Antik Mısır’da mumyalananlar sadece firavunlar değildi. Kutsal ayinler ve ritüeller, herhangi bir Mısırlıya öteki dünyada rehberlik edebilirdi.
Ölüm. Hiçbir din bu konudan kaçınamaz, ancak MÖ 3100 ila MÖ 332 arasında zenginleşen eski Mısırlılar, inançlarını bu konunun etrafında inşa ettiler. Rahipler, dünyevi yaşamın, mezarın ötesindeki sonsuz yaşamın sadece bir başlangıcı olduğu ilan etti. Eski Mısırlılar bu hayatı dolu dolu yaşarken, öldükten sonra da böyle devam edeceklerini umdular.
Ancak ölümden sonra iyi bir yaşamı sağlamak için, korunmuş bir beden (diğer bir deyişle mumya), donatılmış bir mezar ve hayvan eşlikçileri de dahil olmak üzere belirli koşullar gerekliydi. Tüm bu koşullar sağlandığında bile, ölen kişi, yargı tanrısı tarafından test edildikleri yeraltı dünyasında yollarını bulana kadar sonsuz yaşam garanti edilmiyordu. Şimdi eski Mısırlıların sonsuz yaşamı garanti altına almak için uyguladıkları özel adımlara bir göz atalım.
(İlgili: Eski Mısır’ın Ölüm Tanrısı Kimdi?)
Öteki dünyaya tek parça halinde varmak için korunmuş bir beden gerekiyordu. Bu amaçla, çoğu insan, vücutlarını en gerçekçi şekilde muhafaza etmek için cesetlerinin mumyalanmasını istedi. Maddi olanaklara bağlı olarak, farklı derecelerde mumyalama vardı. Yoksullar basitçe yıkanır ve doğrudan çöl kumlarına yerleştirilirdi. Bazıları kurumaya yardımcı olması adına tuzla dolduruluyordu. Daha yüksek statüye sahip olanlar, tuzlamadan önce iç organları sıvılaştırmak ve vücudun güzel kokmasını sağlamak için ardıç yağı lavmanı alabiliyordu.
Zenginler ve kraliyet mensupları için mumyalama işlemi, özellikle Yeni Krallık döneminde (yaklaşık MÖ 1539–1075), baştan sona 70 gün sürüyordu ve özel rahipler tarafından gerçekleştiriliyordu. Beden yıkanarak arındırılıyordu. Daha sonra vücuttaki kan boşaltılıyor ve çürümeyi önlemek için çoğu iç organ çıkartılarak özel kaplara yerleştiriliyordu. Beyin ise bir kanca ile burun içinden çıkarılarak atılıyordu. Buna karşılık, Mısırlılar, bir kişinin tüm varlığının merkezi olduğuna inandıkları için kalp, el değmeden bırakılıyordu.
Ardından vücut, kurumuş göl yataklarında bulunan özel bir tuz olan natron ile doldurulur ve kuruması için bir masanın üzerine bırakılırdı. Vücut kuruyup buruştukça, onu doldurmak için kumaş şerit parçaları yerleştirilirdi. Daha gerçekçi bir görünüm için kakma gözler eklenerek makyaj yapılırdı. Kurutma işlemi tamamlandığında, rahipler cesedi tekrar yıkayıp, yağ ve reçine ile kaplar ve yüzlerce metre keten bezine sararlardı. Son olarak sarılmış vücut tabuta konularak mezara yerleştirilmek üzere aileye teslim ederlerdi.
Seçkinlerin mezarları genellikle ölümlerinden çok önce hazırlanırdı. Zamanı geldiğinde ise güzelce dekore edilmiş birden fazla tabuta yerleştirilirlerdi. Bazıları, daha sonra, özenle hazırlanmış taş lahitlere gömülürdü. Mezarlarının bir sonraki dünyaya açılan kapılar olduğuna güvenen Mısırlılar, onlara ihtiyaç duyacakları her şeyi stokluyorlardı: yiyecek, şarap, giysi, mobilya ve yapacakları yolculuk için diğer gerekli şeyler. 4. Hanedanın ünlü bilgesi Prens Hordjedef şöyle belirtiyor: “Nekropol’deki evinizi güzelleştirin ve Batı’daki yerinizi zenginleştirin. Ölüm evi, yaşam içindir.”
Antik Mısırlılara mezarlarında hayvan mumyaları da eşlik ederdi: oyma süslemelerle donatılmış kireçtaşından kutularda sivri fareler, yaldızlı ve boncuklu kılıflarla kaplı koçlar ve girift süslemeli sepetlerde ibis kuşları. Bu mezarlarda bugüne dek minik skarabeler (bok böcekleri) ve yedikleri gübre topları bile bulundu. Mumyalanan hayvanlardan bazıları ölen insanların evcil hayvanlarıydı, böylece sonsuzlukta da arkadaşlıklarını devam ettirmiş oluyorlardı. Parçalara ayrılmış olanlar, birlikte gömüldükleri insanlar için ebedi yemekler olarak hizmet ediyorlardı. Diğerleri ise, tanrılara duaları taşımak için sunulan adaklar ya da bir tanrının yaşayan temsilcisi olarak saygıyla gömülenlerdi.
Ancak tüm bu hazırlıklara rağmen, sonsuz yaşam henüz garanti edilemezdi. Ölen kişinin öncelikle yaşadığı hayat için yargılanması gerekiyordu. Antik Mısırlılar, herkesin “ka” yani yaşam gücüne ve “ba” yani ruha sahip olduğuna inanıyorlardı. Ölüm anında ka, bedeni terk ederek amaçsızca dolaşırdı. Ba ise gömülene dek bedende kalırdı. Daha sonra, mezar duvarlarına boyanmış büyüler ve resimler ve vücuda bağlı muskalar tarafından yönlendirilen ba, yeraltı dünyasında yolculuğuna devam ederdi. Şahin başlı tanrı Horus, ba’yı ateşten ve kobralardan oluşan kapılardan, ölen kişinin test edildiği yargı salonlarına götürürdü.
Çakal başlı tanrı Anubis tarafından denetlenen kalbi, hakikat ve kozmik uyum tanrıçası ma’at’ın bir tüyüne karşı tartılırdı. Bu ritüelin bir kısmı, ölen kişinin hırsızlık, cinayet, başkalarına sıkıntı verme ve diğer ihlalleri inkar etmesi gereken “Olumsuz İtiraflar”dı. Yeraltı dünyasının kralı Osiris ve diğer tanrılar ise yargıç olarak izlerlerdi. Eğer ölen kişi bu testi geçemezse, kısmen aslan, kısmen timsah ve kısmen su aygırı formundaki Ammut adlı bir tanrıça tarafından ruhu yutularak, kalıcı bir komaya mahkum edilirdi.
Ancak kalp dengede kalırsa “ba”, amaçsızca dolaşan “ka” ile yeniden birleşerek “akh” adında bir ruh yaratırdı ve bu ruh, güzel dağların ve nehirlerin ülkesi olan ve Osiris tarafından yönetilen “Sazlık Tarlası” adlı muhteşem diyarda ortaya çıkardı. Burada, ölen kişi evcil hayvanları da dahil olmak üzere tüm sevdikleriyle yeniden bir araya gelirdi. Ütopik yaşam artık sonsuza dek onun olurdu.
Yine de ölmek, sonsuza dek gitmiş olmak anlamına gelmiyordu. Ölen kişi, aynı zamanda, dünyaya ruhani bir formda yeniden girebilir ve yiyecek sunuları, eşinin hayatı ve hizmetçilerinin ilgisi de dahil olmak üzere hayattaki zevklerinin tadını çıkarabilirdi.
National Geographic. 19 Ekim 2022.
You must be logged in to post a comment Login