Paleoantropologlar, insanın kökenine dair 2023 yılının en etkileyici bulgularından bazılarını ortaya koyuyor.
2023 yılı, insan evrimi araştırmaları açısından heyecan verici bir yıl oldu. En çok konuşulan hikayelerin çoğu bize ilk atalarımızın ve akrabalarımızın beslenmesi, alet kullanımı ve yaşadıkları çevre hakkında daha fazla bilgi veriyor. Diğer bulgular arasında ise avcılık, takı yapımı ve davranışlara dair kanıt sağlıyor. İster daha önce kazılmış fosillere yeni bir bakış atarak, ister yeni kanıtları ortaya çıkararak olsun, tüm bu hikayeler ortak geçmişimiz hakkındaki bilgi birikimimizi genişletiyor ve insan olmanın ne anlama geldiğine dair daha fazla bilgiyi gün ışığına çıkarıyor.
1- Neandertaller eski Avrasya’nın gurmeleriydi.
Neandertaller muhtemelen en yakın akrabalarımız arasında en bilinen homininler olma özelliğini taşıyor. Modern insanlar hayatta kalırken Neandertallerin nasıl yaşadıkları ve neden soylarının tükendiği, bilimin ve kamuoyunun büyük ilgisini çeken bir konu.
Bu yılki yeni araştırmalar bize Neandertallerin nasıl yaşadığı, avlandığı ve ne yediği hakkında daha fazla ipucu veriyor. Üç çalışma, Neandertal davranışı ve beslenmesine yeni bir ışık tutuyor ve nesli tükenen en yakın akrabalarımızın bizden o kadar da farklı olmadığını giderek daha fazla gösteriyor.
İlki, Gabriele Russo liderliğindeki bir ekibin Ekim ayında yaptığı bir çalışmaydı. Almanya’nın güneyindeki Siegsdorf’ta yaşayan 48.000 yıllık bir mağara aslanının kemiklerini inceleyen araştırmacılar, kaburgalardan birinde açık bir delik izi, muhtemelen ahşap mızraklardan kalma üç iz ve diğer kemiklerde çok sayıda kesik izi keşfettiler. Ekip ayrıca kuzey Almanya’daki Einhornhöhle’de bulunan diğer mağara aslanı kalıntılarını da analiz etti ve parmak kemikleri veya parmak kemikleri üzerinde bulunan kesik izlerine dayanarak Neandertallerin mağara aslanlarını derileri için avladıkları sonucuna vardı.
Kanıtlar, Neandertallerin tehlikeli bir hedef olabilecek yırtıcı mağara aslanlarını avlayıp kestiklerini gösteriyor. Mağara aslanlarının etinin tüketilmesi, Neandertallerin nitrojen izotoplarına dayanarak neden besin zincirinde yukarı doğru ilerledikçe yoğunlaşan, nitrojen açısından zengin benzersiz bir diyet imzası gösterdiğine dair bir hipotez. Neandertallerin yüksek riskli avları başarıyla avlama yeteneği, avlanmada iletişim, planlama ve işbirliği potansiyelini akla getiriyor.
2- Neandertaller büyük hayvanları öldürmek için av partileri düzenledi
Yüksek riskli avlardan bahsetmişken, Şubat ayında yapılan ikinci çalışma, 125.000 yıl önce Orta Almanya’da Neandertallerin soyu tükenmiş dev filleri avlayıp kestiklerini ortaya çıkardı.
Araştırmacılar, ilk olarak 1980’lerde ve 1990’larda kazılan Neumark-Nord 1 bölgesinden 70 ayrı düz dişli filin 3.000’den fazla kemiğinden oluşan devasa bir koleksiyon üzerinde çalıştı. Fillerin vücutlarının her yerinde bulunan kemiklerdeki kesik izleri, Neandertallerin fillerden et, beyin ve hatta ayak tabanlarından yağ elde edebildiklerini gösteriyor. Kesilen fillerin çoğu, modern fil gruplarında genellikle yalnız yaşayan büyük yetişkin erkeklerdi; dolayısıyla daha düşük riskli, daha yüksek getirili bir av hedefi olabilirler.
Düz dişli filler, o zamanlar Avrupa’nın en büyük hayvanlarıydı; 13 metreden fazla boyları ve 13 tona kadar ağırlıkları vardı. Araştırmacılar, yalnızca bir büyük erkek filin dört ton et üretebileceğini, 25 Neandertal’i üç ay boyunca besleyebileceğini ve bu büyüklükteki bir avın işlenmesinin üç ila beş gün sürebileceğini tahmin etti.
Bu devasa miktardaki et, Neandertallerin belki de mevsimsel olarak daha büyük gruplar halinde toplanmış olabileceğini ve bir tür yiyecek saklama veya saklama tekniklerine sahip olabileceğini gösteriyor. Dahası, bölgedeki fil kemiklerinin tarihlendirilmesi yaklaşık 2.000 yıllık bir süreyi kapsıyor ve bu da davranışın nesiller boyunca aynı yerde devam ettiğini gösteriyor.
Araştırma ekibi Aralık ayında Almanya’daki Gröbern ve Taubach’taki diğer iki eşzamanlı Neandertal bölgesinde düz dişli fil katliamına ilişkin benzer ilave kanıtlar yayınladı; bu da Neumark-Nord 1’in tek seferlik bir olay olmadığını gösteriyor; Kuzey Avrupa düzlüğündeki Neandertaller, Son Buzullararası Dönem’de rutin olarak düz dişli fillerden yararlandılar.
3- Neandertaller deniz kenarında yengeç kızartmasıyla ziyafet çekiyordu
Şubat ayında yayınlanan bir başka araştırma, Neandertallerin denizdeki yengeçleri tükettiğine dair kanıtlar sağlıyor.
Tavşanlar, kuşlar ve kabuklu deniz hayvanları gibi küçük avlar hayvan başına daha büyük avlar kadar kalori sağlayamasa da, bu canlıları elde etmek genellikle daha kolay ve yılın farklı zamanlarında erişimi daha güvenilir.
Portekiz kıyılarındaki bir mağara alanı olan Gruta da Figueira Brava’da araştırmacılar, Neandertallerin 90.000 yıl öncesine kadar yengeç pişirdiğini ve yediğini gösterdi. Bazı yengeç kabukları ve kıskaçları üzerindeki siyah yanık izleri, kabukluların 600 ila 900 Fahrenheit dereceye kadar sıcaklıklara maruz kaldıklarını gösteriyor, bu da kömür üzerinde kavrulduklarının göstergesi. Yengeç kıskaçlarındaki kırılma türü bu yorumu destekliyor ve görünüşe göre oradaki Neandertaller özellikle daha büyük yengeçlerin peşine düşmüş.
Neandertallerin deniz ürünleri tüketmesi, kabuklu deniz ürünleri yemenin, Sahra altı Afrika’daki modern insanların benzersiz derecede büyük beyinler geliştirmesine yol açtığı hipotezine şüphe düşürüyor. Deniz kaynaklarının toplanması aynı zamanda yüzmeyi veya gelgitler hakkında bilgi sahibi olmayı da gerektirir.
4- 1,45 milyon yıllık kemikteki izler, homininlerin birbirlerini kesip yediklerine dair potansiyel kanıt sağlıyor
Görünüşe göre eklektik tat alma duyusuna sahip olanlar yalnızca Neandertaller olmayabilir. Arkeolojik kayıtlarda taş aletlerin ortaya çıkmasından sonra hayvan kemikleri üzerinde kesik izleri bulmak oldukça yaygın olsa da, hominin kemikleri üzerinde kesik izleri bulmak çok daha şaşırtıcı.
Haziran ayında yayınlanan bir makale, bir hominin postkranial (başın altı) kemiğindeki en eski kesik izlerine dair kanıtlar sunuyor. İlk olarak 1970 yılında Mary Leakey tarafından bulunan ve Kenya’nın Koobi Fora bölgesinden 1,45 milyon yıl öncesine tarihlenen bu kemik, daha önce iki türe atfedilmişti: Paranthropus boisei veya Homo erectus.
Hepsi bir grup halinde olan ve genellikle aynı yöne bakan izlerin çevrede bulunan kemiklerle aynı renkte olması, bunların kazı sırasında yapılmadığını gösteriyor. On bir izin dokuzunun yörüngesi düz ve V şeklindeydi; yani taş aletlerin yaptığı izlerle tutarlıydı. Geriye kalan iki tanesi, farklı yırtıcı hayvanların diş izlerini taşıyan modern örneklerle karşılaştırıldığında aslan diş izlerine çok benziyor; ancak yazarlar diş izlerinin bir hominin tarafından bırakılmış olabileceği ihtimalini göz ardı edemiyor.
Kemik üzerinde belirgin hominin diş izlerinin yokluğunda, buna benzer kesik izleri potansiyel yamyamlığın en güçlü kanıtı. Söz konusu kemiğin hangi türe ait olduğundan emin olmadığımız ve kesme izlerini hangi türün yaptığını bilemediğimiz için, bunun bir hominin türünün bir başka tür tarafından yenmesinin bir örneği olması da mümkün.
5- İlkel taş aletleri hangi tür yaptı ve kullandı?
Taş aletler bize homininler hakkında yediklerinin ötesinde çok şey anlatabilir. Taş aletlerin varlığı, homininlerin bölgedeki varlığını gösteriyor ve hominin fosilleri ve jeolojik bağlamla birleştiğinde, beslenme dışı davranışlara yeni bir ışık tutabilir.
Ekim ayında yapılan bir çalışmada, daha önceki hominin diyetleri ve diyet çeşitlilikleri hakkındaki anlayışımızı genişletmek için taş aletler ve kasaplık izleri taşıyan kemikler kullanıldı.
Tom Plummer ve meslektaşları, Kenya’nın Nyayanga kentinde, yaklaşık üç milyon yıl öncesine ait, Oldowan taş aletlerinin bulunduğu yerleri anlatıyor. Araştırma, bu aletlerin o dönemde bulunduğu yer aralığını 1300 kilometreden fazla genişletiyor ve aynı zamanda Oldowan aletlerinin tarihini 400.000 yıl kadar geriye itiyor. Aynı katmanda kesme izleri olan su aygırı kemikleri bulunduğundan, bu taş aletler muhtemelen eski bir su aygırıyı kesmek için kullanılmıştı.
Oldowan aletleri geleneksel olarak Homo habilis türüyle ilişkilendiriliyor, çünkü fosilleri 1964 yılında Tanzanya’daki Olduvai Gorge’deki Oldowan aletleriyle aynı bölgede bulundu. O zamandan beri, Olduvai Boğazı da dahil olmak üzere doğu Afrika’da Oldowan aletlerinin bulunduğu bölgelerde Paranthropus boisei fosilleri de bulundu. Nyayanga’da, Oldowan aletleri ve kesilmiş su aygırı kemikleriyle aynı katmanda iki Paranthropus azı dişi var; ancak bu kazıdan bilinen hiçbir Homo habilis fosili yok. Arazide aynı anda birden fazla hominin varken hangi türün taş aletler yaptığını ve kullandığını bilmek zor, fakat bu çalışma Paranthropus’u olası bir alet yapımcısı olarak ele almanın akıllıca olmadığını öne sürüyor.
6- Zambiya’da ahşabın yapısal amaçlarla kullanıldığı en eski örnek.
Her ne kadar insanın evriminde taş aletler daha çok ilgi görse de, eski aletler bazen taş kadar dayanıklı olmayan başka malzemelerden de yapılıyordu. Eylül ayında yayınlanan bir çalışma, ahşabın en eski yapısal kullanımına ilişkin kanıtlar sunuyor; 476.000 yıl öncesine dayanan bir yapı inşa etmek için kullanılan kütükler.
Ekip, Zambiya’daki Kalambo Şelalesi’nde, kasıtlı olarak çentikler oyulmuş, birbirine kenetlenen iki ahşap kütüğün yanı sıra bir kazma çubuğu, bir kama ve doğranmış bir kütük gibi diğer ahşap nesneleri kazdı.
Alanda çok sayıda taş alet de bulundu. Kalambo Şelalesi’nin su dolu yapısı, ahşap da dahil olmak üzere organik malzemenin alışılmadık derecede iyi korunmasına olanak tanıdı. Yontma taş veya ahşap çubuk gibi tek bir öğenin kullanıldığı aletler oldukça yaygın ve yapımı nispeten basit olsa da, mızraklara saplanmış ok uçları gibi karmaşık, çok parçalı aletlerin yapımı, bilişsel açıdan çok daha zorlu ve evrim tarihimizde daha yakın zamanlarda ortaya çıktı.
Bu çalışma, ilk çok parçalı üretilen nesnelerin kasaplık aletleri veya silahlardan ziyade yapılar veya konutlar olabileceğini öne sürüyor. Modern insana ait en eski fosil kanıtlarının yaklaşık 300.000 yıl öncesine dayandığı göz önüne alındığında, bu yapının bizim türümüz tarafından yapılmamış olması muhtemel.
7- Eski takılar insan göçünün ve davranışının öyküsünü ortaya çıkarıyor.
Elbette alet kullanımının yalnızca pratik amaçlarla sınırlı olması gerekmiyor. Modern insanın kültürel ifadesi, takıların, kıyafetlerin ve diğer eşyaların üretimi ve estetik önemi ile karakterize ediliyor. Bu yılın iki keşfinde, özellikle insanın göçü ve varoluşunun öyküsünü daha iyi ortaya çıkarmak için takılar ve kişisel süslemeler kullanılıyor.
Temmuz ayında yayınlanan bir çalışma, orta Brezilya’daki Santa Elina’daki dev tembel hayvanların kalıntılarını araştırıyor. Bu alanda, bol miktarda taş alet, 3 ila 4 metre uzunluğa ve 1,1 ila 1,6 ton ağırlığa ulaşan soyu tükenmiş yer tembel hayvanı Glossotherium phoenesis’in fosilleri vardı. Bu fosiller arasında, tembel hayvanın yakın akrabası olan armadillonun zırhına benzeyen, tembel hayvanın derisindeki kemik plakalar olan binlerce osteoderm bulunuyordu.
Çarpıcı bir şekilde, bu osteodermlerin üçünde insanlar tarafından açılmış delikler vardı. Araştırmacılara göre bu, onların giyilmek üzere kolye şeklinde şekillendirildiği anlamına geliyor. Bu delikler aynı zamanda kemiklerin fosilleşmesinden önce yapılmıştı. Bu da taze kemiklere erişebilmek için bu megafaunanın yanında insanların da var olması gerektiği anlamına geliyordu.
Dev tembel hayvan kemiğinden kolyeler de dahil olmak üzere bu bölgedeki en eski insan faaliyetinin yaklaşık 27.000 yıl öncesine tarihlenmesi, modern insanların yaklaşık 20.000 yıl önceki son buzul maksimumundan önce Brezilya’nın merkezine ulaştığı anlamına geliyor. Bu çalışma, modern insan göçünün Amerika’ya daha önce kabul edilenden çok daha eski olduğunu gösteren giderek artan kanıtlara katkıda bulunuyor.
8- DNA elde etmenin yeni bir yolu, bu takıyı kimin taktığını söylüyor
Mayıs tarihli makaleye göre, esrarengiz Denisovalıların yanı sıra insanlar ve Neandertallerin de evi olan Sibirya’daki Denisova Mağarası’nda bulunan, 19.000 ila 25.000 yıl öncesine ait bir geyik dişi kolyesi, tamamen farklı bir şeyin araştırılmasına olanak sağlıyor.
Ekip, nesneyi yapmış veya kullanmış olabilecek kişinin kimliğini araştırmak amacıyla nesnelerden antik DNA çıkarmak için tahribatsız bir yöntem kullandı. Bu yeni yöntem, içinde sıkışıp kalan DNA’yı çıkarmak için eserin özel bir solüsyonda kademeli olarak ısıtılmasını içeriyor. Araştırmacılar bundan yola çıkarak hem diş kolyenin geldiği geyiğin, hem de kolyeyi takan ya da yapan eski insanın mitokondriyal genomlarını tespit edebildiler.
Şaşırtıcı bir şekilde ekip, kolyeyi takan kişinin, daha önce yalnızca Doğu Sibirya’da yaşadığı düşünülen, bilinen eski bir Avrasya popülasyonuna ait bir kadın olduğunu belirledi.
Bu yeni yöntem, antik DNA analizlerinin fosiller ve tortular dışında büyük ölçüde genişletilmesine olanak tanıyor ve tahribatsız olduğundan gelecekte insan fosilleri üzerinde de kullanılabilir. Dahası, bu yöntemin nesnelere başarılı bir şekilde uygulanması, araştırmacıların DNA ile arkeoloji arasındaki boşluğu kapatabileceği, kültürel ve faydacı nesnelerin üretimini ve kullanımını bireysel insanlara bağlayabileceği anlamına geliyor.
9- Homo sapiens, iki veya daha fazla Afrika popülasyonundan geliyor.
Bu yıl antik DNA çalışmaları açısından heyecan verici bir yıldı. Aaron Ragsdale ve meslektaşları, türümüz Homo sapiens’in kökenleri hakkında ipuçları elde etmek için modern Afrikalıların genomlarına baktılar.
Genetik ve fosil kanıtlar türümüzün kökeninin Afrika’da olduğunu gösterse de, eski insan popülasyonlarının tam olarak nasıl etkileşime girdiği ve yaşayan popülasyonlara katkıda bulunduğu daha az açık. Bu araştırma ekibi, zamanda geriye doğru çalışmak için DNA’yı kullandı ve Afrika genelinde 289 modern insan genomu üzerinde çalıştı; bunlardan bazıları dış grup olarak Büyük Britanya’dan, ayrıca ek bir dış grup olarak Hırvat Neandertal genomundan oluşuyordu.
Araştırmacılar, türümüzün birbiriyle etkileşime giren ve birbirleriyle çiftleşen en az iki Afrika popülasyonundan ortaya çıktığını öne sürmek için bilgisayar modellemesini kullandı. Bu popülasyonlardan elde edilen fosiller muhtemelen fiziksel ve genetik olarak benzerdi. Bu çalışma, türümüzün Afrika’daki coğrafi olarak izole edilmiş tek bir köken popülasyonundan ortaya çıkmadığını gösteriyor.
10- Homo sapiens, düşünülenden binlerce yıl önce Güneydoğu Asya’daydı.
Antik DNA, araştırmacıların türümüzün Afrika kökenlerini araştırmasına olanak tanırken, yeni fosiller ve arkeolojik alanlar atalarımızın Afrika dışında yeni yerlere ne zaman göç ettiğine ışık tutabilir. Haziran ayında Sarah Freidline ve meslektaşları tarafından yayınlanan bir makalede, kendi türümüz Homo sapiens’in üyelerine ait yeni fosiller ve tarihler anlatılıyor ve insanların Güneydoğu Asya’ya 68.000 ila 86.000 yıl önce ulaştığı ortaya çıkıyor.
Fosiller arasında, Laos’un kuzeyindeki bir mağara olan Tam Pà Ling’den alınan, kafatasından alınan kaş kemeri de dahil olmak üzere kısmi bir ön kemik ve kaval kemiği gövdesi yer alıyor. Ön kemiğin şekli oldukça inceydi, sağlam kas bağlantıları ve büyük kemik çıkıntıları yoktu. Bu durum, kemiğin ait olduğu bireyin Neandertaller veya Denisovalılar gibi diğer daha güçlü popülasyonlarla yakın zamanda karışıma sahip olmadığını, doğrudan Afrika veya Yakın Doğu’daki atasal Homo sapiens popülasyonundan geldiğini gösteriyor.
İlginç bir şekilde, mevcut genetik kanıtlar, Homo sapiens’in yaklaşık 50.000 yıl önce Afrika’dan tek bir başarılı hızlı yayılımına işaret ediyor. Bu, en az 67.000 yıl öncesine tarihlenen bu kafatasının, türümüzün daha erken, başarısız bir göçünü temsil edebileceği anlamına geliyor. Asya’daki bu fosiller gibi daha erken buluntular, insanın Afrika dışına erken yayılımının ayrıntılarına ışık tutmaya yardımcı olacak.
11- Miyosen primatları, otlaklar da dahil olmak üzere daha heterojen habitatlarda evrimleşti.
İlk homininlerin yeni habitatlara yayılmasını sağlayan iki ayak üzerinde dik yürümenin evrimine ilişkin en eski kanıt, yaklaşık altı ila yedi milyon yıl öncesine ait. Başlangıçta “savan hipotezi”, bu yeni hareket biçiminin otlaklardaki yırtıcı hayvanları aramanın bir sonucu olduğunu öne sürüyordu. Daha yeni bir teoriye göre, iki ayak üzerinde yürüme evriminin, ağaçların dallarına uzanıp meyve yemeyle ilgili olduğu yönünde. Bu yeni fikir, daha yoğun ormanlık habitatlarda yaşayan Ardipithecus ramidus gibi eski hominin türleri nedeniyle destek kazanıyor. Nisan ayında yayınlanan bir çift makale ise bu son anlatıya bile meydan okuyor.
Otlar, C4 yolu olarak bilinen farklı bir fotosentez biçimini takip ederken, ağaçlar ve çalılar gibi odunsu bitki örtüsü, C3 yolunu takip eder. Bu yollar, bilim insanlarının farklı hayvanların ne tür bitkiler yediğini ve dolayısıyla arazide hangi bitkilerin mevcut olduğunu belirlemesine olanak tanıyan fosil hayvan dişleri ve kemiklerinin kimyasından anlaşılabilir.
Daniel Peppe ve meslektaşları tarafından yazılan ilk makale, daha serin ve daha kurak bir iklimin etkisiyle otların yayılmasının Afrika’da önceden düşünülenden yaklaşık on milyon yıl önce meydana geldiğini gösteriyor. Bu durum, otlakların yerel olarak bol olduğu ve ilk primatların yaşadığı yoğun ormanların dışında daha değişken habitatlar yarattığı anlamına geliyor.
Laura MacLatchy ve meslektaşları tarafından yazılan ek bir makalede, 21 milyon yıl önce yaşamış primat atası Morotopithecus’un fosillerini incelendi. Araştırmacılar, Morotopithecus’un hâlâ ağaçlarda yaşadığını, meyve yerine yaprak yemeye adapte olduğunu ve tropik bir yağmur ormanından çok karışık orman-otlak gibi geniş otlarla kaplı habitatlarda yaşadığını buldu.
Bu çalışmalar birlikte, Miyosen primatlarında dik gövde duruşunun evrimini 20 milyon yıl önce, yani en eski potansiyel homininlerden yaklaşık 12 milyon yıl önce yönlendirmiş olabilecek otlakların ve değişken habitatların daha erken genişlemesine dair kanıtlar sağlıyor.
Smithsonian Magazine. 28 Aralık 2023.
You must be logged in to post a comment Login