Yönetmenliğini Bahriye Kabadayı Dal’ın yaptığı “Hakkâri’nin Gizemli Taşları” belgeseli, 1998 yılında Hakkâri’de tesadüfen ortaya çıkan 13 stelin öyküsünü anlatıyor. Belgeselde hangi uygarlığa ait olduğu bilinmeyen ve üzerindeki betimlerin anlamı daha tam olarak çözülemeyen dikilitaşlar üzerinden özgün tarih incelemesi yapılıyor.
Film bu sene içinde dört adet uluslararası ödül aldı. İlk olarak İsviçre’nin Nyon kentinde düzenlenen 9. Uluslararası Arkeoloji Filmleri Festivali’nde “En İyi Küçük Bütçeli Arkeoloji Filmi” ödülü alan film, ekim ayında üç yeni ödüle daha kavuştu. Fransa’daki Narbonne Arkeoloji Filmleri Buluşmaları festivalinden Jüri Özel Ödülü, Almanya -Brandenburg’ta gerçekleştirilen CINARCHEA Uluslararası Arkeoloji Filmleri Festivali’nden Büyük Jüri Ödülü ve İtalya’da 26.sı düzenlenen Arkeolojik Film Festivali’nden Mansiyon Ödülü belgeselin ödülleri arasına eklendi.
Belgeselin ilk Türkiye gösterimi 18. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında Ankara’da gerçekleşirken, TRT Belgesel Günleri’nde olması planlanan İstanbul gösterimi, sinema sektöründe son zamanlarda yaşanan üstü kapalı sansür meselesi nedeniyle gerçekleştirilememişti.
Filmde ele alınan ve MÖ. 3500 yılına tarihlendiği düşünülen 13 stelin boyu 80 cm ile 3,5 metre arasında değişiyor. Taşların üstündeki betimlerde savaş alanındaki savaşçılar ile onlara ait silah ve eşyalar, savaşçıların kahramanlıklarına ilişkin kesitler ve yabanıl hayvanlar görülüyor. Steller şu anda Van Müzesi’nde bulunuyor.
Hakkâri’nin tarihi taşlarını anlatarak arkeolojiye önemli bir katkı yapan bu belgeselin yönetmeni Bahriye Kabadayı Dal’la yaptığımız röportajda hem taşların öyküsünü hem de arkeolojik belgeselleri konuştuk. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Filmi ne zaman izleyebiliriz?
Kasım ayında İstanbul’da gerçekleştirilecek Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali kapsamında da bir gösterim olacak. Özellikle son bir yıldır, filmlerimizin festivaller yoluyla izleyiciye ulaşmasının önünde büyük bir engel teşkil eden ve yasalarla sabitlenmiş kontrol mekanizması nedeniyle, pek çok diğer belgesel gibi Hakkâri’nin Gizemli Taşları belgeseli de yıl içindeki çeşitli festival gösterimi olanaklarından yararlanamadı. Sansüre karşı sinemacılarla dayanışma içinde olmayı göze alan festivallerde yer almayı tercih ettik, bu da oldukça sınırlı idi. Bu sorun çözülene kadar da aynı tutumu sergileyeceğiz. Elbette ki ulaşabildiğimiz kadar çok insana ulaşmayı istiyoruz ve festivaller dışındaki gösterim taleplerine de açığız.
Hakkari’de bulunan stellerle ilgili belgesel yapmaya nasıl karar verdiniz?
2007’de ilk gösterimini yaptığımız Devrimci Gençlik Köprüsü belgeselimizin çekimlerini sırasında Van Müzesi’ne de gitmiştik. Orada duvarlara asılmış halde bu taşları gördük. İlk görüşte aşk gibi, çok etkilendim bu taşlardan ve taşlarda resmedilen bakışlardan. Belgesel sinemacı kimliğim ve bu konulara merakım nedeniyle eski uygarlık kalıntılarının karakterleri hakkında aşağı yukarı bir bilgim vardı. Fakat bunlar daha önce hiç örneğini görmediğim, çok ilginç taşlardı. O zaman yanımda siyah beyaz filmim vardı. Sadece tek tek fotoğraflarını çektim ve İstanbul’a dönünce negatifleri bastırdım. Sonra başka işlerle uğraşmaya devam ettim.
2012 yılında fotoğrafları düzenlerken o fotoğraflara rastladım ve bu taşlara ne olduğunu merak ettim. Onlarla ilgili detayları hatırlamıyordum. Taşları araştırırken Veli Sevin’in konuyla ilgili kitabını gördüm, aldım okudum. Hoca detaylı bir şeklide incelemiş, şekilleri anlamlandırmaya çalışmış ama çalışma devam edememiş çeşitli sebeplerden dolayı. Gelinen noktada tahminler var ama çok net bulgular yok. Taşların öyküsünü anlatmaya kalkışırsak pek görsel malzeme bulamayacağımızı düşünsek de denemeye karar verdik. Sadece bu taşların öyküsü değil, tarih yazımı üzerine, arkeoloji bilim dalının böyle bir şeyle karşılaşınca nasıl bir hikaye kurduğuyla da ilgili bir çalışma yaptık.
Bir proje hazırlayıp Kültür Bakanlığı’na başvurduk. Proje bütçesinin küçük bir kısmı bakanlıktan geldi, bu destekle yola çıkıp daha sonra kendi katkılarımızla filmi tamamladık.
Çekmeye karar verdikten sonra ilk adımınız ne oldu?
İlk olarak “taşlar nerede, hâlâ müzedeler mi, nasıl çekelim” görmek için Van Müzesi’ne gittik, fakat çekim yapamadık, çünkü müze depremden zarar görmüştü ve yeni inşa edilecek müzeye taşınmak üzere eserler paketlenmişti. Filmde İhsan (Çölemerikli) hocanın da dediği gibi, keşke Hakkari’de bir müze olsa da burada çıkan eserler kendi şehrinde sergilenebilse.
Belgesel sinemada arkeolojik bir konuyu nasıl işlediniz?
Arkeolojide zaten Gül Pulhan’ın söylediği üzere, ortaya çıkan buluntular üzerinden bir kurgu yapılıyor. Biz de belgesel film yaparken aslında farklı malzemeler buluyoruz, aralarında bağlantılar yapıyor ve kendimizce biz de bir kurgu sunuyoruz. Belli bir konuda farklı şeyler söyleyenler var, biz bunların bazılarını belgeselin dışarıda bırakıyor, bazılarını içine alıyoruz. Oradaki sorumluluk da bize ait. Nesnel olmamız tabi ki mümkün değil ama olabildiği kadar gerçekliğin farklı boyutlarını yansıtmaya çalışıyoruz. Yani bir kurgu üzerine biz de bir kurgu yapıyoruz gibi bir durum var ortada.
Orada yeni kazılar ve çalışmalar yapılıp ortaya yeni bilgiler çıktığında, kurgumuzda bunlara ne kadar yaklaşmışız gerçekten merak ediyorum.
Taşların üzerindeki betimlerle ilgili detaylara girmediniz mi?
Taşlarla ilgili çok daha fazla bilgi, bütün bu şekiller ne ifade ediyor onlarla ilgili bilgiler Veli hocanın kitabında var, oradan okunabilir. Ama bunları birebir filme koymadık. Bir kitabın aynısını film yapmanın çok bir anlamı yok. Uyarlama, esinlenme o yüzden var. Daha güncel bir konu olsa ya da daha çok zamanımız olsa, daha yaratıcı bir tarza da yönelebilirdik, ki elimizdeki malzeme buna müsaitti. Ama biz daha ‘bilgi veren’ bir çalışma yapmak istedik. Hakkari ve yöresinin geçmişi konusunda biraz merak uyandırmaya yönelik bir çalışma. Geçmişle ilgili neler düşünüyoruz, geçmişle ilgili bilgimizi nasıl oluşturuyoruz…
Nasturi Kilisesi de tarihsel olarak çok ilginç bir ayrıntıydı..
Evet, kim bilir o kilisede neler çıkar diyeceğim ama, Türkiye’nin her yerinde Rumlardan, Ermenilerden kaldığı bilinen bir yer varsa orayı talan ediyorlar. Yani define rüyası bildiğiniz gibi birşey değil, o başka bir dünya. Yani bu hayalle yaşamayan insan yok gibi neredeyse Anadolu’da. O yüzden oralara da tırmanıp bir hallaç pamuğu yapmışlardır. Yine de ortaya çıkarılıp bir gezi rotasına eklenebilse, bir kültürel nokta olarak belirlense Hakkari açısından çok faydalı olacak.İhsan Çölemerikli’ye göre Hakkari, sadece o bölgenin değil bütün dünyanın en büyük nasturi kiliseleri merkezi, hac gibi bir yer. Hristiyanlığın ilk mezheplerinden olduğu için dinin yeni yayıldığı zamanlarda yüksek ve kuytu yerlere ihtiyaçları var.
Ne gibi zorluklar yaşadınız bu konuda belgesel çekerken?
Filmi görselleştirecek malzemenin azlığı en büyük zorluğumuzdu. Bağlantılı konuları görselleştirerek bunu yenmeye çalıştık. Tabi en önemlisi burada coğrafya. Bunların bize bu kadar ilginç gelmesinin nedeni, bulunduğu coğrafyanın Türkiye’nin farklı coğrafyalarından biri olması. Dağlık, ulaşılması güç, çalışma yapılması güç bir yer. Çok fazla askeri bölge var; zaten geçmişte ve bugün hâlâ birçok gerginliğin başladığı bir yer oluyor. O yüzden coğrafya çok önemli geldi ve onu görselleştirmeye çalıştık. “Bütün bu anlatılan hikaye burada cereyan ediyor, etmiş olabilir” diye.
Aslında bizim standardımıza göre daha fazla zaman geçirmemiz gerekiyordu, biraz daha çekim yapmak isterdik ama başlangıç bütçesi itibariyle çok şansımız yoktu bu konuda. Bu bölgede Devrimci Gençlik Köprüsü’nden gelen bir deneyimimiz vardı. Bölgeyi epey öğrenmiştik. Ama bu farklı bir konu ve farklı ihtiyaçları vardı.
Bu kadar çok bilinmeyeni olan bir konuda çekmek korkutucu muydu sizin için, yoksa belgesel sinemada bu normal bir şey mi acaba?
Bu kadar bilinmeyenle çalışmak normal bir şey değil. Bu kadar bilinmeyen olduğunu filme girince anlıyorsun, çünkü önden yazamıyorsun kurmaca bir şey olmadığı için. Neyle karşılaşıyorsak onu eklememiz lazım. Kitap aşağı yukarı bir fikir verdi. Elimizdekilerin kısıtlı olduğunu ve kesin bulgular olmadığını anladık, ama yine de pratikte belki yeni bir şeyler olur diye hayal ettik açıkçası. Keşke ilk bulunduğunda farkına varıp gidip oradaki çalışmaları çekebilseydik. Hep arşiv görüntülerinden faydalanmak zorunda kaldık. Ama belki ilerde olur onu takip ederiz diye düşünüyoruz.
Arkeoloji hakkında belgesel çekmekte bir farklılık var mıydı?
Genel olarak yoktu. Arkeolojide uzman görüşü olmadan bir şey çekemeyeceğini anlıyorsun. Herhangi bir belgesel de böyledir ama örneğin festivallere başvururken, arkeoloji festivalinde uzman görüşünüzün kimden geldiğini soruyorlar. Orada da anlıyorsun ki bu insanlar olmasa belgeselin güvenilirliği sarsılacak. Bunu bilerek yola çıkıyorsun. Onun dışında, malzeme yaklaşık 3500 yıl önceden kalmış olduğu için bu insanları görselleştiremedik tabi.
İlk defa arkeoloji ile bağlantılı çalışmanız galiba değil mi?
Tarçın Film olarak ilk çalışmamız. Ama daha önce çalıştığım ekiple 2000 yılında Anadolu Mirası adında belgesele yakın bir tanıtım filmi yapmıştık. Bu UNESCO Kültürel Miras listesinde yer alan dokuz bölgeyi anlatan bir işti. Arkeolojik anlamda Türkiye’yi gördüğüm ilk projeydi. Yine aynı ekiple Van- Çavuştepe höyüğünde uzun yıllat bekçilik yapan Mehmet amcayla ilgili bir film yapmıştık, Urartu Mehmet idi filmin adı.
Arkeolojiye ve tarihe özel bir ilginiz var mıydı?
Genel olarak hayata merakla ilgili bir şey bu. Tarih belgesel sinemacılığın en sıkı ilişkide olduğu alanlardan biri. Belgesel genel olarak disiplinler arası bir sanat dalı. Film yaparken psikoloji biliminin içindesiniz. Tarih ve sinema işin içinde. Benim de ilgi duymadığım alan az denilebilir. Türkiye gibi bir yerde arkeolojiye ilgi duymamayı düşünemiyorum.
Belgesel Sinemacılar Birliği olarak yaklaşık 15 yıl önce Kubaba Arkeoloji Filmleri Festivali’ni düzenlemiştik. Antalya’da, Akdeniz Araştırmaları Merkezi (AKMED) kapsamında halka açık çok güzel gösterimler yaptık. Yurtiçi ve yurtdışından belgesel sinemacı ve arkeologları buluşturduğumuz çok güzel bir etkinlik olmuştu.
Daha sonraki yıllarda da BABİL Derneği olarak, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde TÜRSAB’ın da parçası olduğu bir arkeoloji filmleri gösterimi yaptık. 8 tanefilm göstermiştik. Müdür Zeynep Kızıltan’la da konuşarak, belki daha sonra açık havada göstermek gibi çok şeyler hayal ederek başladık ama maalesef tek bir etkinlik olarak kaldı.
Arkeoloji Filmleri Festivali’ni 2000’de gerçekleştirmiştik, 2015’teyiz. Bir daha da böyle birşey olmadı. Oysa uluslararası bir festivaldi ve çok güzel filmler izlemiştik bu sayede.
Bu konulara yurtdışında daha çok ilgi var mı?
Dünyada da kısıtlı bir ilgi var ama daha kurumsal olduklarını söylemek lazım. Genelde arkeoloji film festivalleri müze ya da üniversite merkezli oluyor.
Arkeolojiyle ilgili başka bir belgesel çekmeyi düşünüyor musunuz?
Arkeoloji değil ama, şu anda post-prodüksiyonu süren, bir sanat müzesiyle ilgili bir projemiz var. Bayburt’ta, Hüsamettin Koçan’ın kendi köyüne kurduğu bir müzenin öyküsünü anlatıyoruz. Baksı müzesi 2014 için Avrupa Konseyi Müzesi ödülü aldı. Bu fikir nereden çıktı ve nasıl bir müzeye dönüştü, orada yaşayan insanların tepkileri nasıl oldu, bunu anlatmayı amaçlıyoruz. Senaryo geliştirme aşamasında olduğumuz bir de Karadeniz projemiz var.
Onun dışında arkeolojiyle ilgili, Ortadoğuda yaşanan kültür tahribatı ilgimizi çekiyor. Büyük bir operasyon içinde biraz oradan biraz buradan önemli kalıntılar yok oluyor. Kütüphaneler yakılıyor. 2003’ten beri sistemli ve korkunç bir süreç var. Bununla ilgili çalışmayı çok isteriz ama nasıl bütçe bulunur, soru işareti.
You must be logged in to post a comment Login