Büyük Sfenks’i Kim İnşa Etti ve Burnunu Kim Kırdı?

Mısır’ın ikonik harikası Sfenks’in popülaritesi yüzyıllar içerisinde değişti. İşte yıllarca süren arkeolojik incelemeler sonrasında anıt hakkında bildiklerimiz.

Gize platosuna gelen modern ziyaretçiler, 1930’larda gerçekleştirilen temizlik çalışmasının ardından kumlardan arındırılmış bir Sfenks’e bakabiliyor. C: Pixabay

Bir aslanın gövdesi ve bir kralın yüzüne sahip Büyük Sfenks, Las Vegas’tan Lanzhou’ya kadar tüm dünyada kopyalarına ilham vererek antik Mısır’ın evrensel ve popüler bir sembolü haline geldi. Bu devasa anıt, binlerce yıldır Gize piramitlerinin ayaklarının dibinde uzanarak nekropolü koruyordu. Popülaritesi de bakımsızlık dönemlerinde onu yutan çöl kumları gibi hızla yükseldi ve ardından dibe çakıldı. Yeniden ortaya çıkarıldığında ise, devasa boyutunu görenlerde merak ve büyük hayranlık uyandırdı.

Çöldeki dev

Arkeologlar, Büyük Sfenks’in Eski Krallık döneminde (MÖ 2575-2150 dolaylarında) 4. Hanedan firavunu Khafre tarafından inşa edildiğine inanıyor. Dünyanın en eski ve en büyük anıtsal heykel eserlerinden biri. Boyu, tabandan başının tepesine kadar 19 metreden fazla ve uzunluğu ön ayaklardan kuyruğa kadar 73 metre. Büyük bir kısmı, doğrudan Gize’nin kireçtaşı kayalarından oyulmuş ve daha sonra daha fazla kireçtaşı bloklarla desteklenmiş.

(İlgili: Eski Mısır’ın Firavunları Piramitlerin İçine Ne Sakladı?)

Asil bir görünüme sahip olan baş kısmı, antik Mısır monarşisinin bazı geleneksel sembollerini taşıyor. Mısır firavunları tarafından giyilen kumaş başlık nemes’i takıyor. Alın kısmında oyulmuş bir kraliyet kobrasının, bir diğer adıyla “uraeus”un kalıntıları görülebiliyor. İnsan yüz hatları erkeksi. Zaman, Sfenks’i burnundan ve kraliyet sakalından yoksun bırakmış olsa da, geri kalan özellikleri aşınmaya rağmen iyi tanımlanmış durumda.

Sfenks’in aslana özgü vücudunun önünde iki büyük pençe uzanırken, etrafını bir kuyruk sarıyor. Gövdenin çoğu bir zamanlar Tura’daki taş ocağından çıkarılan yüksek kaliteli kireçtaşı bloklarıyla karşı karşıyaydı. Bu yüzey tabakası zamanla bozuldu. Bir kısmı, yüzyıllar boyunca süren restorasyon projelerine rağmen yer yer tamamen kayboldu.

Arkeologlar, Sfenks’in bazı kısımlarında mavi, sarı ve kırmızı pigment izleri buldular, bu da Sfenks’in bir zamanlar rengarenk süslenmiş olabileceğini gösteriyor. MS 1. yüzyılda Romalı yazar Yaşlı Plinius, Sfenks’in canlı görünümünü şöyle tarif ediyor: “Canavarın yüzü kırmızıya boyanmış.” 

Firavun Khafre için MÖ 2500 dolaylarında inşa edilen Büyük Sfenks, Gize platosunun girişinde yer alıyor. C: Pixabay

Sfenks bilmeceleri

Antik Yunanistan’da sfenks, kadın başlı, aslan gövdeli ve kuş kanatlı bir canavardı; tehlikeliydi ve bilmecelerine cevap veremeyen herkesi – en ünlüsü Oedipus mitinde geçiyor – öldürürdü. Ancak Mısırlı kuzeni, kralları ve ülkeyi koruyan iyiliksever ve koruyucu bir varlıktı. “Sfenks” kelimesinin kökeni belirsiz. “Yaşayan görüntü” anlamına gelen ve tanrı veya firavun tasvirlerine atıfta bulunmak için kullanılan Mısır terimi “shesep-ankh”tan türetilmiş olabilir.

Yunan canavarından farklı olarak, Büyük Sfenks bir erkek başına sahip ve kanatları yok. Sfenkslerin diğer tasvirleri, antik Mısır’ın farklı dönemlerinde görülüyor ve aslan gövdesi tutarlı kalırken, baş kısımları değişkenlik gösteriyor. İnsan başlarının yanı sıra koç, çakal, şahin ve timsah gibi hayvan başları da bulunuyor.

Bu tür heykeller genellikle Mısır’ın kutsal alanlarının bir parçası olarak bulundu. Örneğin, II. Ramses’in Ebu Simbel’deki tapınağında MÖ 13. yüzyıldan kalma bir çift şahin başlı sfenks ortaya çıkarıldı. Başka bir örnek, Luksor’un MÖ 4. yüzyılda inşa edilen Sfenks Caddesi. Karnak ve Luksor tapınaklarını birbirine bağlayan yaklaşık 2.5 kilometrelik bir yol boyunca hâlâ nöbet tutuyorlar.

Sfenks 4.500 yılını, asırların gelip geçişini izleyerek geçirmiş olsa da, dev harikaya yönelik tutumlar yıllar içinde büyük ölçüde değişti. Eski Krallık’ta Sfenks’e tapınılıyordu ve Gize nekropolünün kutsal manzarasının bir parçası olarak görülüyordu. Yeni rejimler yönetime geçtiğinde ise önemini kaybetti. Zaman içerisinde ise sadece baş kısmı görünene dek çöl kumları arasına gömüldü. Zamanla Gize ziyaretçileri, sabırla fark edilmeyi bekleyen Sfenks’i yeniden keşfedeceklerdi. Devasa heykel kumdan çıkar çıkmaz yeniden doğacak ve yeni ziyaretçiler onun büyüklüğüne, gizemine ve dayanıklılığına hayran kalacaktı.

Sfenks’in arkasında, Gize yapılarının en uzunu olan ve 120 metre yüksekliğe ulaşan Büyük Piramit – Khufu ya da Keops Piramidi olarak da biliniyor- yer alıyor. (C: jgregoryd/Unsplash)

Sfenks’i kim inşa etti?

Gize Sfenksini çevreleyen en büyük gizemlerden ikisi, ne zaman ve kim tarafından inşa edildiği. Bilimsel fikir birliği, yaklaşık 4.500 yıl önce, Eski Krallık döneminde büyük piramitler inşa edilirken inşa edildiği yönünde. Sfenks ve bu devasa mezarlar kesinlikle bağlantılı; dev koruyucu, her biri farklı bir 4. Hanedan firavunu tarafından dikilen iki piramidin arasında oturuyor gibi görünüyor. MÖ 2500 civarında hüküm süren Khufu, Büyük Piramidi, oğlu Khafre ise biraz daha küçük ama yine de etkileyici olan kendi mezarını inşa ettirmişti.

Bu eski Eski Krallık hükümdarlarının piramitleri ne kadar görkemli olsa da, bu firavunların tarihi kayıtları yetersiz. Öyle ki arkeologlar, Sfenks’i kimin yaptığının gizemini çözmeye çalışırken bir dedektif titizliğinde araştırma yapmak zorunda kaldılar. Bugüne kadar, hiçbir somut kanıt ya da Khufu veya Khafre’ye atıfta bulunan herhangi bir yazıt bulunamadı. 

Mark Lehner ve Zahi Hawass gibi Mısırbilimciler tarafından savunulan en popüler hipotez, Khafre’nin Sfenks’i, mezar yeri ve çevredeki tapınak kompleksi de dahil olmak üzere, anıtsal yapı projelerinin bir parçası olarak yaptırdığıydı. Bu bilim insanları, nekropolün kalıntılarını ve her kralın burada yaptırdığı çeşitli yapıları incelediler. Sfenks’in, Khafre’nin piramit ve cenaze tapınakları şemasındaki konumuna bakıldığında, dikkatli bir planlama ve mantık önerdiği için Khafre’nin yaptırmış olması daha olası. Sfenks’in büyük bir kireçtaşı parçasından oyulduğuna ve muhtemelen işçilerin yakınlardaki tapınakların inşası için büyük kaya parçalarını çıkarırken ortaya çıkan bir yapı olduğuna inanıyorlar.

Bazıları, MÖ 670 dolaylarında, anlattığı olaylardan bin yıl sonrasına ait bir metin içeren Envanter Steli’ne dayalı olarak çok daha eski bir tarihleme önerdiler. Stel, Sfenks’in Khufu zamanında restore edildiğini öne sürüyor, bu da anıtın bu ilk firavunlardan önce var olduğunu ima ediyor. Ancak stelin anakronizmle dolu olması, birçok uzmanın metni şüpheyle ele almasına yol açıyor.

Aynı firavun tarafından MÖ 2540 civarında inşa edilen Sfenks ve Khafre Piramidi, Mısır’ın en ikonik anıtlarından ikisi. (C: José Ignacio Pompé/Unsplash)

Sfenks Tapınağı

Büyük Sfenks’in karşısında, muhtemelen devasa heykelle aynı zamanda inşa edilmiş bir tapınağın kalıntıları var. Yapı hiçbir zaman tamamlanmasa da kutsandığına inanılıyor. Arkeologlar burada güneş tanrısı Ra’nın farklı açılardan temsillerini buldular. Kutsal alanın arkasında bulunan Sfenks ise bu kutsal kompleksin bir parçasını oluşturmuş olmalıydı.

20. yüzyılın başlarında yapılan kazılar, tapınağın megalitik kireçtaşı bloklarının kalıntılarını ortaya çıkardı. Muhtemelen zamanında hepsi granitle kaplanmıştı. Zemin ise kaymaktaşındandı. Mısırbilimciler Herbert Ricke ve Siegfried Schott’a göre tapınağın orta avlusundaki 24 sütun günün 24 saatini temsil ediyor olabilirdi. Karşılarına firavunun heykelleri yerleştirilmişti. Ortada ise bir sunak duruyordu.

Tapınağın doğu ve batı olmak üzere iki kutsal alanı vardı. İlki sabah güneşi tanrısı Khepri’ye, ikincisi akşam güneşi tanrısı Atum’a adanmış olabilir. Muhtemelen her iki tapınak da kapalıydı, ortadaki alan ise gökyüzüne açıktı. Böylelikle öğle vaktinde, kudretli güneş tanrısı Ra’nın ışığının günlük seyrinin zirvesindeyken parlamasına izin verirdi.

Ekinokslar sırasında, Sfenks Tapınağı, Sfenks’in kendisi ve Khafre’nin piramidi arasında astronomik bir güneş hizalaması gözlemlenebilir. Tapınağın doğu-batı ekseninde duran ve batıda batan güneşe bakan bir gözlemci, Sfenks’in ve Khafre’nin piramidinin güney tarafında ekinoks güneşinin battığını görebilirdi. (Bilim insanları, Khafre’nin Sfenks’i inşa ettiği teorisini desteklemek için bu fenomene işaret ediyor.)

Yaklaşık bin yıl sonra, 18. Hanedan firavunu II. Amenhotep, Khafre kompleksinin kalıntılarının yakınında başka bir küçük tapınak inşa etti. Kerpiç tuğlalardan yapılmış bu Yeni Krallık yapısı, Sfenks tapınağının kuzeydoğu köşesinin yanında yer alıyor. Daha sonra Sfenks ile ilişkilendirilen tanrı Har-em-akhet’e, yani “Ufuktaki Horus”a ithaf edilmişti.

Prensin rüyası

Eski Krallığın düşüşe geçmesinden sonra Sfenks ve çevresindeki yapılar terk edilerek harabeye döndü. Biriken çöl kumlarının altında yüzyıllarca uykuda kaldılar. Ancak Sfenks, Yeni Krallık döneminde (MÖ 1539-1075 dolaylarında), genç bir firavunun saltanatını eski krallara bağlamak için onu kullanmasıyla birlikte yeniden doğacaktı.

Sfenks’in pençeleri arasında duran, IV. Thutmose’nin Rüya Steli. 1817’de keşfedilen stel, 18. hanedanlık döneminde kurulan Sfenks kompleksine yapılmış geç bir ekleme. Yaklaşık 15 ton ağırlığında ve yaklaşık 3,5 metre yüksekliğinde duran devasa yekpare bir granit parçası. Süslü bir şekilde oyulmuş yazıtları, 18. Hanedanın sekizinci firavunu IV. Thutmose’un genç bir prens olduğu ve Sfenks’in omuzlarına kadar kuma gömüldüğü zamanki hayatından bir bölümü anlatıyor.

Stele göre Thutmose, Büyük Sfenks’in gölgesinde öğle uykusu çekmiş ve güneş tanrısı Horemakhet-Khepri-Re-Atum, Sfenks şeklinde ortaya çıkar. Tanrı, prense heykeldeki kumları temizlerse kendisini kral yapacağını söyler. Ancak yazıt yıprandığı için hikâyenin sonu zamanla kayboldu.

IV. Thutmose, kendisini firavun olarak meşrulaştırmak için rüyanın anlatımını kullanmıştı. Babası II. Amenhotep’in yerini alan ilk kişi o değildi.

Rüya, gerçek olsun ya da olmasın, yeni firavunu ilahi olana ve onun eski kraliyet mirasına bağlamak için bir propaganda görevi gördü. IV. Thutmose, daha sonra Sfenks’in kumdan yeniden çıkmasına yardımcı olacak bir restorasyon projesine başladı. Bu restorasyonun bir parçası olarak bilim insanları, IV. Thutmose’nin Sfenks’in çenesine eklenmiş taş örgülü bir sakalı olduğuna inanıyor. Her ne kadar sakal zaman içerisinde düşmüş olsa da parçaları 1817’de keşfedildi. 

National Geographic’in Eylül 1913 sayısı için fotoğraflanan kimliği belirsiz bir binici, Sfenks ve Gize piramitlerinin önünde dinleniyor. (C: Kenneth Garrett)

Yıpranma ve aşınma

Yeni Krallık sırasında büyük bir ilginin canlanmasının ardından, Sfenks başka bir uzun ihmal dönemine girdi. Yalnızca başının görülebileceği seviyede kumların altına gömüldü. Yarı gömülü olmasına rağmen, Sfenks hâlâ güç sembolü gibi görülüyordu. 12. ve 13. yüzyıllarda, yerel halkın Nil taşkınıyla hasadı artırmak için Sfenks’e adaklar sunduğuna dair kayıtlar bulunuyor. 11. yüzyılda Kuzey Afrikalı coğrafyacı El İdrîsî’nin kayıtlarına göre ise, Mısır merkezli Fâtımî halifeliğinde mevki elde etmek isteyenler kendilerini Sfenks’e sunuyordu. 

Anıt, Avrupalı ziyaretçiler üzerinde büyük bir hayranlık uyandırdı. Fransız kaşif André Thévet, 1556’da yayınlanan “Cosmography of the Levant” adlı eserinde Sfenks’i “bir devin başı” olarak tanımladı. İki yüzyıl sonra, 1790’ların sonlarında, Napolyon’un kuvvetleri Mısır’da İngilizlerle savaşırken, Fransızlar Sfenks de dahil olmak üzere buradaki kalıntılar ve antik Mısır tarihi karşısında büyülendiler. Napolyon Sfenks’i ve piramitleri görünce, iddiaya göre, “Binlerce yıllık tarih bize tepeden bakıyor!” diye bağırmıştı.  Antik Mısır, Napolyon’un takipçilerine o kadar ilham verdi ki, Fransa’ya döndüklerinde, karşılaştıkları her şeyin ayrıntılı tasvirleriyle birlikte, oldukça geniş kapsamlı bir şekilde antik Mısır tarihinin kaydını yaratmaya giriştiler.

Napolyon’un Mısır’daki zamanından, Sfenks’in burnu ya da onun yokluğuyla ilgili hayali bir hikaye ortaya çıktı. Gelenek, Fransız birliklerinin burnuna ateş ederek Sfenks’in görünümünü bozduğunu öne sürüyor. Hikayenin dayanıklı bir şekilde günümüze ulaşmış olmasına rağmen, bu doğru değil. Danimarkalı kaşif Frederic Louis Norden, 1737’de, Napolyon’un gezisinden çok önce Fransa’yı ziyaret ettiğinde, gezisini kapsamlı bir şekilde belgelemişti. 1755 tarihli kitabı “Mısır ve Nubia’ya Yolculuk”, burunsuz Büyük Sfenks’in bir taslağını içeriyor ve bu, burnun 1790’ların sonlarından daha önce kaybolduğunu gösteriyor.

İslami bir kaynakta Sfenks’in burnunun 14. yüzyılın sonlarında kaybolduğu geçiyor. Ortaçağ Mısır tarihçisi Al-Maqrizi’nin kaydettiğine göre, Sfenks’e tapan yerel halktan rahatsız olan Sufi Müslüman Muhammed Sa’im al-Dahr, burnu yontturmuştu. Sfenks’in sakalından farklı olarak, heykelin kırık burnunun parçaları hiçbir zaman bulunamadı, ancak Mısırbilimci ve Sfenks uzmanı Mark Lehner, mevcut kanıtların, kademeli bir çürüme ve kopma yerine, kayıtların açıkladığı gibi kasıtlı bir kırılmayı desteklediğine inanıyor.

Yüzey yenileme

Sfenks’i ortaya çıkarma girişimleri ilk başta çok başarılı olamadı. 1817’de İtalyan Mısırbilimci Giovanni Battista Caviglia, sadece ön tarafı temizlemeyi başarmıştı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Sfenks’in geniş göğsü ve devasa pençeleri artık görülebiliyordu. Sonraki on yıllarda ise daha fazla ilerleme kaydedildi, ta ki nihayet 1930’ların sonlarında üzerindeki tüm kum temizlenip Sfenks’in tamamı sergilenene kadar.

O zamandan beri arkeologlar daha derin bilgiler elde edebilmek için yüzeyin ötesine geçtiler. Mısırbilimci Mark Lehner liderliğindeki Amerikan Araştırma Merkezi, tüm Sfenks kompleksinin yoğun bir haritalama projesini yürüttü. Bu çalışmalar, anıtın korunmasına yardımcı olacak şekilde, inşasına ilişkin yeni bilgiler ortaya çıkardı.


National Geographic. 27 Temmuz 2023.

You must be logged in to post a comment Login