Antik DNA Analizinde Etik Bir Yaklaşım Arayışı

Antik DNA analizlerinden elde edilen bulgular, günümüz insanları üzerinde beklenmedik ve hatta zararlı sonuçlar doğurabilir.

Malawi’de yer alan Hora Kaya Sığınağı’nda yakın zamanda yapılan kazılarda, antik DNA üzerinde yapılan ortak bir çalışmada analiz edilen iki birey ortaya çıkarıldı. (C: Jacob Davis)

Antik DNA analizi, eski toplulukların nasıl göç edip birbirleriyle nasıl birleştiği de dahil olmak üzere insanlık tarihine dair değerli bilgiler sağlıyor. Ancak, bu antik genetik verilerden elde edilen bulgular, günümüz insanları üzerinde beklenmedik ve hatta zararlı sonuçlar doğurabilir.

Bu hassas verilerin işlenmesinde etik sınırların nasıl çizilmesi gerektiği ise hala tartışma konusu. Birçok yerde, eski insan dokuları üzerinde yapılan araştırmaların yasalarla düzenlenmesi nispeten asgari düzeyde.

Buna karşılık, tıbbi araştırmalar da dahil olmak üzere, yaşayan insan deneklerle ilgili her türlü bilimsel çalışma, neredeyse evrensel olarak bir kurumsal bir inceleme kurulundan etik onay alınmasını gerektiriyor. Bu tür araştırmalar ancak kurul, önerilen çalışmanın zararı en aza indireceğine, tüm bireylerin gönüllü olarak araştırma deneği olmayı kabul ettiğine ve katılımcıların verilerinin veya biyolojik örneklerinin nasıl kullanılacağı konusunda tam olarak bilgilendirildiğine kanaat getirirse devam edebilir. Bu “bilgilendirilmiş onam” süreci, katılımcıların herhangi bir noktada çalışmadan çekilmelerine de olanak tanır.

(İlgili: Antik DNA’ya Göre Roma Sonrası Elitler Genetik Olarak Çeşitliydi)

Yakın zaman önce “Communications Biology” dergisinde yayımlanan bir makalede, Yale Üniversitesi’nden paleoantropolog Jessica Thompson ve Cape Town Üniversitesi’nden eş yazarlar Victoria E. Gibbon ve Sianne Alves, antik DNA araştırmalarının etkileyebileceği kişiler ve topluluklar için “bilgilendirilmiş vekil onayı (informed proxy consent)” sürecine ilişkin yönergeler öneriyor.

Yale Sanat ve Bilim Fakültesi’nde antropoloji yardımcı doçenti olan ve antik DNA analizini içeren araştırmalara öncülük eden Thompson’a göre, antik DNA analizinden elde edilen sonuçlar, yaşayan insanları araştırmacıların tahmin edebileceğinden çok daha fazla etkileyebilir ve bazı durumlarda, bir topluluğun arazisini veya tazminat taleplerini etkileyerek doğrudan zarara yol açabilir.

Thompson, “zarar riskini azaltmak için araştırmacılar ve diğer ilgili taraflar arasında daha derin bir danışma süreci savunduklarını ve bu tür bir katılımın, incelenen alanlarda yaşayanların çeşitli bakış açılarını, fikirlerini ve bilgilerini dahil ederek araştırmayı da iyileştireceğini” söylüyor.

Çok az miktarda insan dokusunun imha edilmesini gerektiren antik DNA analizinin kullanımı son yıllarda katlanarak arttı.

2020 yılında Neandertallerden miras alınan gen varyantlarının bazı bireyleri şiddetli COVID-19 vakalarına karşı daha duyarlı hale getirdiğini gösteren araştırmanın ortak yazarı olan paleogenetikçi Svante Pääbo’nun araştırmasına işaret eden Thompson’a göre, teknolojik ve metodolojik yenilikler, antik genetik verileri kullanarak insanlık tarihini, evrimini ve hatta sağlığını aydınlatmak için yeni yollar açtı. 

Pääbo, soyu tükenmiş homininlerin genomları ve insan evrimi üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle 2022 yılında Nobel Tıp Ödülü’ne layık görüldü.

Thompson, bilimsel disiplinler hızla ilerledikçe ilgili etik değerlendirmelerin ayak uyduramama riski olduğunu ve yasal gerekliliklere uymanın tek başına yeterli olmadığını söylüyor.

Thompson “Araştırma uygulamalarınızın yasal olması, onları etik de yapar mı?” diye soruyor. “Hepimiz cevabın basitçe ‘evet’ olmadığının farkındayız. Amacımız, araştırmacıların olası etik kaygıları ele almak için bir süreçten geçtiklerini göstermelerine yardımcı olmak. Bu, onların şeffaf olmalarını sağlayacak ve hataları ve etik dışı davranış suçlamalarını önleyecektir.”

Makalede Thompson ve ortak yazarlar, binlerce yıl önce ölmüş bireylerin genetik materyalini içeren araştırmalar için etik bir çerçeve oluşturmanın karmaşıklıklarını kabul ediyorlar.

Ayrıca bazı kültürel grupların, zamansal mesafe ne olursa olsun antik halklarla güçlü bir kimlik bağı kurduğunu da belirtiyorlar. Örneğin, Willandra Gölleri Bölgesi’ndeki Avustralyalı Aborjin topluluklarının, antik insanlarla derin bir kültürel bağ gösterdiklerini ve Neandertaller kadar eskiye uzanan kalıntıların geri verilmesi için aktif olarak çabaladıklarını açıklıyorlar.

Yazarlar, araştırmacıların soydan gelen topluluklar, doğrudan soy iddiasında bulunabilen veya bulunamayan kültürel bilgi koruyucuları, kalıntıların bulunduğu yerin yakınında yaşayan insanlar, yerel hükümet yetkilileri ve insan kalıntılarının idaresinden sorumlu kurumlar gibi potansiyel olarak ilgili taraflardan bilgilendirilmiş vekil onayı almak için atabilecekleri belirli adımları ortaya koyuyorlar.

Her durumun ayrıntılarının farklı olacağını ve “herkese uyan tek bir çözüm” olmadığını vurguluyorlar. Ancak Thompson’a göre bu, en azından durmaktan daha iyi.

Yazarlar, yaşayan insanlarla yapılan araştırmalar için bilgilendirilmiş onam almada kullanılanlara benzer ancak antik DNA çalışmalarının benzersiz yönlerine uyacak şekilde ayarlanmış bir dizi adım öneriyor. Örneğin, araştırmacıların ilgili taraflara antik DNA araştırmalarına dair ayrıntılı bir genel bakış ve projelerinin arka planı, hedefleri ve beklenen sonuçları da dahil olmak üzere bir tanım sunmalarını öneriyorlar.

İlgili taraflara projeyi değerlendirmeleri için zaman tanıdıktan sonra, araştırmacıların bu taraflarla yeniden iletişime geçerek endişeleri gidermeleri ve insan dokularının nasıl iade edileceği ve onlardan elde edilen verilerin nasıl saklanıp korunacağı konusundaki planları tartışmaları gerektiğini belirtiyorlar.

Yazarlar, bu sürecin, iyi kaynaklara sahip kurumlardan araştırmacıların daha az kaynaklara sahip yerlerde, yerel altyapı ve insanları kullanarak çalışmalar yürüttüğü ve sonuçlarını ilgili taraflarla paylaşmadan ayrıldığı “sömürgeci araştırma” riskini azalttığını belirtiyor.

Çalışmaları, günümüzde Doğu Afrika’da Malawi olarak bilinen bölgede yaşamış antik halklara odaklanan Thompson, yakın zamanda ülkedeki yerel taraflarla daha önceki araştırmalarının sonuçlarını paylaşma amacıyla bir ziyaret gerçekleştirdi. Thompson, bu amaç için fon sağlamanın hem antik DNA ile çalışan araştırmacılar hem de yaşayan insanlardan alınan DNA üzerinde çalışanlar için zor olabileceğini söylüyor.

Bu nedenle Thompson ve ortak yazarlar, fon sağlayan kuruluşların ve kurumların, bilgilendirilmiş vekil onayı almak için iyi niyetli çabaları kolaylaştırmak için “araştırmanın temel maliyetleri” konusunda daha kapsayıcı bir bakış açısı benimsemeleri gerektiğini savunuyorlar.

Thompson, makalenin amacının araştırmacılara baskı yapmak veya onları sindirmek olmadığını, ancak çalışmalarından potansiyel olarak etkilenebilecek kişilerle etkileşimde bulunmalarına yardımcı olmak için adım adım rehberlik ve kontrol listeleri sunmak olduğunu belirtiyor.

Thompson, araştırma topluluğu olarak, bu çalışmaların insanlar üzerinde yaratabileceği riski yeterince düşünmediklerini; bunun, araştırmaya sadece daha etik değil, aynı zamanda daha ilginç ve üretken bir yaklaşım geliştirme çabası olduğunu ve sadece toplulukların içinde değil, onlarla birlikte çalışmakla ilgili olduğunu söylüyor.


Yale Üniversitesi. 27 Ağustos 2024.

Makale: Gibbon, V. E., Thompson, J. C., & Alves, S. (2024). Informed proxy consent for ancient DNA research. Communications Biology, 7, 815.

You must be logged in to post a comment Login