışmanı, kazı alanındaki her buluntunun hukuki durumunu anlık olarak açıklayabilir, yerel halkın sorularını cevaplayabilir, hatta potansiyel define avcılarını caydırabilir. “Bu alanda yapılan her kaçak kazının X yıl hapis cezası gerektirdiğini” sahada anlatmak, kanun metninde yazmaktan çok daha etkili olur.
Ayrıca kazı bittikten sonra da bu hukuk uzmanı, o bölgede koruma bilincini sürdürmek için çalışabilir. Yerel muhtarlarla, bekçilerle, çiftçilerle düzenli toplantılar yaparak farkındalık yaratabilir. Bu yaklaşım, sadece reaktif değil, proaktif bir koruma modeli oluşturur.
Kırsal turizm, el sanatları üretimi ve kültürel rehberlik gibi alanların geliştirilmesi de insanları yasadışı faaliyetlerden uzaklaştırabilir. Ancak hukuki bilinçlendirme olmadan bu çabalar eksik kalır. Sürdürülebilir çözüm, hem toplumsal dönüşüm hem de hukuki farkındalıkta yatıyor.
– Definecilikle mücadelede farkındalık yaratmak için nasıl adımlar atılmalı?
(GC): Etkili farkındalık yaratma için çok kanallı bir iletişim stratejisi gerekiyor. Açık hava sergileri, belgesel filmler, okullarda kültürel miras kulüpleri, uzman konuşmacıların yerel toplantıları, sosyal medya kampanyaları ve belediye işbirlikleri bu stratejinin temel bileşenleri olmalı.
Modern teknolojilerin sunduğu imkânlar da değerlendirilmeli: Sanal müze turları, artırılmış gerçeklik uygulamaları, dijital hikâye anlatımı gibi yöntemler özellikle genç nesillerin ilgisini çekebilir. Medyanın bu konudaki rolü de kritik. Defineciliği romantikleştiren yerine, kültürel mirası koruma bilincini aşılayan içerikler üretilmesi gerekiyor.
Arkeoloji meraklıları olarak yapılabilecek somut adımlar da var: Şüpheli kazı faaliyetlerini bildirme, sosyal medyada doğru bilgi paylaşımı, yerel müzeleri destekleme, kültürel miras etkinliklerine katılım. Topluluk düzeyinde arkeoloji kulüpleri kurma, farkındalık etkinlikleri organize etme, okullarda seminerler verme, yerel yönetimlerle işbirliği yapma da etkili olabilir.
– Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
(GC): Kaçak definecilikle mücadele sadece yasal bir mesele değil; aynı zamanda arkeolojinin geleceği meselesi. Her kaybettiğimiz bağlam, gelecek nesil arkeologların elinden aldığımız bir veri. Bu mücadele çok boyutlu olmalı: Hukuki caydırıcı cezalar ve etkin uygulama, eğitimsel toplumsal bilinç artırımı, ekonomik sürdürülebilir alternatifler, teknolojik modern denetim sistemleri, uluslararası küresel işbirliği.
Arkeoloji, insanlığın ortak hafızasını koruma görevidir. Bu hafızayı paramparça etmek, gelecek nesillerin geçmişlerini anlama hakkını gasp etmek demektir. Her arkeoloji meraklısının bu mücadelede rolü var. Çünkü koruma, sadece devletin değil; hepimizin sorumluluğu. Geçmişin izlerini takip etmek istiyorsak, önce o izleri korumalıyız.
Toprak altında saklı kalan her eser, sabırla bekleyen bir hikâye. O hikâyelerin metal dedektörünün acımasız vızıltısıyla değil, bilimin sabırlı dokunuşuyla gün yüzüne çıkması için hep birlikte mücadele etmeliyiz.
You must be logged in to post a comment Login