Güzellik, müzik ve şehvetin simgesi olarak kabul edilen Hathor, Antik Mısır ve Nubia’nın en etkileyici tanrıçalarından biriydi.
Genç bir kadın, ayna karşısında koyu renk bir göz kalemi sürüyor. Geri çekilip makyajını değerlendiriyor, sonuçtan memnun. Aynaya arkasını dönmeden önce altın bir bilezik alıyor. Bileziğin ortasında, inek boynuzlarından bir başlık taşıyan bir kadının ince bir süslemesi göze çarpıyor. Bileziği koluna geçiriyor ve gülümsüyor.
Bu sahne aslında günümüzde herhangi bir yerde geçiyor olabilirdi: Pek çok insan için ayna karşısında makyaj yapmak ve aksesuar takmak sıradan bir ritüel. Ancak süslenme ve kozmetik geleneğinin kökleri çok eskiye gidiyor. Antik Mısır ve Nubia kültürlerinde, özellikle Hathor başta olmak üzere, bir tanrıça inancının parçası da olabiliyordu. Hathor’a tapanlar için güzelliği ve şehveti kutlamak çok önemliydi.
Tanrıça Hathor kimdi?
Hathor, antik Mısır’da birçok alanı temsil eden güçlü bir tanrıçaydı: gökyüzü tanrısı Horus ve güneş tanrısı Ra’nın annesi; güzellik (kozmetik dahil), şehvet, müzik, dans ve anneliğin tanrıçası. Çoğu zaman, inek boynuzlarının ortasında bir güneş diski bulunan bir başlıkla veya doğrudan bir inek ya da dişi aslan olarak tasvir edilirdi.
(İlgili: Antik Mısırlılar İçin Dans, Günlük Hayatın Önemli Bir Parçasıydı)
Gerek saray tapınaklarında gerekse evlerdeki aile sunaklarında tapınılan Hathor, antik Mısır ve Nubia panteonlarının en önemli tanrılarından biriydi. Antik Mısır dili ve Nubia dini uzmanı Solange Ashby, “Hathor inancı Mısır’dan Nubia’ya yayıldı. Tapınmaya dair en eski bulgulara, Mısır’ın Eski Krallık döneminde (MÖ 2.300 civarı) rastlıyoruz” diye belirtiyor.
Hathor’a tapınım, Mısır ve Nubia’daki farklı toplumsal sınıflar arasında yaygındı. Çoğunlukla kraliyetle ilişkilendiriliyordu; Mısır firavunları bazen, hem insan hem de inek biçiminde tasvir edilen ve “firavunların annesi” olarak görülen tanrıçadan süt emer biçimde tasvir ediliyordu.
MÖ 14. yüzyılda Mısır kraliçesi Tiye, Nubia’da Hathor’a adanmış bir tapınak inşa ettirdi; bu, ona adanmış çok sayıdaki tapınaktan yalnızca biriydi. Ashby’ye göre, Nubialılar başlangıçta göçebe çoban toplulukları olduğundan, Hathor’dan önce zaten inekle ilgili bir tanrıçaya tapmış olmaları muhtemeldi. Dolayısıyla Mısırlılar Nubia’yı ele geçirip kendi panteonlarını da bölgeye taşıdığında, Hathor ve yaşam kaynağı olarak düşünülen ineklerle bağlantılı oluşu Nubialıların ilgisini çekti.
Ashby, günümüz bakış açısıyla Hathor’a bağlı ritüellerin neredeyse “antik Mısır çılgınlığı” gibi görünebileceğini belirtiyor. Ashby’e göre, Hathor’u onurlandırmanın yolu; şarkı söyleme, dans etme, cinsellik, doğum ve fiziksel ya da ruhsal sarhoşluk deneyimlerinden geçiyordu. Tapınak ayinlerinde şarkı söylemek ve dans etmek sıkça uygulanan ritüellerdi.
Nubia-Mısır sınırındaki Philae Tapınağı gibi kutsal mekânların duvarlarındaki tasvirler incelendiğinde, bu törenlerde “meşalelerin yakılması, erkeklerin davul çalması ve kadınların çift başlı flüt ve çıngıraklar kullanması” gibi, tanrıçanın ibadetiyle ilişkilendirilen en bilinen enstrümanları içeren sahneler görülüyor. Ashby, “Kadınlar şarkı söyleyip alkış tutuyordu; takılarla süslenmiş bazı genç kadınlar ise arkaya doğru eğilerek yarı çıplak hâlde dans ediyordu” diye aktarıyor.
Törenler genellikle eğlenceli ve şehvetli bir atmosferde geçer; bazen açıkça cinsellik barındırırdı. Bir hikâyede Hathor, asık suratlı Ra’yı neşelendirmek için vulvasını gösterir; bu ritüel, zamanla takipçileri tarafından da tapınmanın bir parçası olarak benimsenir. Ashby, bunun kendi kültürel bağlamında tuhaf karşılanmadığını belirtiyor: “Antik Mısır dini, hatta hiyeroglif yazı sistemi bile açıkça cinsellik ve cinsel organ tasvirleriyle doluydu” diyor. Benzer bir pratik, antik Yunan dünyasında da mevcuttu; anasyrma, yani cinsel organların teşhiri, dini ritüellerin veya mizahın bir parçası olarak gerçekleşiyordu.
Hathor farklı toplum kesimleri, cinsiyetler ve krallıklar arasında bu kadar popülerken, neden yeraltı tanrısı Osiris’in hem kız kardeşi hem de eşi olan İsis kadar ünlü değil? Bunun temel nedeni, İsis’in sonraki dönemlerde Greko-Roma dünyasına benimsetilip yayılmasına rağmen, daha eski bir tanrıça olan Hathor’un aynı oranda “ihraç” edilmemesi olabilir.
Ashby bu durumu, “Geç dönemde İsis, önceki bütün tanrıçaları kendi bünyesinde topladı. Elimizdeki bilgilerin çoğu da MÖ 300 ila MS 300 civarında, yani Mısır’ı ele geçirdikleri dönemde, Yunanlar ve Romalılar aracılığıyla geliyor” diye açıklıyor. Akdeniz dünyası Hathor’u pek tanımasa da, Mısır’da Yunan ve Roma egemenliği sürerken Nubia mücevherlerinde en sık tasvir edilen tanrıça olmaya devam etti.
İlerleyen dönemlerde gelişen Akdeniz kültlerindeki İsis ikonografisinde, özellikle tapınak törenlerinde kullanılan başlık ve sistrum (bir çeşit çıngırak) gibi pek çok unsurun Hathor’dan esinlendiğini görürüz. Bu da, İsis kültünün, aslında Hathor’un kültünü de bir anlamda yaşattığını gösteriyor.
Günümüzde Mısır ve Sudan’da (Hathor’un anavatanı olan yerlerde) çoğunlukla Müslüman nüfus yaşadığı için, Hathor kültü neredeyse bütünüyle yok olmuş durumda.
Ancak Ashby, özellikle Afrika diasporasında bazı Afro-Amerikan topluluklarının, geleneksel Afrika maneviyatını yeniden canlandırma çabası kapsamında Hathor’u ve onun sembollerini—özellikle ayinlerde kullanılan çıngırak sesleri eşliğinde—yeniden canlandırdıklarını söylüyor. Dahası, kozmetik sanatının ve süslenmenin bu tanrıçaya tapınma ritüelinin bir parçası olduğu düşünülürse, günümüzdeki makyaj alışkanlığımız bile, aslında Hathor’un antik dönemdeki kutlanışından kalma bir hatıranın devamı sayılabilir.
Getty Museum Blog. 7 Mayıs 2023.
You must be logged in to post a comment Login