Avukat Murat Cano Hasankeyf’in Hukuksal Sürecini Anlattı

Europa Nostra Türkiye ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi çağrısıyla İTÜ Taşkışla’da düzenlenen panelde, Hasankeyf’in kültürel mirası, yapılan kampanyalar, hukuki süreci ve geleceği tartışıldı. Vecdi Sayar moderatörlüğünde 12 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilen panelde, Avukat Murat Cano da konuşmacılar arasındaydı.

Panelde, Avukat Murat Cano, Hasankeyf için yıllardır sürdürdüğü hukuksal mücadeleyi başından sonuna kadar ayrıntıları ile aktardı. Hasankeyf’in neden korunması gerektiğini, bu konuda neler yapılabileceğini anlatan Murat Cano’nun konuşmasını yorumsuz olarak yayınlıyoruz.

Bir imza atarak “Hasankeyf Boğulmasın” kampanyamıza siz de destek olabilirsiniz.

murat cano hasankeyf konuşması

Görsel: Murat Kaan / Magma

 

12 Aralık 2015 Murat Cano konuşması:

16 Yıldır Süren Mücadele

1999 yılında başlayan hukuksal mücadele çerçevesinde, şirketler grubunun yer aldığı uluslar arası konsorsiyumun yer aldığı kontratın iptaline başvurdum. Ankara idari mahkemesi “ben bu davaya bakamam, bu benim yetki alanımın dışında, bu davaya Diyarbakır idari mahkemesinin bakması gerekiyor” dedi. Doğrusu iyi kötü ben de hukukçuyum ve düşündüm dava açmadan, Ankara mahkemesine dava açmıştım çünkü iptali istenen idari işlem Bakanlar Kurulu’nun kararı, iptali istenen kontrat Bakanlar Kurulu kararının verdiği yetkiden hareketle, Ankara’da imzalayan uluslar arası konsorsiyum önünde imzalayan Enerji Bakanlığı’ydı. Bu nedenle Anakara idari mahkemesine açmıştım davayı. Dosya Yargıtaya gitti.

Biz 7 yıl mahkemeler arası yetki görev yolculukları ile uğraştık onun için bunları söylüyorum. Bu 7 yıllık gecikmenin sebep olduğu kayıp, bu gün Hasankeyf’in boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasının başlıca nedenlerinden biridir. Bakın devlet kurumları, bazen normal düzenlemeleri uyguluyor görünmekle birlikte, onu zaman yedirerek uygulamama yolunu seçiyorlar, tıpkı şimdi olduğu gibi. Doğrudan uygulamıyorum demekle, onun gereğini pratikte yapmamak aynı sonucu verir. İlginçtir, Diyarbakır mahkamesi de “ben bu davaya bakamam” dedi. Kim bakacak? “Çünkü bakanlar kurulu kararının iptalini isteniyor. Buna danıştayın bakması gerekiyor” dediler. Uzatmıyım böyle 6 yıl geçti. Sonrasında dosyaya Diyarbakır Mahkemesi’nin bakması sonucuna varıldı. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü davaya katılmak istediğini belirtti. Ben hiç itiraz etmedim. Baştan beri, bu davaya katılması gerekiyordu. Yürütme erki idari birimi olarak DSİ’nin katılmasına hiçbir itirazım olmadı. Geç kalmıştır dedim. Geç kalmıştır! Yeniden belge sunmak yeniden şunu yapmak bunu yapmak hakkını vermeyin dedim.

İlk Keşif Kararı

Sonra keşif kararı alındı. İlk keşfi söylüyorum, çok ilginç 2007 yılında keşif kararı alındı, ilk keşif! Seçilen bilir kişileri isim olarak söylüyorum, onları tanımam en ufak bir saygısızlığım da yoktur. Kendi alanlarında, kendi uzmanlık alanlarında yetkin insanlar da olabilirler. Ancak insan bilmiyorum diyebilmeli ki o da uygar olmanın dürüst olmanın belli başlı ön şartlarından biridir. Seçilen kişiler; Prof. Dr. Musa Avcı bu kimse Ege üniversitesi ziraat fak. Öğretim üyesi, uzmanlık alanı ise Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü. Diğeri Doç. Dr Yüksel Sayar. Bu kimse aynı üniversitede Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü ana bilim dalı öğretim üyesi. Üçüncü kişi, aynı üniversiteden bir inşaat mühendisi. Bunların uzmanlık alanlarının bu uyuşmazlığı kavramaya ve uyuşmazlığın çözümü için düşünce üretmeye yetmeyeceğini belirterek mahkemeye naçizane itirazda bulundum. Ve itirazda bilirkişi heyeti çekildi. Böylelikle bilirkişi heyeti çöktü. Sonra yeniden 2010 yılına kadar bekledik. Aradan tam 11 yıl geçmiş. Bu kez konsorsiyumu, gönüllülerin mücadelesi dağılmıştı, bakanlar kurulu 2004 yılında yeni bir kararname açıklayarak yabancı şirketlerin yerine Türk şirketlere Nurol ve Cengiz ortaklığına alınmasına, kreditör olarak projeye para vermekten çekilen yabancı şirketlerin yerine ise, Akbank ve Garanti bankalarından hazine garantisiyle, hazinenin garanti vermesi yetmedi, Akbank’ın içinde olduğu Sabancı Holding’in enerji sahasına Orta Anadolu ve İstanbul elektrik dağıtım işinin verilmesi, Garanti bankasının içinde yer aldığı holdinge ise, Yalıkavak’tan, İzmir’in bazı ilçelerinden başlayıp şimdi Antalya’da bitmek üzere olan limanların tümü, yat limanlarının verilmesi rüşveti karşılığında, onlardan kredi alınıp devam edildi. Bunların hepsini kanıtlayabilir durumdayım. Yoksa söylemem.

Yabancı bir şirket 220 milyon poundluk bir kredi ile projeye katılmak istediği zaman – İngiliz şirketinden söz ediyorum- İngiliz kredi garanti kurumu bunu bizim hazinemiz diyerek temin ediyor. Yani sen bu krediyi yatırdığın işten, ülkeden geri alamazsan bunu ben sana öderim diyor. Ama o garanti vermeden önce Londra sanayi odasına diyor ki; git yerinde incele. Karşı çıkan insanlar ve devlet kurumları ile konuş. Bana rapor getir, sonra ben düşünce üreteceğim. O düşünceyi kredi garanti kurumuna bildireceğim. O da ona göre karar verecek. Geldiler bana. Ben susuyorum, kağıtlar konuşuyor. Karar verilecek, rapor hazırladılar. Ve çekildiler! Yani ister yerli ister yabancı hiçbir kreditör, ilgili ülke kredi garanti kurumundan teminat almadan bu tür uluslararası ve büyük projelere para vermez. Türkiye’de bu böyle oldu. Güler Hanım’a sorduk; Ilısu projesine kredi vermişsiniz doğru mu diye. Cevabı ne oldu hanımefendinin biliyor musunuz? “Ben hazineye kredi verdim.” Bu öyle bir komedi ki, bu hepimizin aklı ile, halkımız ile öyle bir alay etmek ki, hazine neden sana garanti veriyor peki? Hangi iş için garanti veriyor? Sen hangi işte kullanılmak üzere kredi veriyorsun hanımefendi bunu açıkla. Velhasıl artık bizim memleketimizde sanıyorum ki çokyüzlülük marifet olmaya başladı. Bırakın ikiyüzlülüğü, çokyüzlülük marifet olmaya başladı.

İkinci Keşif Kararı

Neyse yeni bir kurul oluşturuldu keşif yapılmak üzere. Bu kurulda kimler var onları söyleyeceğim. Prof. Dr. Necati Ağıralioğlu. Bu zat, o sırada İski yönetim kurulu üyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı da iktidar partisinden idi. Şimdi de öyle ya… Diğeri Doç. Dr. Şevket Dönmez. Bir diğeri Yrd. Doç. Dr. Feridun Özgüç. Bu insanları da nedenlerini belirterek, hem de konunun uzmanı teknik insanlardan detaylı bilgi alarak bunlar yetmez dedim. Ayrıca bunlar yansız değil. Birisi bir koruma bölge kurulunda, bakanlığın temsilcisi olarak görev yapıyordu o sırada. Mahkeme şu gerekçeyle reddetti. Onu özellikle söylüyorum. “Murat Cano’nun yaptığı itiraz, hakimlerin itirazına ilişkin sebepleri kapsamıyor. Sanki ben hakimlere itiraz ediyormuşum. Ama mahkeme bayağı hüküm veriyor ve hüküm değişene kadar hükmünü unutuyor. Hani biz sandık ki cumhuriyet kuruldu, cumhuriyet mahkemesi kadı değil, hakim de kadı olmaz öyleyse mahkemenin hükmü olur fermanı olmaz. Hükmüne itiraz edilir, hükmü değişir, hükmü düzeltilir ve yeni bir hüküm alır. Hayır, ben yanılmışım.

Geldik keşfe. 23 Mart 2012 günü Hasankeyf’e keşfe gidiyoruz. Keşif mahalinde yapayalnızdım. 200 özel tim, bilmem kaç sayı da konsorsiyum şirketinin militanları vardı. Gece orada kaldım, göze alarak kaldım. Sadece amacımın büyüklüğünü ve değerini anlatmak istedim. Keşif mahaline gittik saat 9.30. Mahkeme heyeti, bilirkişiler, konsorsiyum avukatları, DSİ avukatları, Başbakanlık avukatları, Kültür Bakanlığı avukatları herkes orada. Burada da yurttaş Cano var. İmam Abdullah Türbesi’ne gidildi, ayakkabılar çıkarıldı, dua edildi, saygıyla karşılamıştım ama keşif başlamıştı. Keşif süreci içinde insanların inançlarına ya da başka değerlerine, başka türlü davranmak hakları ve yetkileri yoktu. Fakat oldu. Sonra tepe üstüne çıkıldı. Heyet bilirkişilere döndü dedi ki; “İşte burası gördünüz, siz incelemenizi yapın, raporunuzu verin. Biz ayrılıyoruz.” Bunların hiçbirini Murat Cano’nun marifetlerini anlatmak için anlatmıyorum. Sürecin arkasındaki iradeyi, o iradenin görünen görevlilere nasıl yansıdığını anlamanız için anlatıyorum. “Hayır” dedim, “keşif öyle yapılmaz. Tek tek bütün eserleri gezeceğiz. Hangi eser hangi tarihsel döneme ait, hangi inşaat tarzıyla yapılmış, taşınabilir mi, taşınabilirse zarar görmeden nasıl taşınabilir, konumlandığı yerde yaratıldığı yerdeki diğer eserlerle birlikte ifade ettiği değeri ifade eder mi, su altında bırakılacaklar hangileri, korunacaklar mı, nasıl korunacaklar, hangi teknikte korunacaklar.” Uzatmayalım. Hemen bitirilmek istenen keşif tek tek bütün eserler gezilerek, akşam 18.00 olana kadar devam etti.

O ara mahkeme başkanı diyor ki; “Murat bey siz bunları nerden biliyorsunuz?” Sayın başkanım beşeri bilimlerin yardımı oldu. “E bu kadar beşeri ve arkeolojik eser var diyorsunuz, nerden biliyorsunuz?” Kültür Bakanlığının listesi var. “E neden size veriyorlar?” Ben yurttaşım, memleketimdeki değerleri bilmek istiyorum, tanımak istiyorum. Hakkım da var buna. Devlet sırrı değil.

18.10 oldu bilirkişilerden profesör olanı “Efendim ben baraj bölgesini görmek istiyorum.” dedi. Karanlık basmak üzere. Ilısu köyü ile Hasankeyf arasındaki mesafe 120 km ve yol bozuk. Dargeçit’ten geçmeniz gerekiyor. Dargeçit’in tepelerine PKK’lı militan nişancılar yerleşiyor, geçen yaya ya da motorlu araçları vuruyor. Bu biliniyor. Dönüp bana baktılar, “Ben de istiyorum” dedim. Ilısu Köyü’ne gittiğimizde karanlık basmıştı ve jandarma bize ulaştı. İkiyüze yakın otomatik silahlı askerler, bir o kadar sivil.

İlk sabah mahkeme heyeti ve herkes Murat Cano’ya vatan haini gözüyle bakıyordu. Ancak gün boyunca Hasankeyf’te sürdürülen keşif sırasında olup bitenler acaba dedirtmeye başlamıştı. Akşama doğru da fotoğraf çektirmek istediler, “Murat bey aramıza gel lütfen” demeye başladılar. Başkan “Murat Bey yatırıma karşı değil, O Hasankeyf’i korumak istiyor, galiba sorusu yoktur” dedi. İki sorum var dedim. Bu soruları niye söylüyorum çünkü halen sorulması gereken sorular bunlar. Çünkü çözümler bu iki soruda yatıyor. ‘’Dicle’nin yıllık ortalama debisi nedir?’’ herkes birbirine baktı. DSİ bölge müdürü o arada şey falan dedi, ‘’yıllık 25 milyar metreküp olmasın” dedim, evet evet dedi. ‘’barajın rezervuarında ne kadar su tutulacak” dedim. “Başlangıçta 10,4 milyar metreküp sonra da sürekli olarak 7.4 milyar metreküp olmasın” dedim. “Bu 25 milyar metreküp suyun hemen hemen yarısı değil midir? Bu tutulursa havza ne olur?” Cevap yok. “İklim ne olur, su ne olur, canlılar ne olur?” Cevap yok.

Vadideki başka bir yamacı göstererek “şu yamaca baraj gövdesi yapsaydınız kot seviyesi düşer miydi?” Ağzından kaçırdı ‘’evet’’ düşerdi dedi. Yaklaşık 62 m düşerdi. Peki, neden yapmadınız? Kalkerik yapısı var suyu tutmuyor dedi. Denizin ortasına saray yapıyor ama yamacın su kaçırmasını önleyemiyor.

Neyse karanlık çöktü mahkeme başkanı komutanı çağırdı. Güvenliğimizi sağlayın, döneceğiz dedi. Komutanın söylediklerini birebir söylüyorum: “Sağlayamam, çünkü Dargeçit burası. İki tarafa konumlanıyorlar, her geçeni vuruyorlar. Burada kalmalıyız.” dedi. Bana döndüler, dedim ki “Benim hakimlerin vicdanına güvenim sonsuzdur. Konsorsiyum şirketlerinin akşam ekmeğini yemek, onların çatısı altında kalmak sizi etkileyeceğine inanmak istemiyorum, kalıyoruz.”  dedim ve kaldık. Sandalyemi kapının arkasına taktım ve biliyor musunuz uyudum. Niye? Her ne yaparsa yapsınlar bari endişeli olmadan gideyim. Çok açık söylüyorum uyudum.

Bilirkişi Raporu

Ertesi gün döndük işimiz bitti, bilirkişiler rapor hazırladı. Raporun özetini söylüyorum:

1-Hasankeyf’te 550 arkeolojik yerleşme vardır.

2-Bunların envanteri dahi çıkarılmamıştır. Yani bilmiyoruz.

3-Bütüncül bir koruma planı yoktur.

4-Taşınacak vesairelerin taşınıp taşınamayacakları, taşınabilirse nasıl taşınacakları, zarar görüp görmeyecekleri, bu zararların nasıl giderileceği ya da önlenebileceği ile su altında kalacak eserlerin nasıl korunacağı, kaya falezinin? Çözülmesinin, çökmesinin nasıl önleneceği konularında herhangi bir düşünce bile yok.

Bu konularda hazırlanmış proje de yok, bölge kurulunca verilmiş onay da yok. Yok.Yok.Yok.

Ama bir şey daha var. Bu işi yapmak, yani Ilısu projesini gerçekleştirmek, tüm konumu mevzuatına, işte ülkenin tarafı olduğu uluslararası korumaya gayret etmek, yükümlülüklerine özellikle Valetta Sözleşmesi’ne aykırı mıdır değil midir biz bilemeyiz. Uzmanlık alanımızın dışında sanki diğer konularda uzmanlarmış gibi. O yokları saydıktan sonra vardıkları sonuç şu:

Bütün bunlara karşın barajın yapılmasında üstün kamu yararı vardır!

Devamında rapora itiraz ettik. Dedik ki: Yetkin ve bağımsız uzmanlardan oluşan, değişik disiplinlerden gelen, suyu da, yaban hayatı da, arkeoloji ve mimariyi, restorasyonu ve taşımayı bilen, deneyimli insanlardan oluşan geniş bir kurul oluşturulup, bir gün değil üç ay çalışsınlar. Planlanan projeye göre seçenekleri değerlendirsinler. .

O sırada 72 ülke nezdinde çalışmalar yapılıyor. Tayland’dan Kanada’ya oradan Türkiye’ye, her ülkenin çalışması diğer bütün ülkelere gidiyor. Son yüzyıllık su ile oyunumuzu çalışıyorlar. Suyla ne yaptık son yüzyılda? O sırada öğrendim. Projelerin sonuçlarını, iklim su ilişkisini, bütün bunların hayatla ilişkisini vs. Baraj ve enerji uzmanı insanlar buluşup seçenekleri değerlendirsinler ve seçenekler için devletin yeniden yapacağı gideri de değerlendirsinler. Ne gözden çıkarıyor, ne kadar gelir getiriyor, bunun için ne kadar gider lazım bunu da değerlendirsinler.

Mahkeme kararı verecekken parlamentomuz, torba içinden çıkardığı bir kanun maddesi ile Batman’da idari mahkemesi kurdu. Fakat Diyarbakır Mahkemesi keşif yapmıştı. Batman’da mahkeme kurulunca Diyarbakır Mahkemesi yetkisiz mahkeme haline geldi. Dosya uçtu, Batman’a gitti. Şimdi Batman mahkemesinin heyet halinde olması gerekiyor. Yani 3 hakim. 2 hakimi Ankara’dan tayin ettiler diğerini Diyarbakır’dan tayin ettiler. Keşfe katılan hakimlerinden biri bu adam. Batman mahkemesi ikiye bir oyla davanın reddine karar verdi. Bundan sonra üstünde duracağımız dünyaya, Türkiye’ye, kendinize işte bu diyebileceğiniz bir başka kaynaklardan biri de bu karara muhalefet eden sayın hakimin muhalefetidir. Kararın tamamı 13 sayfa. Kararda muhalefet işgali 6 sayfa. Ben yazsam belki en fazla onları yazardım. Onu, o sayın hakimi, o keşfe katılan Diyarbakır heyetinden, saygıyla selamlıyorum. Batman mahkemesinin hakimleri ise bir keşif belki yapmışlardır. Güzel ne güzel manzara diye bir şeyler yemişlerdir, öyle görmüşlerdir. Ama eserleri, onların değerlendirmelerini yaptıklarını doğrusu sanmıyorum.

Sonra Danıştay 2012 yılında kararı onayladı. Dedim ki yanlış yapıyorsunuz. Bu karar onanamaz. Çünkü bu karar, muhalefet eden hakimin gerekçelerini karşılamıyor. Ayrıca şunlar şunlar var dedim. Bir de şöyle sanıyorlar biliyor musunuz? Memleketin rezerv değerlerini korumak isteyen herkes önce şüpheyle karşılanıyor. “Aa! Yatırıma karşı çıkıyorlar.” Ama artık alfabeyi sökmüş herkes öğrendi ki memleketin rezerv değerlerini korumayan aslında memleketini sevmiyor. Asıl vatan haini odur. Çünkü suyu yok et, toprağı yok et, ormanı yok et, kurdu kuşu yok et, tarihi eseri yok et, sonra ben memleketimi seviyorum. Hadi oradan!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Başvuru

Şimdi düzeltin dedik ardından 2 yıl geçti, Danıştay’dan tık yok. Şimdi orada ilginç bir gelişmeyi söyleyeceğim; Rahmetli Metin bey, Zeynep hocam, Süha Özkan…Özcan ve Murat Cano yurttaşınız ortaklaşa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 2006 yılında başvuru yaptı. O yılda şunu söyledik; -ki bunları da neden çok yerde tekrar ediyorum, hoş görün- Gerek uluslar üstü mahkemelerde gerek Türk mahkemelerinde aşılması gereken aşılması gereken cehaletler var. Bunların pratiği bizi mağlup ediyor. Yani özet olarak söyleyeyim konuya girmeden, işte Avrupa mahkemesi anayasası, Avrupa insan hakları sözleşmesi dediğimiz sözleşme.  Avrupa biz uygarlığın öncüsüyüz, biz de ayrı bir bildiri yayınlayalım. Ne dediler orada? Yaşama hakkı, ayrımcılıklar falan filan. Sadece gerçek kişiler için. Şimdi o sözleşme devam ediyor. İki sözleşmenin içinde kültürel miras, bunun evrenselliği, korunması vs öyle bir şey yok! Alınıyor, satılıyor suç değil. Mal çünkü o, alınır satılır, yıkılır da. Ama yaşama hakkı biyolojik varlığın fizik olarak sürdürülmesinden ibaret algılanamaz. Eğitim hakkı müfredat kapsamında okuyup diploma almaktan ibaret değildir. İnsan öncekini, ötekini tanımıyorsa; onların eserlerine ulaşmıyorsa; bir ukaladır, iki cahildir, hatta üç faşisttir. Dün, bugün, yarın aynı değil. Siz Avrupalılar dünü öğrenir bugünü yaşarsınız, yarını planlarsınız. Sonra da bunu alkışlarsınız. Ama artık insanlık öğrendi; dün, bugün, yarın birlikte ve beraber yaşanmak zorunda. Süreçler kendine has sonuçlar yaratıyor, hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Siz bu eserleri korursanız aslında yaşama hakkını korursunuz, bu eserleri korursanız eğitim hakkını korumuş olursunuz. Bu eserler başka bir coğrafyada başka uygarlıklar tarafından önceki zamanlarda yaratıldıkları için bu eserleri korursanız ayrımcılık yapmamış olursunuz dedik ve acil tedbir istedik, acil tebliğ istedik. Karar; temel sözleşme kapsamı içinde yer alan haklardan olmadığı için meselenin önem verilmesine imkan tanımamıştır. Mesleki değer yargılarına esir düştük.

Ama Hükümete bir soralım Hasankeyf’teki eserleri nasıl koruyacaksınız? Acele bildiri, dediler ki Hükümete sordular, sevgili hükümetimin yetkilileri Dış işleri bakanlığı AİHM’e 6,5 kiloluk savunma yapıldı. Savunmanında hikayesi şu; ekonomiye katkıları anlatılıyor, ömrü anlatılıyor. Ama sonra diyorlar ki -resmi bir hile yapılıyor; 150. Madde koruma programı önerdiler; şöyle koruyacağız, böyle koruyacağız, şöyle taşıyacağız falan. Dostlarımın önemli katkılarıyla onu çöpe attık. İç hukuktaki bu gelişme üzerine tekrar mahkemeye döndük. Dedik ki bakın rapor şu, şunları şunları şunları kapsıyor, şu proje yok, şu proje yok, şu proje yok ama mahkeme 2 ye 1 davayı reddediyor. Mazereti ise “Valletta Sözleşmesi’ne çok sıkı atıf yapıyor.” Seni bağlamıyor mu o?

İnsanlık Suçu

Hasankeyf gidiyor, Hasankeyf için yakın değil çok yakın tehlike mevcuttur. Sonra bir karar al, sonra uluslararası bağımsız uzmanlar kurulu oluştur, keşif yap orda, benim hükümetimin dış işleri, kültür bakanlığı, enerji bakanlığı, çevre bakanlığı, yetmiyorsa bakanlar kurulu onların hepsi oraya katılsın. Biz yurttaşlar olarak bir STK’nın davacıları olup, bir inceleme yap ondan sonra karar ver.

Türk memurlarından biri evrak getiriyor. Bu isteğiniz yerine getirilemez. Çünkü bu işlem ancak jenosit tehlikesi bulunması halinde söz konusu olur. 2004’ten beri aynı derdi, çileyi duyuyorum. Şimdi bir jenosit var yani insanlığa karşı suç var. Bir de o tipten suç var. Şimdi beni öldürürseniz, toplumumu öldürürseniz o jenosittir. Ama senin topluluğun beni öldürmeden benim değerlerimi öldürürseniz, insanlığa karşı suç işlemiş olursunuz. Çünkü ben çırılçıplak kalırım. Hele ki kültürel miras her ne kadar şu coğrafyada bu coğrafyada, şu ülkenin bu ülkenin egemenliği altında bulunuyorsa da, şu zamanda bu zamanda başka uygarlıklar tarafından yaratılmışsa da, kimsenin babasının malı değildir. Ülkeler sadece vesaitçidir. Korumak ve sonraki kuşaklara aktarmakla yükümlüdür. Evrensel değerde varlıktır, mal değildir. Bunları yok eden eylemlere karşı durmak gerekiyor.

Yeniden tedbir istedim. Dediler ki, senin bu talebin karşılanmıyor. Hukuki dilde küfür edercesine bir mektup gönderdim. Şunu yap yoksa… Onun yerine başka bir memur geldi. Dilekçem başkan yardımcısına, daire başkanına ulaştı ve bana 19 Kasım 2015 tarihinde bir yazı gönderdiler. Önce memuru savunuyorlar, sonra sizin isteğiniz şöyle de olsa böyle de olsa, biz isteklerinizi başkan yardımcısı hakime götürdük. Okuyorum: Bu yeni istekleri göz önünde bulundurarak yardımcı başkan 17 kasım 2015 tarihinde, yani karardan 2 gün sonra, hal ve şartların yönetmeliğinin 39. maddesinin kapsamında olmadığını, -o geçici tedbire ilişkin bir madde, yönetmelik dediği de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi iç tüzüğüdür. – Kapsamında olmadığını ve bu konuda tekrar talep etmiş olduğumuz geçici tedbirin TC hükümetine bildirilmesine gerek bulunmadığına karar vermiştir. Bununla beraber yardımcı başkan iç tüzüğün şu maddesi gereği bu isteğe öncelikli bir muamele uygulanmasını onaylamıştır. Şimdi geçici tedbire gerek görmüyor. Ama buna ilişkin acil muamele yapılmasını emrediyor. Bu nedir biliyor musunuz? Beni AİHM’de artık yalnız bırakmayın. Gerisini anlatmıyorum. Beni artık AİHM’de yalnız bırakmayın! Artık düşe kalka öğrendim ki hani kanunların ruhu falan hikaye. Kanunun ruhu yok. Kanunun matematiği yok. Kanun aritmetiği var. Toplama, çıkarma, çarpma, bölme ve o işlemin hangisinin yapılacağına ise kuvvet karar veriyor. Kuvvet!

Hasankeyf İçin Çözüm

Şimdi durum bu. Çözüm ne? Çözüm şu: Diyarbakır hariç olmak üzere, çünkü Diyarbakır yaşanan olaylar, imajlar nedeniyle bu meseleye bulaşmamalı. Yani kazı yapan değerli dostlarımın söylediği 11.000 yıl, 12.000 yıl, 15.000 yıl. Hasankeyf; Türk kültür varlığı değil. Hasankeyf Kürt kültür varlığı da değil. Hasankeyf Süryani, Bizans, Osmanlı, Roma kültür varlığı da değil. Hasankeyf hepsini içinde barındıran, barındırdığı her uygarlığa ait eserlerinin, özelliklerinin korunduğu bir Dünya kültür varlığı değeridir. Kim ki bana ait diye yaklaşırsa, Hasankeyf’in gücünü zayıflatır.

Şimdi arkadaşlarım diyor ki “farkındalık yaratmak”. Bağışlayın Hasankeyf için bizim ne yapmalı sorunumuz yok. Nasıl yapmalı sorunumuz vardır ve dünya, uluslararası mahkemeler dâhil Hasankeyf’i tanıyor. Siz farkındalık yaratmak yerine, yapabiliyorsanız yetkili makamları ayıltın. Bir başka şey; tehlike altındaki kültür mirası ilan edilmesini sağlamak. Kim yapacak bunu? UNESCO mu? Hayır. Önce dünya kültür mirası listesine alınacaksınız, sonra onun korunması için koruma amaçlı planlarının yapılmasını isteyeceksiniz, onlar yapılmayacak Suriçi’nde olduğu gibi. Tehlike listesine aldığınız zaman değer ve kültür bütün ifade edecek.

Genel olarak bakışımı söylersem, Batman Belediyesi, Mardin Belediyesi bu davaya müdahale etmeli. Türkiye’nin modern ve değerlerinin farkında olan kurumlarının, meslek odalarının bu davaya müdahale etmesi gerekiyor. Netice itibariyle; uluslararası konsorsiyum ve TC devleti bir tarafta, zavallı yurttaş bir tarafta.

Ya beni yalnız bırakmayacaksınız ya da Hasankeyf’i kaybedeceksiniz!


#hasankeyfboğulmasın

You must be logged in to post a comment Login