Antik Roma Hakkında Yanlış Bilinen 8 Gerçek

Gladyatörlerden kusma odalarına kadar, antik Roma hakkında yaygın olarak bilinen mitlerin arkasında yatan gerçekler neler?

Bugün birçok Roma heykeli tamamen beyaz görünüyor. Ancak antik çağda bu heykeller parlak boyalar ve karmaşık desenlerle süslenerek onlara canlı bir şekilde hayat veriliyordu. (C: Unsplash/Juliet Furst)

Antik Roma, Hollywood’un gişe rekorları kıran filmlerinden video oyunlarına kadar popüler kültürde etkisini sürdürüyor. MÖ 31’de kurulduğundan itibaren Roma İmparatorluğu’nun etkisi Akdeniz’in ötesine kadar uzanıyordu. Ancak ölümcül arenaları, ihtişamı ve mermer heykelleriyle tanıdığımız Roma, gerçekte düşündüğümüzden farklı olabilir mi?

Ölümcül arenaları, aşırılıkları ve beyaz mermer heykelleriyle bildiğimizi sandığımız Roma, aslında gerçeklikten çok mitlerle mi dolu?

(Tarih Boyunca İnsanlardan Çok Garip Vergiler Alındı)

Ölümcül olmayan gladyatör dövüşlerinden kusma odalarının gerçek işlevine kadar, işte Antik Roma hakkındaki sekiz efsanenin ardındaki gerçekler:

Efsane 1: Gladyatörler her zaman ölümüne dövüşürdü

Filmlerdeki “öl ya da öldür” şeklinde resmedilen gladyatör dövüşlerinin aksine, her dövüş ölümcül değildi. Tarihçi Garrett Ryan, “Çıplak Heykeller, Şişman Gladyatörler ve Savaş Filleri” (Naked Statues, Fat Gladiators, and War Elephants) adlı kitabında, gladyatörlerin yalnızca beşte birinin dövüşlerde öldüğünü belirtiyor.

Arenada gladyatörlerin ölmesi kimseye kazanç sağlamıyordu; çünkü ölen bir gladyatör para kazanamazdı. Her ölüm lanista, yani gladyatör topluluğuna sahip olan, kiralayan ve bakımını yapan kişi için mali kayıp anlamına geliyordu. Ancak bu, gladyatör dövüşlerinin güvenli olduğu anlamına gelmiyor. Sonuçta bu kanlı bir spordu ve her dövüş ciddi yaralanmalara ve sıklıkla bu yaralanmalara eşlik eden ölümcül enfeksiyonlara neden olabilirdi.

Roma’nın en ünlü gladyatör okuluna ev sahipliği yapan Capua Amfitiyatrosu, imparatorluğu heyecanlandıran vahşi gösteriler için savaşçılar yetiştiriyordu; bunların arasında Spartaküs gibi efsanevi figürler de vardı. (C: Emma Taricco)

Efsane 2: Kusma odaları, Romalıların ziyafet sonrası midelerini boşalttıkları bir odaydı

Yaygın inanışa göre, antik Romalılar ziyafetlere fazlasıyla düşkünlerdi. Bu ziyafetlerde o kadar çok yerlerdi ki, tekrar tıka basa yemeden önce villalarında kusup midelerini boşaltabilecekleri özel bir odaları vardı: vomitorium, yani kusma odası.

Vomitoriumlar gerçekten var olsa da, kusmayla hiçbir bağlantısı yoktu. Aslında, vomitorium, amfitiyatrolarda ve arenalarda kullanılan bir mimari özellikti. Büyük kalabalıkların yapıya giriş çıkışını kolaylaştırıyordu.

El Cem Amfitiyatrosu’ndaki vomitorium. Latince’de vomere, “dışarıya saçmak, kusmak” anlamına geliyor.

Efsane 3: Antik Roma heykelleri beyaz renkteydi

Çoğu insan antik heykelleri pürüzsüz, beyaz mermerden yapılmış dingin figürler olarak hayal ediyor. Ancak bu renksiz görünüm, sanatsal bir tercihten ziyade zamanın bir sonucu.

Gerçekte, Roma dünyası, heykelleri ve büstleri de dahil olmak üzere canlı renklerle doluydu. Sanatçılar, cilt tonlarından kıyafet detaylarına kadar her şeyi tasvir etmek için mermer sanat eserlerini canlı renklerle boyuyorlardı. Fakat boya katmanları, aradan geçen yüzyıllar boyunca boya aşınarak, heykellere bugün bildiğimiz renksiz görünümünü verdi.

Efsane 4: Roma alevler içindeyken Nero keman çaldı

MS 54’ten 68’e kadar hüküm süren Roma imparatoru Nero, sıklıkla tarihin en kötü şöhretli imparatorlarından biri olarak anılıyor; ünü, aşırılık ve zulüm hikayeleriyle dolu. Yaygın bir efsaneye göre, MS 64’te Roma’yı kasıp kavuran büyük yangın sırasında, şehir yanarken soğukkanlılıkla keman çalıyordu.

Bu, etkileyici bir görüntü olabilir ancak tamamen hayal ürünü. Roma’daki büyük yangını anlatan ana kaynaklar, olaydan çok sonra yazılmıştı; yani bu ünlü hikayeyi doğrulayan bir görgü tanığı yoktu. Üstelik, keman Orta Çağ’a kadar icat edilmemişti. Gerçekte, Nero yangını ciddiye almış gibi görünüyor. Yangın çıktığında şehirde değildi ama haberini alır almaz Roma’ya dönerek yangınla mücadele etmek ve etkilenenlere destek olmak için harekete geçmişti.

Efsane 5: Romalı kadınlar ev hayatıyla kısıtlanmıştı

Doğru, Roma ataerkil bir toplumdu; kadınların erkeklerden daha az özgürlüğe sahip olduğu, oy kullanma haklarından mahrum bırakıldığı ve kamusal görevlerde bulunamadığı bir toplumdu.

Ancak bu durum, kadınların kamusal alanlardan uzakta, evlerinde tecrit edildiği anlamına gelmiyor. Romalı kadınlar mülk sahibi olmak gibi kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olmanın yollarını buldular. Örneğin Julia Felix, MS 79’daki şehrin trajik sonundan kısa bir süre önce Pompeii’de evlere ve bir hamama sahipti.

Yasal haklardan yoksun olmalarına rağmen, bazı kadınlar, özellikle imparatorların ve senatörlerin eşleri, kız kardeşleri ve kızları olmak üzere, siyaset üzerinde nüfuz sahibiydi. Bu etki sadece seçkinlerle sınırlı değildi. MÖ 195’te Romalı kadınlar, lex Oppia adlı giyim tercihlerini kısıtlayan yasaya karşı protesto için sokaklara dökülmüşlerdi.

Efsane 6: Roma İmparatorluğu’ndaki herkes aynı görünüyor ve aynı dili konuşuyordu

İkinci yüzyılda zirveye ulaşan Roma İmparatorluğu, günümüz İngiltere’sinden Türkiye’ye kadar uzanıyordu. Aramice, Yunanca ve Galce dahil olmak üzere farklı dilleri, kültürleri ve insanları kapsıyordu.

İnsanlar imparatorluk içinde de hareket ediyordu. Örneğin 1901’de, İngiltere’nin York kentinde seçkin bir Romalı kadına ait kalıntılar keşfedildi. Bir asırdan fazla bir süre sonra, iskeletinin analizi onun muhtemelen Kuzey Afrika kökenli olduğunu ortaya çıkardı. Yalnız değildi. Roma Britanyası’nın sınırı olarak bilinen Hadrian Duvarı’nda görev yapan birliklerde Afrikalı askerler de vardı. İmparatorlar bile her zaman İtalya yarımadası kökenli değildi. Traianus günümüz İspanya’sında doğmuştu, Septimius Severus ise şu an Libya olan yerden geliyordu.

Efsane 7: İlk Hıristiyan şehitleri çoğunlukla Kolezyum’da öldürüldü

Erken Hristiyanlık hikayesinde bir bölüm öne çıkıyor: Şehitler acımasızca, vahşice işkenceye tabi tutuluyor ve Kolezyum’da öldürülüyordu.

Bunun Kolezyum’da gerçekleştiğine dair hiçbir tarihsel kanıt yok. Bunun yerine, Circus Maximus gibi Roma’daki diğer mekanlar ve eyaletler bazı dini infazların sahnelendiği yer olmuştu.

Kolezyum’un içerisinden görünüm. (C: Unsplash/Matteo del Piano)

Bununla birlikte, Kolezyum’daki şehit hikayeleri MS 5. yüzyılda ortaya çıktı ve o zamana kadar Hristiyanlık çoktan resmi bir din olarak kabul edilmişti. 16. yüzyıla gelindiğinde Katolik Kilisesi, Kolezyum’u şehitlerin dökülen kanıyla kutsanmış olduğu varsayılan kutsal bir mekan haline getirmişti.

Efsane 8: Roma MS 476’da yıkıldı

Geleneksel hikayeye göre, Roma İmparatorluğu beşinci yüzyılda Germen kralı Odoacer’in İmparator Romulus Augustulus’u tahttan indirmesiyle sona erdi.

Ancak bu, teknik olarak Roma İmparatorluğu’nun sonu değildi. MS 330’da imparatorluk iki parçaya bölünmüştü: Roma merkezli Batı İmparatorluğu ve Konstantinopolis merkezli Doğu İmparatorluğu. Romulus Augustulus 476’da tahttan indirilmiş olsa da, Doğu İmparatoru Zeno iktidarda kaldı ve imparatorluğun bu kısmı sonraki bin yıl boyunca Bizans İmparatorluğu olarak varlığını sürdürdü.

Bazı tarihçiler Batı imparatorluğunun düşüşünün öneminin abartıldığını öne sürüyor. Tarihçi Edward J. Watts, The Eternal Decline and Fall of Rome: The History of a Dangerous Idea (Roma’nın Sonsuz Çöküşü ve Yıkılışı: Tehlikeli Bir Fikrin Tarihi) adlı kitabında “İtalya’da hiç kimse [Odoacer’in] gelişinden sonra Roma yaşamının köklü bir şekilde değiştiğini düşünmedi […] Roma’yı Roma yapan geleneksel unsurların hepsi devam etti,” diye belirtiyor.

Gerçekten de, Roma’nın mirası modern yaşamın birçok alanında varlığını sürdürüyor: altyapımızda, spora olan tutkumuzda ve Latince kökenli dillerimizde. Ancak Roma şaşırtıcı şekillerde varlığını sürdürürken, bu uzun süredir var olan yanlış mitlerin devam etmesi gerekmiyor.


National Geographic. 5 Kasım 2024.

You must be logged in to post a comment Login