Pagan Ritüellerden Hıristiyan Tıbbına Yamyamlığın Dönüşümü

Sanılanın aksine yamyamlık, Batı Avrupa’da tarihöncesi dönemlerden MS 1800’lü yıllara kadar belgelenmiş bir olgu.

‘İnsan Kalıntılarını Düşünen Yamyamlar’, Francisco de Goya. C: Musée des Beaux-Arts et d’Archéologie de Besançon / Wikimedia Commons

Batı Avrupa’nın modern tarihi genellikle karşıtlıklar üzerinden şekillenmiştir. Avrupa, medeniyetin ışığı olarak sunulurken, geri kalan dünyayı barbarlıkla tanımlayan bir anlayış hâkim olmuştur. Yüzyıllar boyunca Avrupalılar ile diğer toplumlar arasındaki en büyük kültürel sınır çizgilerinden biri de yamyamlık olarak görülmüştür.

Genellikle en acımasız ve dehşet verici uygulamalardan biri olarak tasvir edilen yamyamlığın, Batı Avrupa’da hem tarihöncesi hem de sonraki yüzyıllar boyunca uygulandığına dair yeni araştırmalar önemli bulgular ortaya koyuyor.

(İlgili: Franklin Seferinde Yamyamlığa Maruz Kalan Kaptan Belirlendi)

Bu uygulamanın gerekçeleri besin ihtiyacından dini ve tıbbi ritüellere kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor. Orta Çağ’da, kıtlık, savaş, kargaşa ve toplumsal düzenin sınandığı diğer zor dönemlerde yamyamlığın yaygınlaştığına dair kayıtlar mevcut. Ancak insan bedeninin belirli parçalarının tıbbi amaçlar için kullanıldığı bir yamyamlık biçimi de bulunmaktaydı.

Ebedi Bir Tabu

Yüzyıllar boyunca insan bedeni, çeşitli tedaviler ve ilaçlar için kullanılabilecek bir malzeme olarak görüldü.

Roma İmparatorluğu’nun son dönemleri ile Orta Çağ’ın başları arasında, Kodeks Theodosianus ve Vizigot Kanunları’nda, mezarların yağmalanmasını yasaklayan hükümler yer alıyor. İnsan bedeniyle kan gibi çeşitli tedavi malzemeleri elde etmek amacıyla mezarları açmak da yasaklanmıştı.

Bu nedenle, 7. yüzyıldan itibaren, mezarları ve insan kalıntılarını tedavi edici malzeme kaynağı olarak görmeyi düzenleyen veya cezalandıran, daha önceki zamanlardan miras alınan yasalar zaten vardı.

Ancak Roma ve Vizigot yasakları Avrupa’daki tek düzenlemeler değildi. Zamanla başka dini ve yasal metinlerde de benzer yasaklar ortaya çıkmıştı. Bu yasaların varlığı, yamyamlığın tamamen ortadan kalkmadığını, aksine yaygın bir uygulama olmaya devam ettiğini gösteriyor.

13. yüzyıla ait bir Orta Çağ el yazmasındaki minyatür, insan biçimli figürlerin insan yediğini gösteriyor. C: Getty Center

Hıristiyanlık ve Günah Çıkarma El Kitapları

Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte, Günah Çıkarma El Kitapları (Handbooks of Penance) ortaya çıktı. Bu kitaplar, günahları ve bunlara karşılık gelen kefaretleri listeleyen kurallar bütünüydü. Orta Çağ Kilisesi’nin toplumu kontrol etme çabalarının bir yansıması olan bu metinler, şiddet ve cinsellik gibi konuların yanı sıra, hangi eylemlerin kabul edilebilir olup olmadığını da belirliyordu.

Örneğin, Hibernian Kanonları kan içmeyi veya idrar içmeyi yasaklamış ve bunu yapanlara, bir piskoposun gözetimi altında yedi yıl boyunca sadece ekmek ve su ile beslenme cezası vermişti. 7. yüzyılın sonlarında, bazı diğer günah listeleri, insan eti veya kanı yemiş hayvanları tüketmeyi de yasaklamıştı.

Dönemin en ünlü günah çıkarma metinlerinden biri olan Canterbury Başpiskoposu Theodor’un Günah Çıkarma Kitabı, kan veya meni tüketimini yasaklayan iki ayrı madde içeriyor. Özellikle, kadınların tedavi amaçlı olarak kocalarının kanını içmelerine dair özel uyarılar bulunuyor. Bu durum, Vizigot Kanunları’nda olduğu gibi, insan bedenine ait bazı unsurların iyileştirici olarak kabul edildiğine dair eski bir geleneğin sürdüğünü gösteriyor.

Benzer yasaklar, Monte Cassino Manastırı’nın günah çıkarma kurallarında da tekrar edilirken, İspanyol günah çıkarma metinlerinde, meninin tüketilmesi veya yiyeceklere karıştırılması yine cezalandırılıyor.

Bu yasaklar özellikle kadınları hedef alıyordu ve erkek kanı veya adet kanı tüketerek büyüsel veya tedavi edici bir güç kazanma inanışına odaklanıyordu.

Bu tür uygulamaları yasaklamak, aslında bu uygulamaların gerçekte var olduğunu ve toplumsal düzenin bunları kontrol etme ihtiyacı duyduğunu gösteriyordu.

Dini Yamyamlık?

Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren, kilise ritüellerinin belirsizliği nedeniyle yanlış anlamalar ortaya çıktı. Öyle ki, bazı erken Hıristiyan toplulukları, insan kurbanlarını Tanrı’ya sunarak yediği düşünülen yamyamlar olarak görülmüştü.

Zamanla, Orta Çağ Avrupa’sında, bu tür suçlamalar Yahudilere yöneltildi. Benzer şekilde, bazı sapkın gruplar da (örneğin, Katapirgyanlar) çocuk kanını unla karıştırarak ayinlerde tükettikleri iddiasıyla suçlandı.

Ancak yerel azizlerin yükselişiyle birlikte, onların mucizevi özellikleri ve mezarlarına erişim imkânı, ölü bedenlerinin de çeşitli hastalıkları tedavi etmek için kullanılmasına yol açtı.

Fakat diğer uygulamalar tamamen yasaklanırken, “temas yamyamlığı” (contact cannibalism) olarak adlandırılan bir tür tüketim serbest bırakılmıştı. Azizlerin bedenleriyle temas etmiş nesneleri ya da mezarlarının üzerinden süzülmüş yağları tüketmek, onların kutsal gücünden faydalanmanın bir yolu olarak kabul edildi.

Bu kapsamda, mezarlardaki kutsal su, mezarlardan toplanan toz ve taşlar bile iyileştirici etkileri olduğu inancıyla tüketildi. Bu süreç, ölülerin tüketildiği bir uygulamadan (thanatophagy), kutsal olanın tüketildiği bir uygulamaya (hagiophagy) doğru evrimleşti.

Boucicaut Ustası tarafından hazırlanmış bir el yazması; MS 70’te Kudüs Kuşatması sırasında bir Yahudi kadının çocuklarını yediğini tasvir ediyor. C: Getty Center

İmparator Konstantin’in Kan Banyosu

Hıristiyan edebiyatının, acımasız ve sözde pagan gelenekleri sona erdirmeye yönelik çabalarını gösteren en çarpıcı hikâyelerden biri, Papa Aziz Silvester I ve İmparator Konstantin’in cüzzamdan kurtuluşu efsanesi.

Bu anlatı, yalnızca azizin yaşamına dair anlatılan mucizelerle değil, aynı zamanda resim ve heykel sanatında da Avrupa’ya yayılmıştı.

Efsaneye göre, İmparator Konstantin korkunç bir cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Doktorlarının tavsiyesi üzerine, hastalığını iyileştirmek için kan banyosu yapmaya karar verdi. Bu banyo için, binlerce çocuğun öldürülerek kanlarının toplanması gerekiyordu.

Ancak, Konstantin çocukları kurban etmeye giderken, Aziz Silvester ve çocukların anneleri onu bu korkunç tedaviden vazgeçmeye ve bunun yerine vaftiz olmaya ikna etti. Vaftiz edilmesiyle birlikte mucizevi bir şekilde iyileşti.

Bu hikâye, pagan inançlarını acımasız ve insan bedenine saygısız olarak tasvir ederken, Hıristiyan inancının gücünü vurgulamak amacıyla anlatılmıştı. Paganizmin korkunç ritüellerine karşı Hıristiyanlığın kurtarıcı etkisini göstermek için kurgulanan bu anlatı, muhtemelen İtalya kökenli olup, Avrupa boyunca yayılmış ve 10. yüzyılda Kuzey Kastilya’daki manastır yazmalarına kadar ulaşmıştı.

19. Yüzyılda Yamyamlık: Tıp ve Vampir Miti

Modern Çağ’da, hatta 19. yüzyılda bile, bazı tıbbi malzeme sözlüklerinde insan bedeninin belirli parçalarının (yağ, kan ve idrar) tedavi edici özellikleri olduğuna dair bilgiler bulunmaktaydı.

Örneğin, José Oriol Ronquillo’nun 1855 tarihli yayını, 1759 tarihli Fransız bir tıp sözlüğünden alınarak hazırlanmış olup, bu tür inançları sürdürmeye devam ediyordu.

Bu tür inanışlar, vampirler, kurt adamlar ve insan eti veya kanına susamış yaratıklarla dolu romantik edebiyat ile de yakından ilişkiliydi.

Ancak, 1800’lerden çok daha önce, hatta Amerika ve Afrika’nın sömürgeleştirilmesinden önce bile, yamyamlık, pagan barbarlığı ile Hıristiyanlık arasındaki kültürel mücadelenin merkezinde yer almaktaydı.

Yine de Hıristiyanlık, yamyamlığı tamamen terk etmemiş, ancak onu rafine ederek farklı bir biçimde sürdürmüştü. Aziz kalıntılarıyla temas yoluyla veya bu kalıntıların doğrudan tüketilmesiyle, insanlar hem tedavi edici gücü elde etmeyi hem de onu yemeyi amaçlamıştı.


The Conversation. Abel de Lorenzo Rodríguez. 19 Şubat 2025.

Arkeofili editöryel servisi. İletişim: arkeofili@gmail.com

You must be logged in to post a comment Login