Yepyeni bir yıla girerken, 2025 yılında Türkiye’nin farklı bölgelerinde yapılan önemli arkeolojik keşifleri sizlerle paylaşıyoruz!

2025 yılında Türkiye’de müze kazıları hariç yaklaşık 200 arkeolojik kazı yürütüldü. Sayısız arkeolog gerek sahada, gerekse masa başında çeşitli dallardan uzmanlarla birlikte ter döktü. Bu sayede binlerce yıl önce Anadolu topraklarında yaşamış birbirinden farklı medeniyetlere ve topluluklara dair çok önemli bilgiler edindik. Unutmamak gerekir ki arkeolojik buluntular, bağlamı olmadan arkeologlar için pek bir şey ifade etmiyor. Yani bu buluntuların kıymeti; göze güzel görünmeleri değil, bize anlattıklarında saklı. Lafı fazla uzatmadan sizi bu heyecan verici listeyle baş başa bırakalım. Keyifli okumalar!
Arkeofili ekibi olarak, 2025 yılında Türkiye’de öne çıkan en dikkat çekici arkeolojik keşifleri sizler için seçtik ve bu listede bir araya getirdik. (Not: Listenin en sonunda geçen yılın keşiflerini de bulabilirsiniz!)
10- Datça Açıklarındaki Osmanlı Batığında Bir Hançer (Muğla)
Türkiye’de kazısı yapılan ilk ve tek 17. yüzyıl Osmanlı batığı olan Kızlan Batığı’nda, yeniçeri silahları, Çin porselenleri, satranç takımları, el bombaları ve bir hançer bulundu.

Datça açıklarında yer alan Kızlan Osmanlı Batığı’nda bu sezonun en çarpıcı bulgularından biri, geminin dış bordasında ortaya çıkarılan, kıvrımlı formu ve süslü sapıyla tipik bir Osmanlı hançeri oldu. Konservasyon sonrası bezemeleri ve detayları daha net ortaya çıkacak bu parça, geminin askeri kimliğini somutlaştıran sembolik bir obje niteliğinde. Hançerin yanı sıra paketlenmiş halde 36’dan fazla Osmanlı tüfeği, 50’den fazla humbara (el bombası), tabancalar, kılıçlar ve binlerce mermi ile birlikte, bakır mutfak kapları, ibrikler, kazanlar, tahta kaşıklar, şimşir taraklar, deri mataralar, 135 Tophane yapımı pipo lülesi, iki satranç takımı ve bambu paketler içinde Çin porselenleri ortaya çıkarıldı. Bulunan bir mühür üzerinde, “Hüdabende Abdullah Ahmed” adı ve Hicri 1078 (Miladi 1667–1668) tarihi yer alıyor. Geminin 17. yüzyılda bir çatışma sırasında vurulduğu, kıyıya doğru sürüklenip karaya oturduğu ve sancak bordasına yatarken yanarak battığı düşünülüyor. Yaklaşık 30 metre uzunluğunda ve 9 metre genişliğindeki gemi, askeri mühimmat ile lüks ve gündelik yaşam eşyalarını taşıyan karma bir kargoya sahipti.
Kazı Başkanı: Prof. Dr. Harun Özdaş
9- Sayburç’ta Ölüm Ritüellerini Gösteren 11.500 Yıllık Heykel (Şanlıurfa)
Şanlıurfa’da, Göbeklitepe’nin de dahil olduğu Taş Tepeler’den biri olan Sayburç’ta, MÖ 9.500 yılına tarihlenen sıradışı bir heykel bulundu.

Heykel yaklaşık MÖ 9.500 yılına tarihleniyor ve erken yerleşik toplulukların ölüm ritüellerine dair çarpıcı ipuçları taşıyor. “Çanak Çömleksiz Neolitik B” dönemine ait heykelin kaburgaları oldukça belirgin, ağzı dikilmiş, göz çukurları ise yumuşakça kabuklarıyla doldurulmuş gibi gözüküyor. Ayrıca baş kısmının tepesinde, dönemin yaygın pratiklerinden olduğu düşünülen kafatası yüzme uygulamasına dair izler var. Taş Tepeler’in bir diğer önemli yerleşimi olan Karahantepe’de de geçtiğimiz yıl 2,3 metre yüksekliğinde, kaburgaları belirgin, omurga ve omuz kemikleri öne çıkarılmış oturur vaziyette bir heykel bulunmuştu. Heykelin bulunduğu mekânda duvara yerleştirilmiş bir akbaba heykeli ve yere bırakılmış taş tabaklar da ortaya çıkarılmıştı.
Kazı başkanı: Doç. Dr. Eylem Özdoğan
8- Aspendos’ta Zeus’un Habercisi Hermes Heykeli (Antalya)
Antalya’daki Aspendos Antik Kenti’nde yürütülen kazı çalışmalarında, Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait mermer bir Hermes heykeli ortaya çıkarıldı.

Keşif, Aspendos Antik Kenti’ndeki Tiyatro Caddesi’nin doğusunda yer alan anıtsal bir çeşmenin yıkıntıları arasında gerçekleşti. Keşif alanında ayrıca Aphrodite ve Eros’a ait baş heykelleri ile Artemis ve Nemesis’e ait heykel parçaları da bulundu. Söz konusu heykel, Olympos’un baş tanrısı Zeus’un habercisi ve tanrılar arasındaki en hızlı figür olarak bilinen Hermes’i tasvir ediyor. Yeni keşfedilen heykelin sağ elinde bir para kesesi, sol elinde omzundan aşağı sarkan pelerini yer alıyor. Kerykeion asasını tutan Hermes’in sol ayağının yanında ise başı Hermes’e dönük bir koç figürü var. Birçok parçaya ayrılmış halde bulunan heykel, daha sonra restore edilerek bir bütün haline getirildi. Heykelin kaidesiyle birlikte toplam yüksekliği 1,65 metreye ulaşıyor ve stilistik olarak Roma İmparatorluk Dönemi’ne, yaklaşık MS 2. yüzyıl sonu ile 3. yüzyıl başlarına tarihlendiriliyor. Hermes, Antik Yunan mitolojisinde yolların, ticaretin, konukseverliğin ve diplomasinin tanrısı olarak biliniyor. Aynı zamanda tüccarların, sürüler ve çobanların da koruyucusu sayılıyor.
Kazı başkanı: Doç. Dr. Mustafa Bilgin
7- Troya’da 4.500 Yıllık Nadir Bir Halkalı Broş (Çanakkale)
Çanakkale’de 160 yıldan fazla bir süredir devam eden Troya kazılarında, Erken Tunç Çağı’na ait oldukça nadir bir halkalı broş ve yeşim taşı ortaya çıkarıldı.

Döneminde önemli bir toplumsal statü ve güç sembolü olarak kullanılan altın broş, Troya’da bugüne dek bulunan en önemli eserler arasında yer alıyor: yüksek işçilik, estetik bir tasarım ve yerel üretime işaret eden özellikler taşıyor. MÖ 2.500 yıllarına tarihlenen eser, dünya üzerinde bilinen sadece üç örnekten biri ve en iyi korunmuş olanı. Broşun Troya II tabakalarında bulunması, uzun zamandır devam eden Troya II’nin başlangıç tarihine ilişkin tartışmalara da son verdi. Daha önce MÖ 2.200 – 2.300 yılları arasına mı, yoksa daha erken bir döneme mi ait olduğu tartışılan bu evre, buluntuyla birlikte kesin biçimde MÖ 2.500 civarına tarihlendi. Bugün bilinen doğal kaynakları Doğu Asya (Çin) ve Orta Asya (Afganistan) coğrafyalarında yoğunlaşan yeşim taşının Troya’da ele geçmesi ise, Tunç Çağı’nda kentin uzak mesafeli ticaret ağlarına dahil olduğuna dair güçlü bir gösterge sunuyor. Muhtemelen yüzük taşı ya da süs eşyası olarak kullanıldığı düşünülen bu taş, 4.500 yıl önce Troya’daki lüks tüketim ürünlerinden biriydi. 6M Sarayı’nın önündeki dolguda yapılan kazılarda altın broş ve yeşim taşının yanı sıra çeşitli kemik aletler de ortaya çıkarıldı.
Kazı başkanı: Prof. Dr. Rüstem Aslan
6- Limyra’da Kayıp Zeus Tapınağı (Antalya)
Antalya’daki Lymra Antik Kenti’nde, uzun yıllardır çeşitli yazıtlardan varlığı bilinen fakat yeri belirlenemeyen Zeus Tapınağı nihayet bulundu.

Finike ilçesinde, Toçak Dağı eteklerindeki Limyra Antik Kenti’nde yürütülen kazılarda, epigrafik kaynaklardan 1982’den beri varlığı bilinen ancak yeri bir türlü saptanamayan Zeus Tapınağı’nın bir bölümü gün yüzüne çıkarıldı. Kazı ekibi, kentin batı kesiminde uzun süredir şüphelenilen bir alanda çalışmaları yoğunlaştırdı ve yapının ana girişi olan doğu cephesine ait mimari kalıntıları ile ante duvarlarını açığa çıkardı. Ölçümlere göre tapınağın ön cephesi yaklaşık 15 metre genişlikte. Arkeolojik verilere göre bu yapı, Klasik Dönem’de inşa edilmiş bir Zeus tapınağı olarak tanımlanıyor. Yazılı kaynaklar ise, Hellenistik ve Roma İmparatorluk dönemlerinde de kentin baş tanrısının Zeus olduğuna işaret ediyor. Tapınağın üzerine Bizans Dönemi’nde bir sur hattı yapılmış; kutsal oda (cella) ise surun dışında kalan, portakal bahçesinden oluşan bir özel mülk içinde kalıyor. Ekip, kamulaştırma tamamlandığında kazı ve belgeleme çalışmalarını cella alanına genişletecek. Bu bulguyla birlikte 43 yıldır aranan bir tapınağın yeri ilk kez somut mimariyle teyit edildi. Ayrıca uzun yıllardır Roma Caddesi’nin altındaki propylon (anıtsal kapı) yapısının, Klasik Dönem’de Zeus Tapınağı’nın kutsal alanına açılan giriş olduğu anlaşıldı.
Limyra Kazı Başkanı: Dr. Martin Seyer
5- Küllüoba Höyüğünde 5.000 Yıllık Ekmek (Eskişehir)
Eskişehir’deki Küllüoba Höyüğü kazılarında, 5.000 yıl önce ritüelistik olarak kapı eşiğine gömülen bir ekmek bulundu.

Kazılarda nadiren saptanabilen organik kalıntılar içerisinde sayılabilecek bu ekmek üzerinde yapılan detaylı analizler; mayalanmış, pişirilmiş ve formunu korumuş olması açısından onun özgün bir örnek olduğunu ortaya koydu. İlk Tunç Çağı’nın başına tarihlenen, kabaca 5.000 yıl önceki bir evin arka odasında, kapı eşiğine yakın bir konumda bulunan bu örnek, büyük olasılıkla bir ritüelin parçası olarak oraya bırakılmıştı. Çalışmalar sırasında ekmeğin bir parçasının özellikle koparıldığı ve yakıldığı belirlendi. Analizler ayrıca ekmeğin içerisinde büyük oranda gernik buğdayı ve daha az miktarda mercimek bulunduğunu gösterdi. Ekmeğin üzerinde bulunan ve yapının bu evresini tamamen kapatan 50 cm kalınlığındaki steril kırmızı renkli toprak katmanı sayesinde, üstteki yapı evresinde zarar görmeden günümüze ulaşabilmişti. Eskişehir Halk Ekmek Fabrikası, bu buluntudan esinlenerek “Küllüoba Ekmeği” adıyla bir ekmek üretti ve kent sakinlerinin bu ekmeğin bir benzerinin tadına bakabilmesi sağlandı. Küllüoba’da bir evin eşiğinde bulunan bu ekmek, bir tür ritüelin parçası olarak yakılmış ve gömülmüş olduğu için günümüze ulaşabilen nadir bir örnek.
Kazı başkanı: Prof. Dr. Murat Türkteki
4- Körzüt Kalesi’nde Urartu Yerleşiminin Adı (Van)
Van’ın Muradiye ilçesindeki Körzüt Kalesi’nde, bir tapınak yapısının kalıntıları arasında bulunan çivi yazılı taş bloklar çözümlendi ve yerleşimin adı ortaya çıktı.

Geçtiğimiz yıllarda alanda bir tapınağa ait olduğu düşünülen yapının kalıntıları ile birlikte, üzerinde Urartu çivi yazısı bulunan iki taş blok bulunmuştu. Taş bloklardan biri tapınağın kuzey cephesinde ortaya çıkarıldı ve üzerinde altı satırdan oluşan çivi yazısı yer alıyordu. Hemen ardından ikinci blok da bulundu ve bu bloktaki yazıların, ilk bloğun devamı olduğu anlaşıldı. Bu yazıtlar uzun süre uzmanlar tarafından incelendi ve nihayet çözümlendi. Yazıtlarda geçen “Haldi Patari” ifadesi, Körzüt’ün Urartu dönemindeki adını ortaya çıkardı: Haldi’nin Kutsal Kenti. Bu tanım, Urartu’nun başta gelen tanrısı Haldi’ye adanmış bir kentin varlığını belgeliyor. Böylece Körzüt Kalesi’nin Urartu dini ve siyasi yapısı içindeki önemi daha net anlaşılmış oldu. Artık Körzüt’ün Urartu dönemindeki adının Haldi Patari olduğunu biliyoruz.
Kazı başkanı: Doç. Dr. Sabahattin Erdoğan
3- Gordion’da 2.700 Yıllık Kraliyet Mezarı (Ankara)
Ankara’daki Gordion Antik Kenti’nde, Friglere ait 8 metre yüksekliğinde ve 60 metre çapında oldukça iyi korunmuş gösterişli bir kraliyet mezarı açıldı.

Antik kentte kazılan 47. tümülüs olan “T26” tümülüsünde 3,1 metreye 2,8 metre boyutlarında, ahşap konstrüksiyonlu bu mezar odası, Frig ölü gömme geleneklerine ve Gordion’un siyasi tarihine ışık tutan dikkat çekici buluntular sundu. Yaklaşık 60 metre çapında ve 8 metre yüksekliğinde olan tümülüs, orta ölçekli Frig mezar yapıları arasında yer alıyor. Dört ay süren kazılar sonucunda, ahşap konstrüksiyonlu mezar odasında 100’ün üzerinde arkeolojik eser ortaya çıkarıldı. Bunlardan 88’i bronz ve demirden yapılmıştı. Eserler arasında büyük kazanlar, üç ayaklı çömlekler, tütsülükler ve dikkat çekici bir bronz testi yer alıyor. Bu testinin üzerindeki keten örtü, beklenmedik bir şekilde günümüze ulaştı. Organik ketenin, bronzun korozyon koruyuculuğu sayesinde bugüne kadar korunabilmiş. Tümülüsün en dikkat çeken yönlerinden biri de, ölü gömme yönteminin kremasyon olması. Bu mezar, şu ana kadar Gordion’da ortaya çıkarılmış en eski yakarak gömme örneği ve MÖ 750’lere tarihleniyor. Mezarda, ölen kişiye ait küller ve yanına bırakılmış zengin eşyalar, bu kişinin sıradan biri olmadığını; yüksek statülü, belki de bir kraliyet üyesi olduğunu düşündürüyor. Eserlerin türü ve mezarın anıtsallığı, burada yatan kişinin Midas’ın babası ya da ailesinden biri olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.
Gordion Kazı Başkanı: Prof. Dr. Charles Brian Rose
2- Çatalhöyük’te 8.000 Yıl Önce Kadın Merkezli Yaşam (Konya)
Yapılan genom çalışması, Çatalhöyük’te kadınlara öncelik tanıyan ve topluluk temelli bir yaşam biçiminin izlerini ortaya çıkardı.

Konya’da yer alan Neolitik dönem yerleşimi Çatalhöyük’te yapılan bir çalışma, burada yüzyıllar boyunca toplumsal kuralların nasıl değiştiğini ortaya koyuyor. Çatalhöyük’te hane yapıları zamanla biyolojik akrabalık bağlarından uzaklaşıp, daha ortaklaşa bir yaşam biçimine evrilmiş ve kadınlara öncelik tanıyan bazı uygulamalar sürdürülmüştü. Çalışmada, Çatalhöyük’teki 35 evde gömülen 131 kişinin DNA’sı analiz edildi. Sonuçlara göre, erken dönemlerde evlerin içine gömülen kişiler, genellikle biyolojik aile bireyleriydi. Ancak sonraki yüzyıllarda, aynı yapılar içine sıklıkla genetik olarak akraba olmayan bireyler gömülmüştü. Onlarca yıldır bulunan sayısız kadın figürinleriyle tanınan Çatalhöyük’te, anaerkil bir yapı olduğu uzun zamandır düşünülüyordu. Ancak buna dair net veriler yoktu. Şimdi ise, yapılar içerisindeki genetik bağların kadınlar üzerinden, özellikle anneler aracılığıyla kurulduğu ortaya çıktı. Avrupa’daki çağdaş yerleşimlerde görülenin aksine, yetişkinliğe ulaşıldığında kadınlar aynı evde kalma eğilimindeyken, erkekler ayrılıyordu. Ayrıca çocuk mezarlarında bulunan mezar eşyaları da şaşırtıcı bir sonuç verdi. Kız bebeklerin erkeklere kıyasla beş kat daha fazla mezar eşyasıyla gömüldüğü ortaya çıktı.
Makale: Eren Yüncü et al. 2025. Female lineages and changing kinship patterns in Neolithic Çatalhöyük. Science, 388.
1- Karahantepe’de Bilinen En Eski Üç Boyutlu Hikaye (Şanlıurfa)
Şanlıurfa’da yer alan Karahantepe’de, bir yapının terk edilme ritüeli ilişkili olarak gömülmüş taş figürler, bilinen en eski üç boyutlu anlatı olabilir.

Yaklaşık 12.000 ila 10.200 yıl önce Çanak Çömleksiz Neolitik dönemde iskan gören Karahantepe’de, üst kısmında üç boyutlu insan yüzü tasviri taşıyan 1,3 metre yüksekliğinde T biçimli dikilitaş bulundu. Aslında Göbeklitepe’de daha önce bulunan örneklerle birlikte T biçimli dikilitaşların insanı sembolize ettiği uzun zamandır düşünülüyordu. Çünkü bu örneklerde eller ve kollar gibi kabartmalar vardı. Ancak bugüne kadar hiçbir dikilitaşta üç boyutlu bir yüz kabartması yoktu. Dolayısıyla bir konut alanında bulunan bu yüz tasvirli dikilitaş, bu anıtsal öğelerin insan figürünü temsil ettiğine dair görüşü güçlendiriyor. Karahantepe’de bu yılın bir diğer önemli buluntusu ise, bilinen en eski üç boyutlu anlatı olabilecek taş eserler grubu. Özenle gömülerek terk edilmiş başka bir yapı içinde, dip kısmı olmayan bir taş kâsenin içine yerleştirilmiş taş tabak, taş levha ve yaban domuzu, akbaba ve tilkiyi betimleyen minyatür taş figürinler bulundu. Her bir figürinin başı ayrı bir taş halka içine yerleştirilmişti. Bu düzenlemenin, farklı hayvanların aynı kaderi paylaştığı ya da aynı olaya tanıklık ettiği yönünde simgesel bir anlatı sunduğu, yapının gömülerek terk edilme süreciyle ilişkili ritüel bir kompozisyon olabileceği düşünülüyor.
Kazı başkanı: Prof. Dr. Necmi Karul
2024 yılında hangi keşiflerin yapıldığını görmek için tıklayın!
You must be logged in to post a comment Login