Büyük İskender, MÖ 336 ila MÖ 323 arasında Makedonya kralıydı. Balkanlar’dan günümüz Pakistan’ına kadar uzanan devasa bir imparatorluğa hükmetti.
Büyük İskender, saltanatı sırasında döneminin dünyasını büyük oranda etkiledi ve geleceğe izler bıraktı. Cambridge Üniversitesi Yunan Kültürü Bölümü’nden Prof. Paul Cartledge, “13 yıllık saltanatı içinde İskender, Yunan ve Ortadoğu göklerini bir meteor gibi vurdu, dokunduğu her şeyi -çoğunlukla vahşice- dönüştürdü ve antik dünyayı egemenliği altına aldı ve bununla birlikte dünyamız bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.” diyor.
İskender’in zaferleri aynı zamanda onu efsanevi bir figür ve gelecek nesiller için bir ilham kaynağı yaptı. Cartledge, “Büyük İskender, günümüz internet çağına kadar düşündüğümüzde, yaşamış en ünlü insandı. Şaşırtıcı fetih kariyeri sadece Caesar ve Augustus’a değil, aynı zamanda Marcus Antonius, Napoleon, Hitler’in yanısıra Batı’daki diğer dünya liderlere de ilham verdi.” diyor.
(Dünyanın Çoğunu Fetheden Büyük İskender Kimdi?)
College de France’da fahri tarih profesörü Pierre Briant, “Alexander The Great and His Empire” adlı eserinde “İskender askeri başarılarına rağmen, kayıtlara göre halkından bazı kişilerin saygısını kazanamadı, dahası kendisine en yakın olanlardan bazılarını bile öldürttü.” diye yazıyor.
Büyük İskender’in kişiliği bir paradokstu. Müthiş bir karizması ve güçlü bir kişiliği vardı ama karakteri, özellikle son yıllarında (30’lu yaşların başında) çelişkilerle doluydu. Ancak, imkansız görünen şeyleri yapmak için ordusunu motive etme yeteneğine sahipti.
Büyük İskender nereliydi?
İskender, MÖ 20 Temmuz 356 civarında, antik Makedonya’nın idari başkenti olan günümüz Yunanistan’ının kuzeyinde bulunan Pella’da doğdu. Kral II. Philip ve Olympias’ın (Philip’in yedi veya sekiz karısından biri) oğluydu ve ilahi bir şekilde doğduğu inancıyla yetiştirildi. Massachusetts’teki Wellesley College’da klasikler profesörü olan Guy MacLean Rogers “Alexander” adlı kitabında “Olympias, çocukluktan itibaren, onu kahramanların ve tanrıların soyundan geldiğine inandırdı. Elde ettiği zorlu başarıların hiçbiri bu inancı zedeleyemezdi.” diye yazıyor.
İskender’in babası sık sık sefere gider, komşu bölgeleri fetheder ve isyanları bastırırdı. Bu yüzden çoğunlukla İskender’in uzağındaydı. Abernethy, yine de Makedonya Kralı II. Philip’in İskender’in en etkili rol modellerinden biri olduğunu söylüyor. “Philip, İskender’e önemli bir eğitim verilmesine ortam hazırlayıp onun Aristoteles tarafından eğitilmesini sağladı. Eğitimi ona bilgi, mantık, felsefe, müzik ve kültür sevgisi aşıladı. Aristoteles’in öğretileri, işgal ettiği ve fethettiği imparatorluklardaki yeni halklarına karşı bakışında devreye girecek; bu farklı kültürlere hayran kalmasını ve onları korumasını sağlayacaktı.
İskender neredeyse her yıl babasının seferlerini ve zafer üstüne zafer kazanmasını izledi. Philip, Makedon ordusunu sivil savaşçılardan profesyonel bir organizasyona dönüştürdü, Macquarie Üniversitesi’nde tarih ve arkeoloji profesörü olan Ian Worthington, “Philip II of Macedonia” adlı eserinde “Philip, savaşlarda ciddi yaralar aldı; örneğin bir gözünü kaybetti, omzu kırıldı ve bacağı sakatlandı.” diye yazıyor.
Cartledge, “Alexander the Great” adlı kitabında Philip’in 16 yaşındaki oğlunu, Makedonya’dan uzakta seferdeyken, yerine bırakmaya karar verdiğini yazıyor. İskender, Maedi adlı bir Trakya halkını yenerek ve kendi adını verdiği bir şehir olan “İskenderiye”yi kurarak bu fırsatı değerlendirdi.
Abernethy “İskender, babasının otoritesine ve üstünlüğüne meydan okuma ihtiyacı duydu ve babasını geride bırakmak istedi.” diyor.
Plutarch’ın “Lives” adlı eseri gibi eski kayıtlar, İskender ve Philip’in daha sonra, İskender’in gençlik yıllarında yabancılaştıklarını gösteriyor. Abernethy, İskender babasının birçok evliliğine ve onlardan doğan çocuklara içerlemiş ve onları kendi konumu için bir tehdit olarak görmüş olabilir. Zaten annesi Olympia, Yunanistan’ın batısındaki Epirus’a sürgüne gönderilmişti.” diyor.
Philip, MÖ 336’da kızı Kleopatra’nın (ünlü Mısır Kraliçesi değil) düğününü kutlarken öldürüldü. Onu bıçaklayan kişinin, Philip’in eski erkek sevgililerinden biri olan Pausanias olduğu söylendi. Eski Yunan tarihçi Cleitarchus ve Diodorus Siculus’un “Library of History”de ana hatlarıyla belirttiği gibi cinayet, kıskançlık ve ihanete işaret ederken, “Epitome of the Philippic History Of Pompeius Trogus” gibi diğer antik kaynaklarda Pausanias’ın, İskender ve annesinin de öldürülmek istendiği daha büyük planın parçası olabileceğinden şüpheleniliyor.
Philip, ölümü sırasında, Akhamenid İmparatorluğu olarak da bilinen Pers İmparatorluğu’nu işgal etmeyi düşünüyordu ve bu imparatorluk zirvesindeyken, Balkan yarımadasından günümüz Pakistan’ına kadar uzanıyordu ve defalarca Yunan dünyasını fethetmeye çalıştı. Abernethy’ye göre, Philip’in hayali, kısmen annesi Olympias aracılığıyla İskender’e geçti. İskender’in içinde yanan hanedan hırsını besledi ve ona İran’ı işgal etmenin kaderi olduğunu söyledi.
Babasının ölümü üzerine, İskender gücünü pekiştirmek için hızla harekete geçti. Makedon ordusunun desteğini aldı ve Philip’in fethettiği Yunan şehir devletlerini, egemenliğini kabul etmeleri için korkuttu. Balkanlar ve Trakya’daki seferlerden sonra İskender, isyana kalkışan Yunanistan’da bir şehir olan Thebes’e karşı harekete geçti. MÖ 335’te fethetti ve şehri yıktırdı.
Yunanistan ve Balkanlar’ın sindirilmesi ile birlikte Pers İmparatorluğu’na karşı bir sefer başlatmaya artık hazırdı.
Pers imparatorluğunun fethi
Cartlege, İskender’in doğuya doğru genişlemek için kendi nedenleri olsa da, Akhamenid Pers İmparatorluğu’nu fethetmek istemesinin resmi nedeninin, MÖ 480-479’da Büyük Kral Xerxes yönetimindeki Persler’in Yunanistan’ı işgalinin intikamını almak olduğunu yazıyor.
Ancak İskender ironik bir şekilde, Pers kralı III. Darius’a karşı sefer yürütürken sık sık Yunan paralı askerleri ile savaştı. Dahası, Siculus’a göre, bir Pers işgal girişiminde yani Thermopylae Savaşı’nda kralını ve 300 savaşçısını kaybeden meşhur bir şehir olan Sparta, Spartalılar’ın onu devirme çabalarında Persler’den yardım isteyecek kadar ileri giderek İskender’e karşı çıktı.
Bununla birlikte, İskender İran’a karşı oldukça başarılıydı. Persler’e karşı kazandığı ilk büyük muharebesi MÖ 334 yılındaydı. Granicus Muharebesi’nde, antik Troya kentine çok da uzak olmayan bir noktada, Türkiye’nin batısında savaştı. Eski Yunan tarihçisi Arrianus, İskender’in 20.000 Pers atlısı ve eşit sayıda piyadeden oluşan bir kuvveti yendiğini yazar. Daha sonra şehirleri alarak ve Pers donanmasını üslerinden yoksun bırakarak batı Türkiye kıyılarında ilerledi.
Kazandığı ikinci ve belki de en önemli savaş, MÖ 333’te yapılan Issus Savaşı’ydı. Bu savaş, Türkiye’nin güneyindeki antik Issus bölgesi (Hatay ve İskenderun’un kuzeyi) yakınlarındaydı. Bu savaşta Persler, III. Darius ‘un kendisi tarafından yönetiliyordu. Arrianus abartılı bir şekilde, Darius’un 600.000 kişilik bir kuvveti olduğunu söyler ve başlangıçta, savaşmaktan çekinen İskender’e karşı Darius, kuvvetini etkili bir şekilde toplayabileceği büyük bir ovaya yerleşir.
Darius’un bunu bir korkaklık işareti olarak düşündüğü söylenir. Arrianus, “Bir saray mensubu birbiri ardına Darius’un, süvarileriyle Makedon ordusunu çiğneyeceğini ilan ederek Pers Kralını kışkırttı.” diyor. Böylece Darius pozisyonundan vazgeçerek İskender’i kovaladı. İlk başta bu iyi gitti ve Darius’un askerleri İskender’in kuvvetinin arkasına geçti. Ancak Darius’un ordusu, Persler’in üstün sayılarını etkili bir şekilde kullanamayacakları dar bir noktaya götürülmüştü ve bu noktada İskender kuvvetlerini, Perslere karşı harekete geçirdi. İskender’in deneyimli ordusu Persler’e çok güçlü olduklarını kanıtladı ve sonunda Darius, ordusuyla birlikte kaçtı.
Darius telaş içinde; annesi, karısı, henüz bebek olan oğlu ve iki kızı da dahil olmak üzere ailesinin çoğunu geride bıraktı. Arrianus, İskender’in Darius’un ailesi hakkında onurlandırılmalarını ve kraliyet olarak hitap edilmelerini emrettiğini yazar. Savaştan sonra Darius, İskender’e ailesi ve ittifakı için evlilik yoluyla bir fidye teklif etti.
Arrianus, İskender’in Darius’u yazılı olarak azarladığını yazar: “Gelecekte ne zaman bana haber gönderirsen, bana dengin olarak değil, Asya Kralı olarak hitap et ve bir şeye ihtiyacın olursa, sana ait olan her şeyin efendisi olarak bana haber ver”.
Mısır firavunu
İskender daha sonra doğu Akdeniz boyunca güneye doğru hareket etti ve Persler’i deniz üslerinden mahrum etmek için tasarlanmış bir stratejiyi sürdürdü. Birçok şehir teslim oldu, ancak günümüz Lübnan’ında bir adada bulunan Tyre gibi bazıları savaştı ve İskender’i kuşatmaya zorladı.
MÖ 332’de, Gazze kuşatılıp alındıktan sonra İskender, iki yüzyıl boyunca aralıklı olarak Pers egemenliği yaşamış bir ülke olan Mısır’a girdi. Kuzey kıyısında, inşa ettiği en başarılı şehir olan İskenderiye’yi kurdu. Arrianus şöyle yazmıştı: “Proje için ani bir tutku onu ele geçirdi ve agoranın nerede inşa edileceğini kendisi belirledi ve kaç tane tapınak inşa edileceğine ve hangi tanrılara adanacağına karar verdi…”
İskender firavun unvanını talep etti ve Cartledge’e göre, geleneksel bir törenle kendini Mısır hükümdarlarının soyuna bağlamaya çalıştı. Cartledge, “Neredeyse, Mısır’ın eski başkenti Memphis’te kendini firavun olarak taçlandırdı, böylece kendisini yalnızca Mısırlı kitlelere sevdirmekle kalmadı, aynı zamanda eski ve o dönem için hala güçlü olan Mısır rahipliğini yeni Mısır monarşisi ile birlikte harmanladı” diyor.
Gaugamela Savaşı
İskender, Doğu Akdeniz ve Mısır’ı kontrolü altına almakla Persleri deniz üslerinden başarıyla mahrum etmiş oluyordu ve Pers İmparatorluğu’nun doğu yarısını fethetmek için iç bölgelere hareket etmekte artık özgürdü. Gaugamela Savaşı’nda, MÖ 331’de Persler ile savaştı. Arrianus’a göre, Kuzey Irak’ta günümüz Erbil yakınlarında, İskender 1 milyon kadar askerle karşı karşıya kaldı. (Bu konuda modern bilim insanlarının tahminleri değişiyor, genel olarak 50.000 askere karşı 100.000 asker olduğu düşünülüyor.)
İskit atlıları, (muhtemelen günümüz Pakistan’ından gelen ve eski yazarların deyişi ile Hintli birlikler) Pers İmparatorluğu’nun kuzey sınırlarından gelerek İskender’in karşısına çıktılar.
Savaş kısa sürede bir sinir savaşına dönüştü. “Kısa bir süre için çarpışma göğüs göğüse oldu, ancak İskender ve süvarileri düşmana mızraklarla saldırıp onları sert bir şekilde geri püskürttüğünde, sık saflar halinde ve mızraklarla donanmış Makedon falanksı, düşmanın üzerine gidiyordu. Uzun zamandır korku içinde olan Darius, her yanında dehşeti görüyordu; savaş meydanından ilk dönen ve kaçan o oldu” diye yazar Arrianus. Bu noktadan sonra Pers ordusu çökmeye başladı ve bununla birlikte Pers kralı hızla uzaklaştı; ancak İskender’in gözü üzerindeydi.
Darius daha sonra satraplarından ve bölge valilerinden biri olan Bessus (o zaman Pers’ten geriye kalanlar üzerinde krallık iddiasında bulundu) adlı kişi tarafından ihanete uğradı ve MÖ 330’da kendi birlikleri tarafından öldürüldü.
İskender, Darius’un yenilgisinin ardından İran’da barışçıl bir iktidar geçişi istedi. Halkı yatıştırmak için meşru bir görünüme sahip olması gerekiyordu, bu yüzden İskender, Darius için soylu bir cenaze töreni yapılmasını sağladı.
Abernethy, “Yenik liderlere soylu cenaze törenleri düzenlemek imparatorluğun farklı bölgelerinin yönetimini devraldıklarında, İskender ve generalleri tarafından benimsenmiş yaygın bir uygulamaydı.” diyor.
Ayrıca İskender, sahip olduğu ahlak felsefesi sömürge altındakileri zorla Yunanlaştırma ile uğraşmayan Aristoteles’in öğretilerinden etkilendi. Sonuç itibariyle “İskender fethettiği toplumların siyasi özerkliğini elinden alacaktı; kültürlerini ya da yaşam biçimlerini değil. Bu şekilde onların kültürlerini onurlandırarak sadakatlerini kazanacak, fetih tamamlandıktan sonra bile güvenlik ve istikrar sağlayacaktı. İskender’in kendisi bile Pers kıyafetini ve bazı Pers geleneklerini benimsedi.”.
Arkadaşlarını neden öldürdü?
İskender’in eski komutanı Parmenio’yu ve Granicus Savaşı’nda İskender’in hayatını onun kurtardığı söylenen yakın arkadaşı Cleitus’u öldürmesi, İskender’in adamlarının sefer yapmaktan nasıl yorulduğunun ve İskender’in nasıl paranoyaklaştığının işareti olarak görülebilir.
İskender’in Orta Asya’daki seferi sırasında, Parmenio’nun oğlu Philotas’ın İskender’in hayatına karşı bir komployu bildirmediği iddia edildi. Öfkelenen kral, sadece Philotas’ı ve komplocu sayılan diğer adamları değil, görünüşe göre iddia edilen komployla hiçbir ilgisi olmasa da Parmenio’yu da öldürmeye karar verdi.
MS 1. yüzyıl yazarı Quintus Curtius’a göre İskender, Polydamas adında bir adama görev verdi ve Parmenio’yu öldürene kadar kardeşlerini rehin tutmasını istedi. Parmenio’nun görev yaptığı şehirdeki çadırına gelen Polydamas ona iki mektup verdi: biri İskender’den, diğeri Parmenio’nun oğlundan.
Quintus Curtius, “Parmenio, oğlundan gelen mektubu okurken, Polydamas’a görevinde yardımcı olan Cleander adında bir general, Parmenio’ya bir kılıç darbesi indirdi, ardından boğazına…ve onu öldürdü.” diye yazar.
İskender’in öfkesinin ikinci kurbanı ise İskender’e Pers kıyafeti ve geleneklerini benimsediği için kızan arkadaşı Cleitus’tu. Birgün ikisi içtikten sonra, Cleitus kralı azarladı ve ona özünde Pers geleneklerini değil Makedon adetlerini izlemesi gerektiğini söyledi.
Arrianus’a göre, Cleitus sağ elini kaldırdı ve “Bu, seni Granicus Savaşı’nda kurtaran el, İskender” dedi. Gözü dönen İskender, onu bir mızrakla öldürdü.
İskender, cinayet eylemini ürkütücü bir şekilde üstlendi. Arrianus, “Kendine durmadan arkadaşının katili olduğunu söylüyordu ve üç gün boyunca yemeden içmeden kesildi ve kendini kaybetti.” diye yazar.
İskender’in son savaşları
İskender’in Orta Asya’daki günleri tamamen mutsuz değildi. Askerleri MÖ 327’de günümüz Özbekistan’ında Soğd Kayası denilen yerde bir kaleyi ele geçirince, orada yerel bir hükümdarın kızı olan Roxana ile tanıştı ve evlendiler ve bir oğulları oldu; fakat oğlunu görmeye İskender’in ömrü yetmeyecekti.
İskender, adamları tükenmiş ve yurtlarından uzakta olmalarının verdiği bir rahatsızlık içinde olsa da Yunanlar’ın “Hindistan” dediği (günümüzde Pakistan) ülkeye girdi. Plutarch eserinde, İskender’in Taxiles adlı yerel bir hükümdarla ittifak yaptığını açıklar. Bu ittifak İskender’e Taxila şehrini bir harekat üssü olarak kullanmasına ve ihtiyaç duyduğu tüm malzemeleri elde etmesine izin verdi. Bu kazanımlar, İskender’in uzun tedarik hatları göz önüne alındığında çok faydalı oldu.
Buna karşılık İskender, 200 filin de yer aldığı bir orduyla ona karşı saldırıya geçmiş yerel bir hükümdar olan Porus ile savaşmayı kabul etti. İki ordu MÖ 326’da Hydaspes Nehri’nde karşı karşıya geldi. İskender uygun zamanı bekledi; bölgeyi keşfe çıktı, bir gemi filosu inşa etti ve uyguladığı strateji ile Porus’a güvende olduğu duygusunu verdi.
Porus güçlerini seferber ettiğinde kendini bir çıkmazın içinde buldu; süvarileri İskender’inki kadar deneyimli değildi. Bu nedenle, Makedonların o zamana kadar hiç karşılaşmadığı sayıda 200 fili ön saflara yerleştirdi.
İskender, Porus’un kuvvetlerinin kanatlarına saldırmak için süvarilerini kullanarak karşılık verdi ve Porus’un süvarilerini hızla geri püskürttü. Sonuç olarak, Porus’un süvarileri, piyadeleri ve filleri birbirine karıştı. Porus için işleri daha da kötüleştiren şey, İskender’in askerlerinin fillere ciritlerle saldırmasıydı ve yaralı filler öfkeyle hem İskender’in hem de Porus’un birliklerini ezdi.
Ordusu dağılırken Porus sonuna kadar direndi ve yakalandı. Arrianus, Porus’un Makedon kralına getirildiğini ve “Bana bir kral gibi davran İskender” dediğini yazar. Porus’un cesareti ve sözlerinden etkilenen İskender, onu kendine müttefik yaptı.
Eve dönüş yolunda
MÖ 324’te İskender’in yakın arkadaşı, general ve koruması Haphaestion ateşlenerek aniden öldü. Abernethy, Haphaestion’un ölümünün İskender’in kişiliğinde ciddi bir değişikliğe neden olduğunu söylüyor. “İskender hep ağır bir içici olmuştu ve bu ona zarar vermeye başladı. Otokontrolünü ve adamlarına karşı şefkatini kaybetti. Pervasız, keyfine düşkün ve tutarsız hale geldi, bu durum adamlarının sadakatini kaybetmesine neden oldu. Her zaman şiddetli bir öfkeye sahipti ve düşüncesiz, fevri ve inatçıydı. İçki içmek bu özellikleri daha da kötüleştirdi.”
Abernethy’ye göre, bu koşullar altında, adamlarının çoğu İskender’in eve dönmesinde ısrar ediyordu. İndus Nehri’nden güneye doğru ilerlerken Malli adlı bir grupla savaştılar ve İskender şehrin surlarına saldırdıktan sonra ağır yaralandı. Hint Okyanusu’na ulaştıktan sonra gücünü üçe böldü. Ağır teçhizata sahip bir kuvvet, İran’a doğru nispeten güvenli bir rota izleyecek; ikincisi, onun komutası altında, daha önce hiçbir büyük kuvvetin geçmediği, büyük ölçüde ıssız, terk edilmiş bir bölge olan Gedrosia’yı geçecekti. Gemilere binen üçüncü bir kuvvet ise, İskender’in kuvvetini destekleyecek ve onların yanısıra yelken açacaktı.
Gedrosia geçişi acınası bir başarısızlıktı ve İskender’in birliklerinin dörtte üçü yol boyunca öldü. Şiddetli rüzgar nedeniyle filosu ana kuvvete ayak uyduramadı. Arrianus, “Sıcaklığın çok artması ve suyun tedarik edilememesi, ordunun büyük bir bölümünü ve özellikle yük hayvanlarını yok etti.” diye yazar.
İskender’in neden gücünün bir kısmını Gedrosia üzerinden yönetmeyi seçtiği bir sır. Bunun nedeni, daha önce hiç kimsenin bu kadar büyük bir gücü içinden geçirmeye çalışmamış olması ve İskender’in ilk olmak istemesi olabilir.
İran’a dönüşü ve ölümü
İskender, bu kez Balkanlar’dan Mısır’a ve günümüz Pakistan’ına kadar uzanan bir krallığın hükümdarı olarak İran’a döndü. MÖ 324’te günümüz İran’ındaki Susa’ya geldi ki burada en özel danışmanlarından bazılarının evlendiği bilinir.
İskender, Orta Asya’da evlendiği Roxana’ya ek olarak iki kadınla daha evlendi. Biri III. Darius’un kızı Barsine, diğeri ise Parysatis olarak tanımlanan Persli bir kadın Arrian’dı. Plutarch, Roxana’nın İskender’in iki yeni eşine büyük olasılıkla kötü davrandığını ve İskender’in ölümünden sonra ikisini de öldürtmüş olabileceğini yazar.
MÖ 323’te İskender, günümüz Irak coğrafyasındaki Babil’deydi ve bir sonraki büyük askeri hedefi görünüşe göre imparatorluğunun güney ucundaki Arabistan olacaktı. MÖ 323 yılının Haziran ayında askelerini hazırlarken ateşlendi ve ateşi düşmek bilmedi. Kısa süre sonra konuşmakta güçlük çekti ve sonunda öldü. Bazıları zehirlendiğini öne sürer. Bununla birlikte, Yeni Zelanda’daki Otago Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Katherine Hall’a göre, bu sırada ölümü erkenden ilan edilmiş olabilir.
Ölümünden kısa bir süre önce İskender’e imparatorluğunun kime gitmesi gerektiği soruldu. Doğmamış bir oğlu olmasına rağmen cevabının “en güçlü adama” olduğu söylendi. Ancak imparatorluğunu bir arada tutacak kadar güçlü kimse yoktu. Cartledge, “İskender’in sorunsuz bir halefiyet için herhangi bir önlem almadan zamansız ölümü, onun çok gelişmiş imparatorluğunda payları olan mareşaller, generaller ve teğmenler arasında sürecek iki nesillik savaşın kapılarını açtı.” diye yazar.
İskender’in mirası
Abernethy, “İskender’in belki de en önemli mirası, Yunan kültürünün yayılmasını sağlamasıydı. Büyük İskender’in saltanatı, tarihte Helenistik Çağ olarak bilinen yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyordu. Yunan kültürünün İskender’in fethettiği alanlar üzerinde güçlü bir etkisi vardı.” diyor.
İskender’in kurduğu şehirlerin çoğu, şu anda 4,5 milyondan fazla insana ev sahipliği yapan Mısır’daki İskenderiye şehri de dahil olmak üzere İskenderiye olarak adlandırıldı. Birçok İskenderiye, Doğu ile Batı arasındaki mal akışını artıran ticaret yolları üzerinde bulunuyordu.
Cartledge’e göre İskender’in mirası bugün hala hayatta ve her yeni nesil tarafından yeniden tasavvur edilip yeniden yorumlanıyor; ayrıca ona karşı nötr olanlar, olumsuz bakanlar, hayran olanlar ve onu tanrılaştıranlar tarafından yorumlandıkça da o oranda farklı İskender tipleri ortaya çıkıyor.
Live Science. 8 Kasım 2021.
You must be logged in to post a comment Login