Yaşadığımız dünyayı pek çok türün soyunu tüketme pahasına şekillendirdik Peki, insan türünün hiç var olmadığı bir dünya nasıl bir yer olurdu?
İnsanlar, modern metropollerimizin sembolü olan devasa gökdelenlerden piramitlere ve diğer antik anıtlara, gezegenimizin her yerine izlerini bıraktı. Uçsuz bucaksız tarım arazileri ve her yeri birbirine bağlayan yollar, insan faaliyetlerinin en belirgin izleri. Peki, insan türünün hiç var olmadığı bir dünya nasıl bir yer olurdu?
Bazı bilim insanlarının bu soruya verdikleri cevapta, tanıdık olduğumuz türlerden yabancı olduğumuz türlere büyük bir canlı çeşitliliğinin yaşam sürdüğü bakir bir dünya ile karşılaşırız. Avustralya’daki Flinders Üniversitesi’nden paleontolog Trevor Worthy, “Bence dünya çok daha yeşil olurdu, çoğunluğu büyük boyutlarda olmak üzere zengin bir hayvan çeşitliliği olurdu, hayvanlar Antarktika hariç tüm kıtalara yayılırdı.” diye tahmin yürütüyor.
(İlgili: İnsan Olmayan Hayvanlar Diğer Hayvanları Yok Oluşa İtebilir mi?)
Modern insanların olmadığı bir dünyada, Neandertaller gibi soyu tükenmiş akrabalarımız varlıklarını sürdürür ve şüphesiz yaşadıkları çevreyi, bizim yaptığımız gibi değiştirirlerdi.
Yaşadığımız dünyayı pek çok türün soyunu tüketme pahasına şekillendirdik. Avcılık ve yaşam alanlarının tahribi gibi faaliyetler ile dodolardan Tazmanya canavarlarına, pek çok türün yok oluşuna sebep olduk.
En iyimser tahminlere göre şu anda dünya üzerindeki türlerin yok oluş oranı, insanların var olmadığı bir senaryoya göre 100 kat daha yüksek. Üstelik 66 milyon yıl önce gerçekleşen ve uçmayan dinozorlar dahil hayvan türlerinin yüzde 80’ini yok eden Kretase-Paleojen (K-Pg) yok oluş olayından beri, bizden kaynaklanan oranı geçebilecek sonuçları olan bir olay yaşanmadı. Diğer bir deyişle, varlığımızın gezegen üzerindeki etkisi bir asteroid kadar yıkıcı; vahşi yaşamın giderek yok olması da bu felaketin durmaksızın devam ettiğini gösteriyor.
“Dedemin dedesi binlerce muhabbet kuşundan oluşan sürüleri gözlemleyebiliyordu; dedem bu sürülerin yüzlerce kuştan oluşanlarını görmüştü; babam ise sadece birkaç kuştan oluşan gruplar gördü; ben ise ormanda iki tane muhabbet kuşu görebilsem kendimi şanslı sayarım.” diye söylüyor Worthy.
Doğanın insan tarafından yok edilişi, bizsiz bir dünyanın çok daha vahşi bir yer olacağını gösteriyor. Böyle bir dünyada moa kuşları gibi yok olmuş devler de varlıklarını sürdürüyor olurdu. 3,6 metre boya ulaşabilen, devekuşu benzeri bu kuşlar; Yeni Zelanda’da milyonlarca yılda evrildiler. Worthy’nin belirttiğine göre insanlar bu kuşların yaşadıkları topraklara 750 yıl önce geldiler ve gelişlerini takip eden 200 yılda dokuz moa türü dahil olmak üzere 25 omurgalı türü yok oldu. Bu 25 tür arasında moaları avlayan dev Haast kartalları da vardı.
Dev moalar ile Haast kartalları, yok oluşları sürdürülebilir olmayan avcılık yöntemleri ve istilacı türlerin yeni habitatlara getirilmesi gibi insan faaliyetleriyle doğrudan bağlantılı olan hayvanların en yakın zamanlı örnekleri. Bu iki örnek dev hayvanlarla ilişkimizin diğer yerlerde nasıl olabileceğini de gösteriyor.
Dev hayvanların neslinin tükenmemesi, insansız bir dünya düşünülecekse fazlasıyla dikkate değer bir nokta, zira bu canlıların yaşadıkları çevre üzerindeki etkisi oldukça büyüktü.
İsveç’teki Gothenburg Üniversitesi zooloji bölümünden Sören Faurby, büyük memelilerin binlerce yıl önce yok olmasında insanların rol oynadıklarına inanıyor. 2015 yılında yürüttüğü ve Diversity dergisinde yayımlanan bir araştırmada, Faurby, insanların olmadığı bir dünyanın yaşam dolu Afrika ekosistemi Serengeti’ye benzeyeceğini öne sürdü.
Bu senaryoda, günümüzde Serengeti’de görülebilecek hayvanlara (örneğin fillere, gergedanlara ve aslanlara) benzer soyu tükenmiş hayvanlar Avrupa’nın çeşitli yerlerinde varlıklarını sürdürürlerdi. Örneğin, Afrika aslanları yerine, Avrupa’da 12.000 yıl öncesine kadar yaşamış olan, Afrikalı kuzenlerinden biraz daha büyük mağara aslanlarının nesli tükenmemiş olurdu. Faurby’e göre, Amerika kıtası ise fillerle akraba canlılar, devasa ayılar, armadillolarla akraba araba boyutunda Glyptodonlar ve dev tembel hayvanlar gibi eşsiz türlere ev sahipliği yapıyor olurdu.
“İnsanların olmadığı bir dünyada çok daha büyük bir dev memeli çeşitliliği olurdu ve eğer daha zengin bir dev memeli çeşitliliğinden bahsediyorsak çok daha açık bir habitat hayal edebiliriz.” diye söylüyor Faurby.
Filler gibi büyük hayvanlar, söz konusu yiyecek bulmak olduğunda fazlasıyla kararlı olabiliyorlar ve gereksiz engellere tahammül göstermiyorlar. “Eğer yeterince büyükseniz bir ağacı kolayca yıkıp tepedeki taze yaprakları yiyebilirsiniz.” diye belirtiyor Faurby. Ancak, bir sürü dev memeli türünün var olmasının daha az ağaçlık bölgenin var olması anlamına gelebileceğini de ekliyor.
Filler gibi büyük hayvanlar megafauna olarak biliniyor. Pleistosen döneminde (2,6 milyon yıl ila 11.700 yıl öncesi) gerçekleşen son buzul çağı sırasında, dünya, zengin bir megafaunaya ev sahipliği yapıyordu ancak bu megafaunanın büyük bir kısmı ya buzul çağının sona ermesiyle ya da sonraki bin yılda yok oldu. Örneğin, Proceedings of the National Academy dergisinde yayımlanan 2020 tarihli bir araştırmaya göre, Kuzey Amerika’da, 38 civarında büyük hayvan türünün nesli son buzul çağının sona ermesiyle tükendi. Geçtiğimiz yüzyılda, bu büyük hayvanların yok oluşunda doğal iklimsel değişimlerin mi yoksa aşırı avcılık gibi insan faaliyetlerinin mi etkili olduğu bilim insanları tarafından tartışıldı.
2021 yılında Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, iklim değişikliğinin Pleistosen’in bitişinden sonra hayatta kalmayı başaran yünlü mamutları ve Arktik’te yaşayan diğer megafaunayı yok oluşa sürüklediğini ortaya koydu, zira bu canlıların yediği bitkiler ısınan iklimin etkisiyle sulaklaşan çevrede hayatta kalamadı.
Ancak, insanlar mamutları avladılar. Faurby gibi, mamutların yok oluşunda insanların rol oynadığını düşünen bilim insanları, mamutların insanlar gelmeden önceki iklim değişikliklerinden sağ çıktıklarını ve eğer fazladan insan baskısı olmasaydı günümüzde hala var olabileceklerini öne sürüyor.
Ekosistem ekolojisti Doçent Doktor Christopher Doughty tarafından gerçekleştirilen bir çalışma, gerek geçmişte gerek günümüzde, büyük hayvanların dışkılama yoluyla tohum ve besinlerin yer değiştirmesini sağladıklarını ortaya koyuyor. Doughty’nin çalışması fosfor, kalsiyum ve magnezyum gibi yaşam için fazlasıyla önemli olan elementlerin dolaşımının büyük hayvanların yok oluşuyla yüzde 90 oranında azaldığını gösteriyor.
Doughty’nin hipotezine göre, insanlar olmasaydı, elementler çevreye daha eşit bir şekilde dağılırdı. Bu da daha verimli bir toprak yani daha üretken ekosistemler anlamına gelirdi. “Eğer elementler ekosistemlerde düzensiz dağılmışlarsa, üretkenlik de düzensiz olacaktır.” diye söylüyor Doughty.
Doughty’nin belirttiğine göre, insanlar; tarım ve çevrelenmiş alanların yaratımı yoluyla elementleri belli yerlere toplarlar, bu yerler de zaman içerisinde vahşi sistemlere kıyasla daha az üretken hale gelir. Dolayısıyla, verimliliğin fazla olması, bitkilerin kaynaklarını daha fazla meyve ve çiçek vermeye harcayabilecekleri yani dünyanın daha canlı olacağı ve daha fazla hayvanı besleyeceği anlamına gelir.
İklim de farklı olabilirdi elbette. Her ne kadar insanların ve megafaunanın binlerce yıl önceki iklimsel değişiklikleri nasıl etkilediklerini anlamak kanıtların zaman içerisinde yok olması sebebiyle imkânsız olsa da günümüzde dünyanın iklimini nasıl değiştirdiğimize bakarak kolayca bir yargıya varabiliriz. Fosil yakıtların yakılması gibi faaliyetlerin sebep olduğu küresel ısınma ile insanlar, 20. yüzyılın başlangıcından beri, ortalama küresel ısıyı 1 derece yükselttiler. Bu da dünyanın biz olmadan en az 1 derece daha soğuk olacağı anlamına geliyor.
2016 yılında Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, insan kaynaklı ısınmanın bir sonraki buzul çağını en az 100.000 yıl geciktireceği sonucuna vardı. Gerçi, insan kaynaklı gecikme olmadan bile dünya bir 50.000 yıl daha buzul çağına girmeyecekti, yani, var olmasaydık bile şu anda bir buzul çağı yaşanmıyor olurdu.
Biz modern insanlar (Homo sapiens), her zaman dünya üzerindeki tek insan türü değildik, dolayısıyla bizim sahneden çekilmemiz Neandertal kuzenlerimizin yararına olabilirdi. Bilim insanları, Neandertal neslinin 40.000 yıl önce neden tükendiğini bilmeseler de, bu insan türü Homo sapiens ile melezleştiği için DNA’larının bir kısmı bazılarımızda varlığını sürdürüyor. Neandertallerin yok oluşunun birkaç muhtemel sebebi olsa da bizim de baş şüpheliler arasında yer aldığımızı unutmamalıyız.
Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’nde insan kökenleri araştırma başkanı Profesör Chris Stringer, Neandertal’lerin yok oluşunda kaynak mücadelesinin etkili olduğunu belirtiyor. “Eğer biz var olmasaydık, eğer Avrupa’ya 45.000 ya da 50.000 yıl önce gelmeseydik, bence Neandertaller hala yaşıyor olurlardı.” diye söylüyor Stringer.
Stringer’a göre, Neandertaller Avrupa’da, modern insanlarınkine benzer karmaşık hayatlar sürdürüyorlardı ancak iklim değişiklikleri ile mücadelede bizim kadar başarılı değillerdi, sayıca azlardı ve genetik çeşitlilikleri düşüktü. Böyle bir durum herhangi bir tür için kötü haberdir, zira akraba evliliği ve hastalıkları beraberinde getirir. Stringer’ın belirttiğine göre, Neandertaller muhtemelen halihazırda tehdit altındaydılar ve modern insanların yaşadıkları topraklara ayak basması, onları yok oluşa sürükleyen olayları başlatan şey olabilir.
Ancak, ilerlemesine izin vermediğimiz tek insan türü Neandertaller değildi. Bilim insanları modern insanlar ve Neandertaller ile aynı zamanda yaşamış bir diğer insan türü hakkında yeni şeyler öğrenmeye devam ediyor: Denisovalılar. Bu insan türü gen ve dış görünüş olarak modern insanlardan çok Neandertallere benziyordu ancak büyük azı dişleri ile Neandertallerden ayırt edilebiliyorlar.
İnsanlar muhtemelen Denisovalılar ile melezleştiler, zira günümüzde Yeni Gine ve Okyanusya gibi yerlerde yaşayan modern insanlarda Denisovalı DNA’sının izleri görülüyor. 2012 yılında Science dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, bu bulgu Denisovalıların sonraki zamanlarda daha doğuya yerleşecek olan modern insanların atalarıyla Güneydoğu Asya’da melezleştiklerini gösteriyor. Denisovalılar ayrıca Sibirya’da Neandertaller ile de karıştılar. Bu bölgede bir Denisovalı-Neandertal melezinin fosilleşmiş kalıntılarına rastlandı.
Denisovalılarla gerçekleşen bu etkileşim, fosil kanıtlarıyla birlikte, bu insan türünün Neandertallere kıyasla daha geniş bir coğrafi sahaya sahip olduklarını, daha çeşitli çevrelere yayıldıklarını ve sonuç olarak, her ne kadar tartışmaya açık bir görüş olsa da, Neandertallere nazaran daha adapte olduklarını gösteriyor. Stringer’a göre DNA bulgusu Denisovalıların muhtemelen Neandertallere göre daha fazla genetik çeşitliliğe sahip olduklarına da işaret ediyor. “Neandertallere göre şüphesiz hayatta kalmada daha başarılı olabilirlerdi.” diye söylüyor Stringer.
Neandertaller ve Denisovalılar bu noktada önemli türler; zira eğer bu insan türlerinden biri ya da ikisi hayatta kalsaydı, Homo sapiens’in macerasına benzer bir maceraya imza atıp buzul çağının sona ermesiyle avcı toplayıcılıktan tarıma geçiş yapabilirdi.
“Neandertallerin ve Denisovalıların yeterli zaman geçtikten sonra böyle bir şey yapmamaları için hiçbir sebep yok.” diye söylüyor Stringer. Bu insan türlerinin herhangi bir zihinsel yetersizlikleri olup olmadığı kesin olarak bilinmiyor, ancak böyle bir durum söz konusu olsaydı bile evrim bunun üstesinden gelebilirdi. Bu durumda, dünyanın çok da farklı bir yer olmayacağını söyleyebiliriz.
“Yani bizim yaptığımız tüm hataları onlar da yapabilirdi.” diye ekliyor Stringer. “Kim bilir? Belki de küresel ısınma gibi bir sorun eninde sonunda yeniden ortaya çıkabilirdi, tek farkı bu sorunun sebebi bizler değil Neandertaller ya da Denisovalılar olurdu.”
Live Science. 9 Kasım 2021.
You must be logged in to post a comment Login