Roma’yı ele geçiren ve zenginliği için şehri yağmalayan ilk kişiler, meşhur Vandallar veya Vizigotlar değil, Galyalılardı. Liderlerinin şu sözleri, nesiller boyu Romalıların hafızasında asılı kalacaktı: “Vae victis—Vay yenilenlerin başına.”
Roma Cumhuriyeti, MÖ 4. yüzyılın başlarında hızla gelişiyordu. Etrüsk kenti Veii’yi yeni mağlup etmiş, muazzam bir savaş ganimeti biriktirmiş, toprak genişliğini ikiye katlamış, zengin ve güçlü bir konumdaydı. Ama sonra birdenbire, akla hayale gelmeyecek bir acıyla karşı karşıya kaldı: Kelt halkının, Galyalıların işgali. Bu, Roma ve Galya’nın ilk karşı karşıya gelişiydi ama son da olmayacaktı.
Gelecek yüzyıllarda Romalılar ve Galyalılar birçok kez çatışacaktı. Ancak MÖ 387’deki bu ilk yenilgi, Roma için nesiller boyu süren kolektif bir travmaya neden oldu ve Roma’nın kuzeydeki tüm halklara karşı tutumunu şekillendirdi.
(İlgili: Roma Nasıl Kuruldu? İkizler Tarafından Değil)
İlk karşılaşmalar
MÖ 600’e gelindiğinde Galya halklarından İnsubriler, Alplerin güneyine yerleşmiş ve burada Mediolanum’u (bugünkü Milano) kurmuştu. Sonraki iki yüzyıl boyunca diğer Galya halkları da aynısını yapacak ve güney ve batı Avrupa’ya doğru genişleyeceklerdi.
MÖ 400 civarında Senonlar (Senonesler, Senoniiler), Adriyatik kıyılarına, Romalıların daha sonra Ager Gallicus adını vereceği bölgeye yerleştiler. Ancak bu yerleşim hâlâ Roma’dan güvenli bir uzaklıkta ve İtalyan yarımadasının dağlık omurgasını oluşturan Apenninler’in diğer tarafındaydı.
On yıl sonra dağları aşan Senonlar, Roma’nın yaklaşık 145 km kuzeyindeki Etrüsk şehri Clusium’a saldırdılar. Dört asırdan fazla bir süre sonra yazan Romalı tarihçi Livius, bu Galya yayılımını ve Clusium halkının nasıl Roma’dan yardım istediğini ve reddedildiğini anlatıyor. Romalı tarihçiler Galyalıları büyük olasılıkla abartılı, şiddetli tarzlarıyla tanımlıyorlar. Uzun boylu, soluk tenli, uzun saçlı, sarışın ve bıyıklı olarak tanımlanan Galyalıların bazıları, MÖ 1. yüzyılda yaşayan Yunan tarihçi Diodorus Siculus’a göre saçlarını “kireç suyuyla” beyazlatıyordu.
(İlgili: Geniş Bir Coğrafyada Yaşamış Gizemli Kültür: Keltler Kimdi?)
İtalyan yarımadasına bu saldırıyı neden yaptıklarına dair çeşitli teoriler var. Genel olarak Roma kaynakları, Galyalıların toplum olarak İtalya sakinlerine göre daha az gelişmiş olduklarını ve tarım arazilerine, özellikle de şaraplarına göz diktiklerini öne sürüyor.
MS 1. yüzyılda, erken Galya yayılımından yüzyıllar sonra, Yunan tarihçi Plutarkhos, Galyalıların şarabı ilk kez tattıklarında, “verdiği alışılmışın dışında bir zevkle şaşkına döndüklerini” ve “dünyanın geri kalanının çorak ve vahşi olduğunu düşünerek, bu tür meyveler üreten toprakları araştırmaya” başladıklarını yazmıştı. Her ne kadar Galyalıların şaraba olan düşkünlüğü abartılı olsa da, bunda bir miktar gerçeklik payı da vardı. Daha sonra İtalyan ve Romalı şarap tüccarları, gelecek lejyonların barışçıl öncüleri olarak Galya’ya gireceklerdi.
Tecrübeli savaşçılar
Galyalılar, canlı renklere boyanmış kıyafetleri nedeniyle görsel olarak dikkat çekiciydi. Erkekler, Romalıların aksine, Avrasya bozkırlarındaki göçebe atlıların tipik giysisi olan pantolon (Latince “bracae”) giyiyorlardı. Yunanlar ve Romalılar, erkeklerin bu tür kıyafetler giymesini barbarca, hatta kadınsı buluyorlardı. Galyalı seçkinler, ucu açık ve örgü gibi bükülmüş kalın metal kolyeler (torklar) başta olmak üzere altın veya gümüşten yapılmış takılar takarlardı.
MÖ 361’de, Roma’ya yapılan saldırıdan birkaç yıl sonra, Titus Manlius adlı genç bir Romalı, teke tek dövüşte devasa bir Galya savaşçısıyla karşı karşıya geldi. Muazzam büyüklüğüne rağmen – Roma efsanelerinde Keltlerin boyu her zaman vurgulanırdı – dövüşü kazanan Titus, ganimet olarak Galyalının torkunu aldı ve daha sonra torunlarına miras kalacak bir lakap olan Torquatus olarak tanındı.
Çatışmalarda korunmaya gelince, birçok Galyalı savaşçının uzun oval bir kalkanı ve tüylerle süslenmiş bir miğferinden başka bir şeyi yoktu. Tipik silahları, kuvvetli darbeler için en uygun olan uzun kılıçtı.
İddiaya göre, Romalıların o zamana kadar karşılaştığı diğer düşmanlardan daha korkutucu olan Galyalıların gaddarlığı hakkında pek çok stereotip ortaya çıktı. MÖ ve MS 1. yüzyıllarda yazan Yunan tarihçi Strabon’un kayıtlarında Galyalılar için şunlar yazıyordu:
“Artık hem ‘Galyalı’ hem de ‘Galat’ olarak adlandırılan ırkın tamamı savaş delisidir ve hem neşeli hem de savaşa hazırlardır, ancak bunun dışında basit ve kaba değillerdir. Bu nedenle heyecanlanırlarsa hep birlikte mücadele için bir araya gelirler… Güçleri ise kısmen iri fiziklerinden, kısmen de sayılarından kaynaklanmaktadır.”
Klasik kaynaklara göre Galyalılar, taktik oluşumlar veya yedek birlikler kullanmadan, savaş borularının sesiyle topluca saldırıyorlardı. Strabon, zamanla Romalıların Galya’yı fethetmesinin İberyalıların evi olan Hispania’dan daha kolay olacağını düşünüyordu. Galyalıların “rakiplerinin üzerine birdenbire ve çok sayıda saldırı” eğiliminde olması “bir anda mağlup olacakları” anlamına gelirken; İberyalılar kaynaklarını yönetecek ve savaşı çeteler halinde, farklı bölgelerde farklı zamanlarda sürdürerek mücadelelerini paylaşacaklardı.
Allia Muharebesi
Clusiumlu Etrüskler kendilerini savunabilmek için Roma’dan yardım istedi. Senato, Galya Senonlarının lideri Brennus’a geri çekilmesi için yalvaran üç elçi gönderdi. Brennus bunu reddedince elçiler Roma’ya dönmek yerine Galyalıları püskürtmek için Clusium’un saflarına katıldılar. Clusium kentine desteklerini bu kadar açık bir şekilde vererek, mevcut uluslararası hukukun zamanındaki eşdeğeri olan uluslar hukukunu ihlal ettiler.
Bu karar, Brennus’a Roma’ya savaş ilan etmesi için bir bahane verdi. Clusiumluları yendikten sonra Brennus, birliklerini güneye, Roma’ya doğru yönlendirdi. Romalı tarihçi Livius şöyle anlatıyor: “Artık tüm ülkenin etrafı, vahşi isyanlara yatkın bir ulus olarak, iğrenç ulumaları ve uyumsuz yaygaralarıyla her şeyi korkunç gürültüyle dolduran düşmanla kaynıyordu.”
Kuzeye doğru ilerleyen Roma kuvveti, Galyalılarla şehrin 16 kilometreden daha az dışında, Tiber’in bir kolu olan Allia Nehri’nin kıyısında karşılaştı. Lejyonlar Galyalılara karşı ilk kez savaşıyordu ve sonuç felaketti. Romalılar sayıca azdı; bu, Galyalılarla olan çatışmalarında sıklıkla yaşanan bir durumdu.
Sonuç olarak, Roma ordusuna komuta eden konsül rütbesindeki tribünler, askerleri kanatlara yeniden konuşlandırdı. Kısa sürede safları tükenmiş merkeze gedik açıldı ve Galyalılar durdurulamaz bir şekilde hücuma geçtiler. Sol kanattaki lejyonerler Roma’nın 16 km kuzeybatısındaki komşu şehir Veii’ye kaçarken, sağ kanattakiler başkente çekildi.
Üç gün sonra Brennus ve Galya ordusu Roma’nın kapısına dayandı. Şehir surlarla tamamen çevrili olmadığı için korunmasızdı. Şehrin kutsal ateşinin koruyucuları olan Vesta Bakireleri dahil olmak üzere halkın büyük bir kısmı kaçtı. Karşı koyacak kimse olmadığı için Galyalılar Roma’ya hücum etti ve şehri yağmaladı. Kaçmayı reddeden üst düzey yaşlı senatörler, Forum’un ortasındaki veya bazı kaynaklara göre evlerinin avlusundaki yüksek makam sandalyelerinde (Sella curulis) oturuyorlardı.
Roma kaynakları, Galyalıların bu yaşlı devlet adamlarının soğukkanlılıkları karşısında şaşkına döndüklerini ileri sürüyor. İddiaya göre işgalcilerden biri, figürün bir heykel olup olmadığını görmek için Senatör Marcus Papirius’un uzun beyaz sakalını çekiştirmiş, Papirius ise buna bastonuyla vurarak karşılık vermişti. Ardından Galyalı Papirius’u kılıcıyla öldürürken, diğerleri de geri kalan Romalıları katletmişti. Dehşete düşen halk izlerken Brennus’un adamları şehri yağmaladı ve yok etti. Livius kayıtlarında şöyle belirtiyor:
“Her bir yandan, düşmanın bağırışlarını, kadınların ve oğlanların çığlıklarını, alevlerin uğultusunı ve yıkılan evlerin çatırtısını duyuyorlardı. Kendi hayatları dışında sahip oldukları hiçbir şeyi koruyamayacak kadar güçsüz bir şekilde, sanki Kader tarafından ülkelerinin çöküşüne seyirci olmak üzere ayarlanmış gibi gözleri ve zihinleri oradaydı.”
Bazı Romalılar Capitoline Tepesi’ne sığınmayı başarmış ve güvenli bir şekilde saklanmışlardı. Ancak Galyalılar, Romalıların yardım istemek için Ardea’ya gönderdikleri bir haberciye ait olan ayak izlerinin tepeye çıktığını fark ettiler. İzleri takip eden Galyalılar, o gece tepeye öncü bir grup gönderdiler. Ne Romalı muhafızlar ne de bekçi köpekleri geldiklerini farketmedi ancak tanrıça Juno için kutsal olan kazlar seslerini duydu. Kazların öterek uyarması, Romalıların erkenden silahlarına sarılıp saldırganları geri püskürtmelerini sağladı.
Yenilenlerin vay haline
Yedi ay boyunca Galyalılar kuşatmayı sürdürdü, ancak bu durum kendilerine de zarar veriyordu. Livius’a göre; Galyalılar “kamplarını, yangınlarla kavrulan ve sıtmayla dolu olan tepeler arasındaki alçak bir arazide kurmuşlardı… Neme ve soğuğa alışkın bir millet olarak, bu koşullara dayanamadılar. Maruz kaldıkları sıcaklıkla, aralarında hastalıklar hızla yayıldı ve koyunlar gibi teker teker öldüler.”
Sonunda müzakere yoluyla bir anlaşmaya varıldı. Galyalılar, 450 kg altın karşılığında Roma’yı terk etmeyi kabul etti. Romalılar, Capitoline Tepesi’nden servetleriyle birlikte indiler ve onları Forum’da, Galyalıların önünde tarttılar. Tribün Quintus Sulpicius, Galyalıların daha fazla altın talep edebilmek için teraziye sahte ağırlıklar koyduklarını fark ettiğinde şikayette bulundu. Karşılığında Brennus ise terazinin üzerine kılıcını bırakarak şöyle bağırdı: “Vae victis – Yenilenlerin vay haline”. Kaderlerine boyun eğen Romalılar, kılıcın ağırlığını dengelemek için daha da fazla altın verdiler.
Romalı tarihçiler Galya kuşatmasının nasıl sona erdiği konusunda farklı görüşlere sahipler. Hem Plutarkhos hem de Livius, sürgündeki general Marcus Furius Camillus’un Roma’nın yardım çağrısına yanıt verdiğini söylüyor. Diktatör olarak atanan Camillus, tüm gücünü Galya kuvvetlerini kovmak için kullanır. Ancak MÖ 2. yüzyılda yazan tarihçi Polybius, Camillus’tan veya Galyalıların sınır dışı edilmesinden söz etmez. Aksine, onun anlatımına göre Roma fidye öder ve Galyalılar oradan ayrılır.
Gerçekler ve kurgular
Klasik kaynaklar şüphesiz gerçeklere dayalı ayrıntılar içerir, ancak bu ayrıntılar arasında efsanevi unsurlar ve abartılar da yer alır. Roma’nın MÖ 387 civarında bir yenilgiye uğradığını ve yağmalandığını gösteren bazı kanıtlar bulunuyor: Olaylardan kısa bir süre sonra yazan Aristoteles ve Pontuslu Herakleides gibi Yunan yazarlar bir istiladan bahsediyorlar. Ancak arkeologlar, Livius’un kayıtlarındaki kadar korkunç kitlesel yıkım ve yangınlara dair kanıt bulamadılar.
Roma, takip eden yıllarda çok hızlı bir şekilde toparlanmış gibi görünüyor; eğer hasar anlatıldığı kadar ciddi olsaydı bu pek mümkün olmazdı. Kanıtlar, işgalcilerin işgale hazırlanan bir Galya ordusundan çok, hızlı bir baskınla Roma’ya saldıran bir grup savaşçı olduğunu gösteriyor. Muhtemelen bulabildikleri her şeyi yağmaladılar ama binaları yıkmadılar veya şehri ateşe vermediler.
Yüzyıllar sonra yazılan tarihlerde yeniden anlatılan Galya istilasının hikayesi, Galyalılara ve diğer kuzey halklarına karşı abartılı bir korku olan “metus gallicus”un kanıtı. Bu önyargı, MÖ 2. yüzyılın sonlarında Germen Cimbri ve Teutoni gruplarının güneye, Roma topraklarına doğru ilerlemesiyle daha da güçlendi. Metus gallicus, Roma’nın genişleme politikasında itici bir güç olacaktı. Algılanan tehdit, Iulius Caesar’ın MÖ 1. yüzyılda Galya’daki seferlerinin bahanesi olacaktı. Bu aynı zamanda, Caesar’ın Galyalılara karşı kazandığı zaferlerin neden Roma’da 15 hatta 20 gün süren benzeri görülmemiş bir şükran günüyle kutlandığını da açıklıyor.
National Geographic. 15 Şubat 2024.
You must be logged in to post a comment Login