Üniversite seçme aşaması geldiğinde haliyle birçok öğrenci günlerce, haftalarca, hatta belki de aylarca hangi üniversiteyi ve hangi bölümü seçeceğini düşünüyor. Bu aşamada; aldığı puan arkeolojiye yettiği için bu bölüme girmek isteyenler bir yana, arkeoloji okumak isteyen fakat iş olanağı ya da bir fikri olmadığı için vazgeçenlerin sayısı da oldukça fazla.
Türkiye’de her geçen gün hem arkeoloji bölümlerinin sayısı, hem de arkeoloji mezunlarının sayısı hızla artıyor. Buna karşın Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde çalışan arkeolog sayısı oldukça az (Özellikle kültür varlığı sayısına oranla).
Bu yazıda üniversite ve okuyacakları bölümü seçme aşamasındaki öğrencilerin Arkeofili’ye ulaşarak sık sık sordukları sorulara bir nebze açıklık getirmeye çalıştık.
Arkeoloji okumak: Ne bekliyordum ne buldum?
Dört yıllık lisans eğitimimden beklentilerimi özetleyecek olursak, gelişim sırasıyla:
1- Bir bakışta bir sikkenin nereden geldiğini ve değerini anlamak (bir tane sikke bile göremedi)
2- Ortamlarda arkeoloğum deyince üzerine yapışacak “coolluk” ve “entellik” (Altın çıkarsa kırışırız diyen çakal akraba geyiklerine maruz kalındı)
3- Dünyanın sekizinci harikasını bulmak (Bulamadı; ama arayış devam ediyor)
Lisans eğitimimin ilk yılında bütün bunların naif ve Hollywood-vari hayaller olduğunu anlamam çok sürmedi. Öncelikle kimse lisans eğitimi boyunca öğrendikleriyle uzman olmuyor. Buluntular hakkında genel bir fikriniz oluyor elbette; ama bu uzmanlıktan çok daha uzak bir bilgi.
Esefle bildiririm ki arkeologlar yazlarını kazılarda günlerini gün ederek geçirmiyor. Çevrenizden duyduğunuz arkeologların ne kadar “bohem” olduklarına dair fikir beyanlarına kulak asmayın. Az zamanda olabildiğince bilgiyi gün ışığına çıkarmak için araziden sonra evde seramik yıkamak, envanter çıkarmak, buluntu çizimi yapmak, günlük rapor yazmak gibi onlarca işle uğraşıp, zaten az olan gece uykularını da açmalarıyla ilgili rüyalarla harcıyorlar. Arkeolojik kazı çalışmaları büyük ciddiyetle ve sorumlulukla yürütülüyor. Özetle kazı yan gelip yatma yeri değil. O gördüğünüz muhteşem heykellere ve mimariye ulaşılması çok uzun ve sıcak arazi günlerinin üçte birini bile oluşturmuyor. Ortalama bir arazi gününde kova kova kırık seramiklere ya da birkaç tanecik minik taş alete ulaşmanız devasa bir Hadrian heykeli bulmanızdan çok ama çok daha olası. Evet, hayal ettiğim kadar gösterişli değildi ama 8000 yıllık bir evin küçük bir duvar parçasını bulmuş olmak ya da o kırık seramikleri ele geçirmek demek binlerce yıldır saklı kalmış bir ana tanıklık etmek demek. Böylesi “sıradan” keşiflerin bile çocuksu bir heyecanı oluyor. Zaten böylesi keşifler, görsel olarak daha etkileyici buluntulardan çok daha fazla şey anlatıyorlar.
Ayrıca arazi çalışmaları önemli bir kısım olsa da arkeoloji demek sadece kazı yapmak demek değil. Bir kere şu konuda anlaşalım: arazi çalışması herkese göre değil. Fiziksel koşullar zorlayıcı olabiliyor. Bunun yanı sıra 2-3 ay boyunca çok sıkı bir çalışma temposu içinde günün 24 saatini aynı insanlarla geçirmenin verdiği ayrı bir psikolojik yorgunluk da oluyor. Kazarken yaptığımız aktivite miktarı ortalama bir Indiana Jones filmindeki aksiyonun onda biri olsa da, denemeden araziye ait olup olmadığınızı bilmek zor. Kazı evinde de size uygun birçok görev olabilir. Sadece fiziksel zorluklardan dolayı arkeoloji okumayı düşünmüyorsanız, arazide çalışmadan yapılabilecek analizlere odaklanarak da gayet başarılı olabilirsiniz.
Ayrıca arkeolojinin “bohem” ve “özgür” bir meslek olduğuna dair yaygın görüşler, izlenilen Indiana Jones’lar, Gladyatör’ler arkeologların “rahat rahat” yaşadığı izlenimi veriyor olabilir; ama akademinin her kolunda olduğu gibi arkeolojide de haftalar süren kütüphane maratonları bu bölümde okumanın bir cilvesi. Hele de akademik bir hayat düşlüyorsanız kütüphane ikinci eviniz olacak.
Arkeoloji eğitimi alırken matematik ve fen bilimlerini bu kadar aktif kullanacağımı da tahmin etmemiştim. Arkeoloji her türlü fen bilimlerinden yararlanıp yeni bulgular elde ediyor her gün. Böylesi bir işbirliği sayesinde eski insanların sağlık durumlarından evlerini ne kadar sıklıkta boyadıklarına kadar geniş bir yelpazede bilgiler elde edebiliyoruz. Arkeoloji artık kahramanlık ve fetihlerle dolu kayıp çağların arayışından çok binlerce yıldır korunagelmiş bir tohum tanesinden insanların yemek alışkanlıklarını yorumlamakla ilgili.
Son olarak, evet kesin bilgi, arkeolojide para yok. Akademi ve müzeler dışında çalışabileceğiniz çok fazla alan da yok. Yüksek lisans ya da doktora yapanlar da genellikle ek işlerde çalışarak kendini destekliyor. İsteyince oluyor deyip durumu basitleştirmek istemem ama istiyorsanız olması muhtemel. En azından mezun olunca ortamlarda, çerez tabağını hiç bozmadan bütün fıstıkları ayıklayabilerek ‘arkeolog ellerinizle’ hava atabilirsiniz.
Geriye Bakınca..
Mesleğinizi söylediğinizde “ben de zamanında çok istemiştim” cevabını aldığınız bölümdür Arkeoloji. Aradaki fark sizin arkeoloji yapıyor oluşunuzdur. Bunu soranlar, sizi çoğunlukla bir elinde mala bir elinde fırça kafasına göre eser kovalayan bir insan olarak hayal ederler. Göreviniz eserlere değer biçmek ve onların peşinden gitmektir. Sütunlu antik caddelerde dolaşıp keyfini çıkaran insan olarak düşünülürsünüz. Ancak içine girdiğiniz zaman tamamen farklı bir dünyayla karşılaşırsınız.
Tam olarak ne beklediğimi aslında bilmesem de ilk kazı tecrübesi farklı şeyler hissettirmişti. İlk anda her şey karmaşık ve işleyişi öğrenmek göz korkutucuydu. Sabah kazı alanında başlayıp özenle devam eden arazi çalışması, çıkan buluntuların yıkanması, tasnif edilmesi, kayıtlanması, çalışmaların raporlanması, çizimler, fotoğraflar ve her koldan sürekli sürdürülen çalışmalar… Herkes işin farklı bir ucundan tutsa da, amaçlar birbirini tamamlamaya yöneliktir ve başlangıçta uyum sağlamak zorlayıcı gelebilir. Ne beklediğinizi tam olarak bilmeseniz bile beklediğinizden daha farklı bir yere geldiğinizi hissedersiniz.
Belgesellerde, filmlerde gördüğünüzden daha farklı, bilinmeyenle dolu bir dünyadır içine girdiğiniz. İlk bakışta yabancı bir dünya. Dışarıdan bakanın bazen burun çevirdiği, yorucu bir iş alanı.
Teorinin pratikle birleştiği ilk kazı; sonrası için bir karar anıdır. Uykusuzluğa, yorgunluğa, kalabalıkla yaşamaya, dünyadan izole olmaya devam edip etmemenin kararı. Bu karar olumlu olursa her sene yeni pencereler açılmaya başlar. İlk sene yapmayı öğrendiğiniz şeyleri, ilerleyen yıllarda neden yaptığınızı anlamaya başlarsınız. Yorucu ağır işler ve bunaltıcı ince işler aslında bir amaç içindir. İlk bakışta sizin için birer eziyet yöntemi gibi görünse de.. Bu yapılanların her biri, binlerce yıl geriye götürecek basamaklardır. Her bir basamak, sonraki için istek uyandırır. “Geçmiş” daha başka bir anlam ifade eder sizin için. Tarihten uzaklaşıp merak etmeye yaklaşırsınız.
Yıllar geçtikçe; arazide izlerini bulduğunuz insanları anlamanın diğer yöntemleri, sizin için havada duran şeyler olmaktan öteye geçer. Hem sosyal bilimlerle, hem de fen bilimleriyle daha içli dışlı olursunuz. Okuduklarınız birleşerek daha da anlam kazanır. Zamanla bir döneme ve bir çalışma biçimine daha çok yaklaşarak daha hakim olsanız bile her zaman öğreneceğiniz yeni şeyler vardır. Her yeni bilgi, geçmişe bakışınızı da yeniler.
Yaz sonunda bezginlikle bitirdiğiniz kazı sezonları, bahar aylarında bir kaşıntıya neden olur ve arazi sürekli sizi çağırmaya devam eder. Yazın getirdiği bu alışkanlıklar tüm senenizi, dolayısıyla yaşam biçiminizi ve algınızı etkiler. Kazı yazın yapılsa da, arkeoloji yıla yayılır. Yazın çıkardığınızı kışın anlamaya çalışmak, yapbozun parçalarını birleştirmek gibidir. Sonra, yaptığınız işin size dışarıdan gelen sorulardan daha farklı sorulara cevap aradığını kavrar ve arkeolojiyi önce kendinizi anlamak için yaptığınızı hissedersiniz.
You must be logged in to post a comment Login