Çökmüş antik medeniyetler, bize iklim uyarılarını neden görmezden gelmememiz gerektiğine dair ipuçları veriyor.
MÖ 1.177’de, günümüz Suriye’sinde bulunan Ugarit’in son kralı Amurapi, Hitit imparatoru II. Şuppiluliuma’ya pişmiş kil tablet üzerine çivi yazısıyla şunları yazmıştı: “Baba, dikkatle dinle, düşman gemileri geldi; şehirlerim yakıldı ve ülkemde şeytanca şeyler yaptılar.” Çok geçmeden, hem Ugarit hem de Hitit krallıkları tarihin derinliklerine karıştı.
Bundan 2.000 yıl sonra, MS 822’de, günümüz Honduras’ındaki Maya krallığı Copan’da bir zanaatkâr, Yax Pasaj Chan Yopaat‘ın yönetimi Ukit Took‘a devrettiğini gösteren bir halefiyet anıtı olan Altar L üzerinde çalışıyordu. Ancak bir noktada elindeki keskisini düşürdü ve siyasi sanat eserini tamamlamadan bıraktı.
Sadece sekiz yıl içinde Copan’daki yönetim yapıları tamamen dağıldı ve 10. yüzyıla gelindiğinde, son sakinleri de sarayları ve tapınakları orman tarafından yutulmuş hayalet şehri terk etti.
1521 yılına gelindiğinde, son Aztek imparatoru Cuauhtemōc, batıdaki baş düşmanları olan Tarasca İmparatorluğu’na çaresizlik içinde elçiler gönderdi. Aztek başkenti Tenochtitlan’ı kuşatan İspanyol istilacı Hernán Cortés’in ordusuna karşı takviye kuvvetler toplamak istiyordu.
(İlgili: İklim Değişikliği, Mayalarda Sivil Huzursuzluğa Yol Açmış)
Ancak ilk elçiler kurban edildi. İkinci diplomatik heyet ise yeni Tarasca imparatoru II. Tangaxuan’a, İspanyollardan ele geçirdikleri arbaletler ve kılıçlar gibi hediyeleri sundu. Bu silahlar imparatorun merakını uyandırdı ve güvenmediği Azteklerin doğruyu söyleyip söylemediğini görmek için Tenochtitlan’a bir heyet gönderdi.
Ama Tarascalılar Aztek başkentine asla ulaşamadı. Yolda karşılaştıkları mültecilerden Tenochtitlan’ın artık bir ölüm şehri haline geldiği haberini aldılar ve geri dönmeye karar verdiler. Sonuçta hem Cuauhtemōc hem de II. Tangaxuan, imparatorluklarıyla birlikte İspanyolların elinde korkunç bir şekilde yok oldu.
Ortadoğu’daki Tunç Çağı halklarından, Mezoamerika’nın görkemli imparatorluklarına ve şimdi toprağın altına gömülmüş binlerce diğer topluma kadar, tarihte birçok uygarlık, hayatta kalıp kalmayacakları konusunda fark yaratabilecek kritik uyarı işaretlerini göz ardı etti. Bugün biz de benzer bir tehlikeyle karşı karşıyayız.
ABD merkezli kar amacı gütmeyen bir konsorsiyum olan “Union of Concerned Scientists“ (Endişeli Bilim İnsanları Birliği) şöyle uyarıyor: “İklim değişikliği, insanlığın şimdiye kadar karşılaştığı en yıkıcı tehditlerden biri—ve zaman hızla tükeniyor.”
Eylül 2024’te Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından hazırlanan bir rapor ise şu çarpıcı ifadeyi içeriyordu: “Bilim açıkça gösteriyor ki—sera gazı emisyonları artıyor, küresel sıcaklıklar rekor seviyelere ulaşıyor ve aşırı hava olayları hayatlarımızı ve ekonomilerimizi alt üst ediyor… Bugün alınacak kararlar, insanlığın çöküşle mi yoksa sürdürülebilir bir gelecekle mi karşı karşıya kalacağını belirleyebilir.”
Bu rapor, Dünya Ekonomik Forumu’nun iklim krizi nedeniyle 2050 yılına kadar dünyada 14,5 milyon ölüm ve 12,5 trilyon ABD doları (yaklaşık 10 trilyon £) ekonomik kayıp yaşanacağını öngören bir modelinden dokuz ay sonra yayımlandı.
1980’lerde ve 1990’larda, Grönland ve Antarktika’dan alınan buz çekirdeklerinden elde edilen somut veriler, iklim değişikliğinin net bir stratigrafik tarihini çizdi. 2000 yılında, Penn State Üniversitesi’nden jeolog Richard Alley, “The Two-Mile Time Machine: Ice Cores, Abrupt Climate Change, and Our Future“ (İki Mil Uzunluğundaki Zaman Makinesi: Buz Çekirdekleri, Ani İklim Değişikliği ve Geleceğimiz) başlıklı devrim niteliğindeki çalışmasını yayımladı.
Ancak bilim insanlarının çabalarına ve elde edilen somut verilere rağmen, aynı dönemde, dünya genelindeki politikacıların çoğu bu durumu inkâr ediyordu. Çoğunlukla, çeyrek dönem kârlarını korumaktan başka bir şeyle ilgilenmeyen kurumsal çıkarların etkisi altındaydılar ve bu nedenle gezegenimizi kurtarmak için gerekli önemli adımları engellemeye devam ettiler.
Bu sırada, Al Gore gibi siyasi adaylar, bilimi açıkça anlayıp uzmanlara saygı göstermelerine rağmen, kamuoyu nezdinde yeterince yankı bulamadı.
Yok olmaya karşı bağışık değiliz
Tarih boyunca hiçbir uygarlık yok olup gideceğine inanmadı. Toplumları gelişiyor ve insanlar yaşamın keyfini çıkarıyordu. Ancak bir noktada her şey durdu. Güçlü ekonomilere ve canlı kültürlere sahip gelişen bu toplumlar aniden çöktü, geride sadece bir zamanların ihtişamını hatırlatan parçalanmış kalıntılarını bıraktılar.
Hükümetlerinin kurumları ve artan tehditler—ister iklimsel, ister askeri, ister ekonomik ya da siyasi olsun—uluslarının sürdürülemez olduğunu gösteren uyarılar veriyordu. Yine de zamanında tepki göstermeyi başaramadılar.
Arkeoloji, yok oluşa karşı bağışıklığımız olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Çevremizdeki değişiklikleri ve tehditleri öngörmek ve bunlara yanıt vermek için evrimleştik. Bilimin evrimi bu hayatta kalma becerisinin en iyi örneğini temsil ediyor.
Ancak siyasi, ideolojik ve ekonomik sistemlerimiz çoğu zaman bireysel başarı ve kâr odaklı farklı güçlere uyum sağlıyor. Bu da genellikle bilim camiasının hararetli uyarılarıyla tamamen çelişiyor.
Küresel ısınmanın sonuçlarından kaçamayacağız. Milyonlarca insan hayatını kaybedecek ve dünyanın bazı bölgeleri yaşanmaz hale gelecek. Ama yine de gezegenimizi ve milyarlarca hayatı kurtarmak için hala bir şansımız olabilir.
Eğer liderlerinizi seçme hakkına sahip güçlü ve özgür bir ülkenin vatandaşı olacak kadar şanslıysanız, akıllıca seçim yapın. Tıpkı Amurapi, II. Şuppiluliuma, Ukit Took, Cuauhtemōc ve II. Tangaxuan gibi geçmişteki liderlerin öğrendiği acı bir gerçek var: Kendilerini tanrıların ya da servetlerinin koruyacağına inananlar bile, hareketsizliklerinin ve insanlığın geri kalanının çektiği acılara kayıtsız kalmalarının sonuçlarından nadiren kaçabilirler.
The Conversation. Jay Silverstein. 26 Kasım 2024.
You must be logged in to post a comment Login