Arkeoloji sadece kazmakla, eski eserlerle, antik kentlerle, müzelerle ilgili bir alan değildir. Esasında insanlığın dünyayı algılama, hayatı anlamlandırma çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda güncel meseleler arkeologların ilgi radarı içerisinde yer alır. Ama çok azı akademik çerçeve ile memleket meseleleri arasında bir bağ kurar ve topluma seslenir.
Arkeolojinin toplumsallaşması, bunun için gerekli araçların yaratılması çok kritik bir meseledir. Batıda özellikle Amerika’da bu konuda hayli yol alınmıştır. Ülkemizde ise bir avuç gönüllünün, birkaç kuruluşun ve bazı akademisyenlerin kişisel çabaları söz konusudur. Yani aslında topluma önemli katkılar sağlayabilecek bir kitle toplumla ilişkisini son derece daraltmış durumdadır. Bunun değişmesi gerekiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı yakın zamanda güncellenen eğitim programı ile ilgili açıklamalar yaptı. Medyada yer alan haberlere göre Bakanlık programla ilgili herkesin görüş ve önerilerini bekliyormuş. Hepimizin şikâyet ettiği bu eğitim sistemi ve yeni müfredatla ilgili eminim herkesin söyleyeceği bir şeyler var. Ben bir arkeolog olarak kendi payıma düşenleri yazıyorum. Öncelikle 2017-2018 yılından itibaren geçerli olacağı söylenen müfredatta aslında yeni ve yaratıcı hiçbir şey yok. Evrim ile ilgili takınılan negatif tavır, Atatürk ile ilgili bahislerin azaltılması haklı olarak tartışılmakta.
Aslında problem çok daha derin, biz görünen kısımlarıyla tartışıyoruz bu buzdağını. Eğitim sistemi ve programlarındaki temel sorun çağa uygunluğa değil ideolojiye dayalı olmasıdır. Gerek siyasi erk gerek belli çevreler çocukların genç zihinlerini bir ideolojik tarla olarak kullanmakta; yaratıcılık, kendini geliştirme hele hele eleştirel düşünce üzerinde durmamaktadır. İtiraz kültürü yerine itaat kültürü uzun zamandan beri ülkede ve her alanda kendine yer bulmaktadır. Bu sistemin kurbanı olan; öğretmenlerine soru soramayan öğrenciler, sorgulama yeteneği edinemeyen zihinler de bir şekilde sıralardan geçirilerek mezun ediliyor ve hayatın içine bırakılıyorlar. Bu zihinler hayatı farklı perspektiflerden değerlendirip ülkelerine katkı yapabilirler mi? Böyle bir döngü içerisinde geçmişe anlam verecek bireyler, kültürel miras bilinci oluşabilir mi?
Geçmiş toplumların bize bıraktığı, bizim de geleceğe taşıyacağımız her şeye kültürel miras denebilir. Bu tanımın içinde bir antik kent de yer alabilir, Aşık Veysel türküleri de, bir Osmanlı çeşmesi de, bir Bizans kalesi de. Hatta peri bacaları da, Hasankeyf de, milli parklar da. Türkiye dünyanın en zengin arkeolojik geçmişine sahip ülke. Peki bunun keyfini çıkarıp, bilgisini doğru bir şekilde işleyen, geçmişi günümüzün bir parçası haline getirip her alanda zenginliğe dönüştüren bir ülke mi? Tabi ki hayır. Bir örnek vereyim; bugün Çanakkale’de olduğu kabul edilen ve Truva olarak iyi kötü herkesin bildiği Troia-Hisarlık, W. Petersen’in yönettiği filmin tarihsel olarak geçtiği yerdir. Ama film; Türkiye yerine Malta ve Meksika’da çekildi. Gişe’de en çok gelir getiren 150 filmden biridir ve boxofficemojo verilerine göre toplam 497 milyon dolar kazandırmış emek verenlerine. (Şu an ki kurdan neye denk geliyor varın siz hesaplayın) Biz bu süreçte avucumuzu yalamaktan başka bir şey yapmamışız.
Çünkü bizim çocuklarımız Homeros okuyarak büyümediler, geçmişi bir yaratıcılık alanı olarak görmediler, göremiyorlar. Bizden önceki nesiller de görmedi biz de görmüyoruz. Bizans kahpe oldu, Tarkan Romalıları, Çinlileri tepeledi. Türklerin Anadolu macerası tek tarih algısı olarak kaldı. Anlatıldı, aktarıldı. Daha önceki geçmişi Cumhuriyet ideolojisi inanılmaz derecede önemsemişken, ülke buna kıymet vermedi. Kültürel miras Yunan eseri oldu, Ermeni altını oldu, defineci rüyalarını süsledi. Neden?
Çünkü insanımız eğitilmedi. İlkokuldan itibaren Mezopotamya ve Anadolu’da dünyanın en önemli medeniyetlerinin ortaya çıktığı anlatılmadı. Çatalhöyük bilmedi çocuklar, Hititleri tanımadı. Bu yüzden kentleşmenin ve tarımın başladığı dünyaya yayıldığı topraklar en berbat kentleşmenin merkezi oldu, tarımda dışa bağımlı hale geldi. 33 yaşına kadar bilinen dünyayı fethederek gelmiş geçmiş en büyük kariyer sıçramalarından birini yapan Büyük İskender’in bu topraklardaki maceraları bu ülkenin çocukları için bir model olmadı. Doğudakiler Urartuları öğrenmedi, Batıdakiler Bergama Krallığını. Ülkenin bitmeyen geçmiş mirasını tanıyamadık ve bir treni kaçırdık. Batılılar, gelip kazdılar, götürdüler, sergilediler. Meraklarını giderdiler, çocuklarına bir miras yarattılar. Kurdukları müzeleri ve korudukları kültürel mirası görmek için bir sürü para harcıyoruz şimdi. Yetmiyor sahip olduklarını hatta sahip olduklarımızı yazdıkları kitapları ve yaptıkları bilimi satıyorlar. Onu da alıyoruz. Yetmiyor filmini yapıyorlar, dizisini çekiyorlar izliyoruz. Onlar yine kazanıyorlar. Yine yetmiyor bilgisayar oyunları yapıyorlar, konsol oyunları üretiyorlar bu ülkenin çocukları oynamak için can atıyor. Yine onlar kazanıyorlar. Biz izliyoruz. Uzak Doğu ülkeleri bu pastayı paylaşmak için inanılmaz adımlar atarken biz yerimizde sayıyoruz.
Neyi tartışıyoruz? Evrimin müfredattan çıkarılışını. Biz yok sayarsak bu düşünce şeklinin yok olacağını varsayıyor birileri. Evrim bir modeldir. Bir dünyayı algılama biçimidir, moral değerlere dini arka plana dayanmaz ilişkisi de yoktur. Ama her şeye dini alet edenler burada da devreye giriyor. Bu durum esasında bize has bir şey değil. Bütün dünyada aşağı yukarı Evrim-Din tartışması vardır. Ama bilim eğitiminde ya da eğitimde bu tip tartışmalar mahrumiyetler yaratmaz. Bu son değişiklikle kim kaybedecek? Tabii ki Türkiye.
Bu ülke, çocuklarına doğru düzgün bir gelecek bırakacaksa dine dayanan veya dayatılmak istenen ve ideolojik altyapıya sahip eğitimi terk etmelidir. Bu açık ve net bir durumdur. Bu, dinsizlik,ya da devlet düşmanlığı anlamına gelmiyor. Bu saçma sapan refleksleri geride bırakmamız gerekiyor. Hiçbir şeyi doğru düzgün becermediğimiz gibi inanç alanını kişiselleştirmeyi, başkalarını rahatsız etmeden kendi değerlerimizle yaşamayı başaramıyoruz. Her yerde dayatmalar ve geçmişe saplanmış değer zorlaması var. Özgürlük alanı dar eğitim sistemlerinde yaratıcılığın, medeniyetin kök bulması mümkün değildir. Bunu herkesin görmesi gerekiyor. Zor değil bu satırları okuduğunuz bilgisayardan, telefonlardan tutun, internete kadar her şeyi böyle eğitim sistemine maruz kalmayan insanlar yarattı. Biz değil.
Başlangıç olarak Kültürel Miras eğitimi ilkokuldan itibaren verilmeli, çocuklara kodlama öğretilmeli, yaratıcılık ve farklı düşünmelere alan açılmalıdır. Eğitim sistemi yıllardır süregelen geleneklerden tamamen bağımsız bir şekilde düzenlenmelidir. Yıllardır tarla zihniyeti ile heba edilen öğrencilerin durumunu görmek isteyen herkesin etrafına bakması yeterli olacaktır.
Türkiye, arkeolojik geçmişini devlet politikası ile koruyarak eğitim sisteminin önemli bir parçası haline getirerek bu yüzyılda kendine has bir dünya yaratabilir. Yoksa herkesin belli sınavlarla “kapak atma” derdine girdiği, kısa yoldan köşeyi dönme rüyaları kurduğu, hayattan maksimum doyum alamadan öldüğü, hayatta kalma mücadelesinin her şeyin önüne geçtiği bir ülke olarak varlığını sürdürecektir.
You must be logged in to post a comment Login