Çin’de 4.750 yıllık mezarlardaki iskeletlerden elde edilen antik DNA verileri, unutulmuş bir anaerkil topluluğun izlerini ortaya koyuyor.
Pekin Üniversitesi ile Shandong Kültürel Kalıntılar ve Arkeoloji Enstitüsü’nden araştırmacıların yürüttüğü bir çalışma, Çin’de tarihöncesi dönem insanlarının yaşamına dair yeni bilgiler sunuyor.
Araştırmacılar, 4.000 yıldan daha eskiye tarihlenen nadir bir anaerkil topluma dair genetik kanıtlar buldu. “Antik DNA, Neolitik Çin’de iki klanlı anaerkil bir toplumu ortaya koyuyor” başlıklı çalışma Nature dergisinde yayımlandı.
Neden önemli?
Yüzyılı aşkın süredir bilim insanları, ilk insan topluluklarının anne soyuna dayalı olarak örgütlenmiş olabileceğini öne sürüyordu. 19. yüzyıl düşünürleri Johann Bachofen ve Friedrich Engels gibi isimler, anaerkil klanların erken toplumsal yaşamın temelini oluşturduğunu savunmuştu; ancak bu düşünceleri doğrudan kanıtlamak hep zor oldu.
Antik DNA teknolojisindeki gelişmeler sayesinde, bu yeni araştırma, yaklaşık 4.750 yıl önce Neolitik Çin’de böyle bir toplumun gerçekten var olduğuna dair ilk sağlam genetik kanıtı sunuyor.
(İlgili: Kelt Erkekleri, Evlerinden Ayrılarak Eşlerinin Ailelerine Katılıyordu)
Bulgular, eski toplumların çoğunlukla ataerkil olduğu yönündeki uzun süredir kabul gören varsayımları sorgularken, insanların bir zamanlar nasıl yaşadığı ve kendini nasıl örgütlediği konusunda da yeni bir bakış açısı getiriyor.
Temel bulgular
Keşif, Çin uygarlığının doğum yeri yakınlarında yer alan Shandong Eyaleti’ndeki Fujia arkeolojik alanında yapıldı. Bu alanda, Dawenkou kültürüne (yaklaşık 4.750 ila 4.500 yıl öncesi) ait iki mezarlık bulunuyor.
Araştırmacılar, burada gömülü 60 bireyin DNA’sını analiz etti ve çarpıcı sonuçlara ulaştı:
Kuzey mezarlığına gömülen herkes, yalnızca anneden geçen mitokondriyal DNA’da aynı genetik soy ağacını paylaşıyordu. Aynı durum, neredeyse tüm bireylerin farklı bir anne soyunu paylaştığı güney mezarlığında da geçerliydi.
Buna karşın, babadan geçen Y kromozomu verisi oldukça çeşitlilik gösteriyordu. Bu da, kadınların hayatları boyunca aynı klan içinde kaldıklarını ve anne tarafındaki akrabalarıyla birlikte gömüldüklerini, erkeklerin ise klanlar arasında hareket ettiğini düşündürüyor.
Bu kalıp, kimliğin ve grup üyeliğinin annenin soyuna göre belirlendiği, defin uygulamalarının sıkı geleneklerle yönlendirildiği anaerkil toplumların tipik bir özelliği.
Araştırma ekibi ayrıca, mezar alanındaki bireylerin kemik ve dişlerindeki izotopları analiz ederek beslenme alışkanlıklarını ve yerleşiklik düzeylerini de inceledi. Bulgular şunları gösterdi:
Topluluk, Sarı Nehir Deltası yakınlarında dar bir kıyı şeridinde oldukça yerel bir yaşam sürüyordu. Beslenmeleri ağırlıklı olarak darıdan oluşuyordu ve muhtemelen bazı deniz ürünleriyle destekleniyordu.
Mezar hediyelerinin mütevazılığı, zanaat üretiminin basitliği ve sınırlı ticaret bağlantıları, sosyal eşitsizliğin az olduğunu gösteriyor.
Yani, iki anaerkil klan etrafında örgütlenmiş, servet birikiminin ya da katı bir hiyerarşinin bulunmadığı, görece sade ve eşitlikçi bir tarım topluluğundan söz ediyoruz.
Sonuçlar ve etkiler
Şimdiye kadar, bu kadar erken bir döneme ait böyle bir toplumun genetik kanıtla doğrudan doğrulandığı hiçbir örnek Doğu Asya’da bulunmamıştı. Fujia’daki bulgular, annelerin ve onların soylarının topluluk yaşamının merkezini oluşturduğu bir zamana ışık tutuyor. Bu tür bir toplumsal yapı, ilerleyen yüzyıllarda yazılı tarihin büyük kısmına hakim olacak ataerkil sistemlere yerini bırakacaktı.
Bu çalışma ayrıca, antik DNA analizini geleneksel arkeolojiyle birleştirmenin büyük potansiyeline dikkat çekiyor. Bu sayede araştırmacılar, sadece eski insanların nasıl göründüğünü veya ne yediklerini değil, aynı zamanda nasıl ilişkilendiklerini ve toplumlarını nasıl kurduklarını da yeniden inşa edebiliyor.
Peking University. 10 Haziran 2025.
Makale: Wang, J., Yan, S., Li, Z. et al. (2025). Ancient DNA reveals a two-clanned matrilineal community in Neolithic China. Nature.
You must be logged in to post a comment Login