Akdeniz’deki Ticaret Ustası Fenikeliler Kimdi?

Ticaretin ustaları olarak ün salmalarına rağmen, Fenikeliler olarak bilinen bu denizci halk hiçbir zaman tek bir topluluk değildi.

Musul yakınlarındaki Assur Kralı II. Sargon’un sarayının bulunduğu yerden alınan bu MÖ 8. yüzyıl kabartması, sedir ağacı taşıyan Fenike gemilerini gösteriyor. Louvre Müzesi’nde sergileniyor.(C: 1995 GrandPalaisRmn (musée du Louvre) / Hervé Lewandowski)

Farklı gruplar Akdeniz’in dört bir yanında güçlü şehirler kurdu ve son araştırmalar, onların sandığımızdan çok daha köklü bir geçmişe sahip olduğunu ortaya koyuyor.

Fenikeliler aslında hiç var olmadı. Ya da en azından, bugün Fenikeliler diye adlandırdığımız bu halk, kendilerini bu isimle tanımlamıyordu. Onlar kendilerini belli bir şehrin—Tire, Sayda, Gubla (Yunanlarca Byblos olarak biliniyor), Berytus (Beyrut) veya Aradus (Arvad)—sakinleri olarak görse de, hiçbir zaman kendilerini Fenike topluluğu olarak tanımlamadılar. Her Fenike şehri bağımsızdı: Sakinleri farklı lehçeler konuşuyor, her şehrin kendine ait panteonu, kurumları ve özerk uluslararası politikası vardı.

“Fenike (Phoinikè)” terimi, ilk kez MÖ 8. ila 7. yüzyıllarda yazılmış Homeros şiirlerinde kullanılan Yunanca bir kelime. Bu terim, günümüz Lübnan kıyısı boyunca yaşayan insanları ve o bölgeyi ifade ediyor. Phoinikè kelimesinin neden seçildiği tam olarak belli değil: “Kırmızımsı mor” anlamına gelmesi, Fenikelilerin algılanan bronz ten rengine veya daha büyük olasılıkla, tekstil ürünlerini renklendirmek için kullandıkları değerli mor boyaya atıfta bulunuyor olabilir.

(İlgili: Fenikeliler Akdeniz’de Levant Kokularıyla Seyahat Etmiş)

Fenikelilerin tek bir halk olduğu yönündeki hatalı kanı, aynı zamanda Fenike şehirlerinin kurucularının geçmişte bir noktada, günümüz Lübnan kıyılarına başka bir yerden göç ettiği varsayımına da yol açtı. Yahudi, Yunan ve Romalı yazarlar, bu varsayıma dayanarak Fenikelilerin kökeni hakkında çeşitli teoriler ortaya attılar.

En yaygın görüşlerden biri, kesinleşmiş versiyonu muhtemelen MÖ 6. yüzyılda yazılmış olan İncil’in Yaratılış Kitabı‘nda bulunuyor. Burada Fenikelilerin, Ham’ın torunu ve Kenan’ın oğlu olan Sayda’nın (Sidon) soyundan geldiği belirtiliyor. Bu ilişkilendirme aracılığıyla, İncil yazarları Fenikelileri insanlığın soy ağacına dahil ediyorlar. Nuh’un oğlu Ham, Afrika halklarının atası; Ham’ın kardeşi Sam (Shem), Sami halklarının atası; üçüncü kardeş Yafes (Japheth) ise Orta ve Doğu Asya halklarının atası olarak kabul ediliyor. İlginçtir ki, İncil yazarları, tıpkı kendileri gibi Sami dili konuşan Fenikelilerin Sam yerine Ham’dan geldiğini düşünmüşlerdi.

Olbia kentinden, MÖ 4. yüzyıla ait cam Fenike kolyesi. Cagliari’deki Ulusal Arkeoloji  Müzesi’nde sergileniyor. (C: Giovanni Dall’Orto, / Wikimedia Commons)

Yunan ve Romalı yazarlar ise Fenikelilerin kökenleri hakkında farklı hipotezler öne sürdüler. Herodotos’a göre bazı kaynaklar, Fenikelilerin Afrika Boynuzu ile Arap Yarımadası arasında yer alan Eritre Denizi’nden geldiklerine işaret ediyordu. Strabon ve Yaşlı Plinius, Fenikelilerin orijinal vatanı olarak Basra Körfezi bölgesini gösteriyorlardı. Iustinus ise Fenikelilerin asıl ülkelerinde meydana gelen bir deprem nedeniyle Levant’a göç etmek zorunda kaldıklarını kaydetmiş, ancak bu depremin ne zaman veya nerede olduğunu belirtmemişti. Bu yer Suriye, Mezopotamya’nın bazı bölgeleri veya belki de Kızıldeniz kıyıları olabilir.

Arkeolojiden ipuçları

Ancak, en güncel tarihsel ve arkeolojik veriler, Fenikelilerin kökenine dair tüm bu antik hipotezlerle çelişiyor. İncil ve Greko-Roma gelenekleri, gerçek tarihi büyük ölçüde bilinmeyen bu halk hakkında sadece tahmin yürütebiliyordu. Fakat arkeolojik keşifler, gerçekte ne olduğuna dair kanıtları ortaya çıkarıyor.

Sonradan Fenikeli olacak bu halkın nihai kökeni tarihin sisleri arasında kaybolmuş olsa da, büyük şehirlerinin ortaya çıktığı dönemde, komşu Kenanlılarla birlikte Akdeniz Levant bölgesine yerleşmişlerdi. Yeni araştırmalar, Fenikelilerin, en azından MÖ üçüncü binyıldan beri Levant’ta var olan bir kültürün, yani Kenanlıların doğrudan mirasçıları olduğunu gösteriyor.

Kenanlılar en çok, İsrailoğullarının topraklarını ele geçirme çabasına direnen Filistin’in yerli halkı olarak tanımlandıkları İncil aracılığıyla tanınıyor; bu olay geleneksel olarak MÖ 1.200 civarına tarihleniyor. Ancak Kenan’ın altın çağı, MÖ ikinci binyılın başlarında, Kenan kültürünün günümüz İsrail ve Filistin topraklarından güney Suriye’ye kadar tüm Levant’a yayıldığı döneme denk geliyor. Bölgedeki çeşitli Sami halkları, aynı Batı Sami dilinin farklı lehçelerini konuştukları bir şehir devletleri mozaiği yaratmışlardı. Bu şehir devletleri, doğu Akdeniz’in diğer bölgeleriyle ticari ilişkilerini sürdürüyordu. Kenan topraklarının stratejik değeri ve sedir ağacı gibi belirli kaynakların bolluğu, Yakın Doğu imparatorluklarının ve Mısır’ın bu bölgeyi sürekli olarak kontrol etmeye çalışması anlamına geliyordu. Neredeyse üç yüzyıl boyunca, Mısır Yeni Krallık firavunları Kenan’ı yönetti.

Kenan kökenleri

MÖ üçüncü ve ikinci binyıldaki Kenan kültürü ile MÖ birinci binyıldaki Fenike uygarlığı arasında açık bir süreklilik bulunuyor. Arkeoloji, Gubla (Gebal) ve Sur gibi şehirlerin, daha sonra Fenikeliler olarak bilinecek halkın ataları tarafından en azından Erken Tunç Çağı’ndan (yaklaşık MÖ 3.500 ila 2.000) itibaren neredeyse kesintisiz olarak iskan edildiğini gösteriyor. Bu şehirler, çevrelerindeki tarım arazilerini, doğal koyları ve ticari faaliyetleri için kilit öneme sahip olan limanları kontrol etmelerini sağlayan burunlar veya adalar üzerine kurulmuştu. Yazılı kaynaklara göre, bölge MÖ 1.200 civarında, Batı Anadolu ve Ege Denizi kıyılarından gelen ve Deniz Kavimleri adı verilen korsan gruplarının istilaları nedeniyle bir kriz dönemi yaşadı. Bugüne kadar ortaya çıkarılan arkeolojik kanıtlar ticarette bazı aksaklıklara işaret etse de Fenikeliler ticaret yapmaya devam etti.

Fenikece yazıtlar taşıyan, Y’ms’ye ait stel (dikili mezar taşı). MÖ 4. yüzyıla tarihleniyor. Lübnan’daki Beyrut Ulusal Müzesi’nde sergileniyor. Yazıtın çevirisi: “Bu stel, Kartacalı ‘bd’nın oğlu, ‘bdmlqrt’ın oğlu, Gr’nın oğlu Y’ms adına dikilmiştir.” anlamına geliyor. (C: Wikimedia Commons)

Fenikelilerin güçlü bir ticaret halkı olduğu fikri, ilk binyılın bir yeniliği olmaktan çok uzak; Suriye’deki Ebla kentinde keşfedilen ve yaklaşık MÖ 2.300 civarında yazılmış tabletlerde bile bu durum zaten kayıtlı. Bu metinler, Gubla’nın o dönemde dahi Akdeniz ile Asya şehir ve krallıkları arasındaki uluslararası ticarette, özellikle tekstil, metal ve ahşap alanlarında, bir aracı olarak hareket ettiğini gösteriyor. Daha sonra, Geç Tunç Çağı’nda (yaklaşık MÖ 1.600’den MÖ 1.200’e kadar), Gubla, Sayda ve Sur, Ugarit ile birlikte Doğu Akdeniz’in başlıca ticaret limanlarıydı; Mısır, Miken, Suriye-Filistin, Kıbrıs ve Mezopotamya arasındaki kara ve deniz rotalarının hayati duraklarıydı.

Kanıtlar, Fenikeliler tarafından kullanılan çeşitli lehçelerin, kuzeybatı Sami dillerinin Kenan lehçesi grubuna ait olduğunu gösteriyor. Fenike diline en yakın diller İbranice ve Aramice. Fenikeliler, insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden biri olan alfabenin icadında önemli bir rol oynamakla da övgüyü hak ediyorlar. Alfabeleri, Izbet Sartah ve Serabit el Khadim gibi yerlerde bulunan Proto-Kenan yazıtlarında ve ayrıca Ugarit’in çivi yazısı alfabesinde bulunan önceki yazı biçimleri üzerine inşa edilmiş ve onları sağlamlaştırmıştı.

Ayrı bir kültür

Fenike dini de büyük ölçüde eski Kenan dininden evrilmiş gibi görünüyor. Baal, El, Anat, Astarte, Reşef, Kothar ve Baalat Gebal (Byblos’un Hanımı) gibi geleneksel Kenan tanrılarına tapınmaya devam ettiler. Daha sonra Fenike şehirleri, Assurlular, Babilliler, Aramiler, İbraniler, Filistinliler ve Yunanlar dahil olmak üzere diğer gruplarla temasları sonucunda ek tanrılar da benimsediler. Ayrıca, MÖ ikinci binyıldaki Kenan panteonunda yer almayan Melkart ve Tanit gibi tanrılara da tapınmaya başladılar. Böylece Fenikeliler, önceki Kenan kültürüyle güçlü bir sürekliliği sürdürürken, kendi dinlerini de geliştirmiş oldular.

Obelisk Tapınağı. Bu kutsal alan, adını içinde bulunan adak yazıtlı stellerden alıyor. MÖ 1.600 ila 1.200 yılları arasında Gebal’de (Byblos) inşa edildi. (C: Wikimedia Commons)

Kısmen Deniz Kavimlerinin neden olduğu kargaşa sayesinde, Fenike şehirleri MÖ 1.200’den sonra gelişmeye ve zenginleşmeye başladı. Deniz Kavimleri, Ugarit gibi rakip limanları yok etmişti ve bu limanlar yeniden inşa edilmeyince, Fenikelilere Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır ile olan ticareti tekelleştirme fırsatı doğdu. Fenike şehirlerinin yükselişi, aynı zamanda Mısır ve Hitit imparatorluklarının çöküşüyle de mümkün hale geldi. MÖ 10. yüzyıla gelindiğinde, Sur (Tire) Levant’taki ana ticari güçtü. Kısa süre sonra, Fenike kültürünü batıya, Akdeniz’in diğer ucuna, İber Yarımadası’na ve Afrika’nın Atlantik kıyısına taşıyacak bir kolonileşme dönemi başladı.


National Geographic. 5 Eylül 2025.

You must be logged in to post a comment Login