Pandeminin ve ekonomik buhranın gölgesi altında geçen bir yıl daha biterken, 2021’de Türkiye çapında birçok arkeolojik çalışma yapıldı. Son bir yıl içinde Türkiye’nin her tarafında gerek masa başında, gerekse arazide emek harcayan arkeologlar ve ilişkili bilim dallarından insanlar sayesinde birbirinden önemli keşifler yapıldı.
Arkeofili editörleri, 2021 yılında Türkiye’de öne çıkan en heyecan verici arkeolojik keşifleri seçti. Pandeminin ve ekonomik durumun yarattığı psikolojik gerilimden bir an olsun uzaklaşmak için sizi birbirinden önemli arkeolojik keşiflerle baş başa bırakıyoruz.
Unutmamak gerekiyor ki, bağlamı olmadan arkeolojik bulgulardan bir şey öğrenmemiz pek mümkün değil. Önemli olan, bir arkeolojik keşfin o dönem ve kültürü hakkında bize neler anlattığı. Dolayısıyla her bulgu, bize anlattığı hikaye kadar değerlidir.
10- İzmir’de prestijli bir Roma villası
İzmir’in Konak ilçesindeki bir evin bahçesinde, sütunları ve mozaik tabanı olan Roma dönemine ait prestijli bir villa keşfedildi.
Smyrna Antik Kenti sınırları içerisinde bulunan ve günümüzde de yerleşimin devam ettiği alanda bir evin bahçesinde kaçak kazı yapıldı. Smyrna Agorası’nın 50 metre güneyinde yapılan kaçak kazılarda tarihi kalıntılara zarar veren suçlular yakalandı. Daha sonra İzmir Arkeoloji Müzesi uzmanları bölgede araştırma yaptı. Kalıntıların, benzer örneklerine Efes Yamaç Evler’de rastlanan prestijli bir Roma villasına ait olduğu anlaşıldı. Yapılan ön incelemelere dayanarak, bir avlu etrafında yaşam alanları olduğuna ve yapının en az iki katlı olduğu düşünülüyor. Yapı son derece zengin fresklerle ve mozaiklerle süslenmişti. Yapının içerisinde, günümüzden yaklaşık 2100 yıl öncesine ait, 178×171 cm boyutlarında iki mozaik taban ve iki metre uzunluğunda iki adet kaideli yivli sütun tespit edildi. Ellerinde horoz olan iki insan figürünün betimlendiği mozaik tabanlar, genellikle antik konutların salon kısımlarında bulunuyordu. O dönemde bu tür yapılarda, bölgenin üst düzey memurları ya da zenginleri yaşıyordu.
Kurul kararı çıktıktan sonra alanda kamulaştırma çalışması yapılacak ve bilimsel kazılar gerçekleştirilecek. İlerdeki çalışmalarda, dönemin sivil yaşamına ilişkin önemli bilgiler edinileceği düşünülüyor.
9- Magnesia Antik Kenti’nde İhtişamlı Zeus Tapınağı (Aydın)
Aydın’ın Germencik ilçesinde yer alan Magnesia Antik Kenti’nde sürdürülen kazılarda, yaklaşık 2.250 yıllık Zeus Tapınağı ortaya çıkartıldı.
Alman arkeologlar tarafından 1900’lü yılların başında kazılan Magnesia Antik Kenti’nde, Zeus Tapınağı zaten tespit edilmişti. Tapınağın ön cephesine ait bazı mimari elemanlar, bu dönemde Almanya’ya götürüldü. Tapınağın yüzde 5’ine denk gelen bu mimari elemanlar ile daha sonra Zeus Tapınağı’nın birebir replikası yapıldı. Şimdi ise yapılan kazılarla tapınağın geri kalan büyük kısmı gün yüzüne çıkarıldı. Arkeoloji ekibinin amacı, orijinal mimari malzemeleri kullanarak tapınağı tekrar ayağa kaldırmak ve ziyarete açmak. Zeus Tapınağı, antik kentin 26.000 metrekareye yayılan kutsal agorasında, dört metrelik bir dolgunun altında bulundu. Tapınak, Magnesia’nın ikinci büyük kült yapısı. Kentin baş tanrısı Artemis, ikinci tanrısı ise Zeus’tu. Kentin sakinleri Zeus için, şehrin kurtarıcısı anlamına gelen “sosipolis” ünvanını kullanıyordu.
Magnesia’daki Artemis Tapınağı, dönemin en ünlü mimarlarından Hermogenes’in ustalık eseri olarak nitelendiriliyor. İzmir’deki Teos Antik Kenti’nde yer alan Dionysos Tapınağı ise Hermogenes’in kalfalık eseri olarak biliniyor. Magnesia Antik Kenti’nde yeni ortaya çıkartılan Zeus Tapınağı ise, bu ünlü mimarın çıraklık eseri olabilir. Dolayısıyla Helenistik dönemin mimarlık tarihininin kronolojisi açısından oldukça önem taşıyor. Çalışmalar tamamlandıktan sonra bu yapının ünlü mimara ait olup olmadığına dair bilgiler edinilmesi bekleniyor.
Kazı başkanı: Doç. Dr. Görkem Kökdemir
8- Babil tabletinde 3.700 Yıllık Uygulamalı Geometri Örneği
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde tutulan 3.700 yıllık bir Babil kil tableti üzerinde, bilinen en eski uygulamalı geometri örneği keşfedildi.
Tablet, MÖ 1900 ile 1600 arasındaki Eski Babil dönemine ait ve 19. yüzyılın sonlarında günümüzde Irak olan bölgede bölgede keşfedilmişti. Si.427 olarak bilinen tablet, bazı arazilerin sınırlarını ölçen bir arazi planı taşıyor. Çivi yazısıyla, karakteristik kama şeklindeki oyukları olan tablet, bataklık alanların yanı sıra bir harman yeri ve yakındaki bir kuleyi içeren bir alanı tanımlıyor. Alanı betimleyen dikdörtgenler, eşit uzunlukta zıt taraflara sahip, bu da o dönemin bilirkişilerinin, öncekinden daha doğru bir şekilde dikey çizgiler oluşturmanın bir yolunu bulduklarını ileri sürüyor. Tıpkı bugün yaptığımız gibi, arazi sınırlarının nerede olduğunu bulmaya çalışan özel şahıslar vardı ve bilirkişiler GPS ekipmanı kullanmak yerine Pisagor üçlülerini kullanıyorlardı. Si.427 adlı tablet üç Pisagor üçlüsü içeriyor: 3, 4, 5; 8, 15, 17; ve 5, 12, 13. Tablet, Pisagor üçlülerini kullanıyor olsa da, Yunan matematikçi Pisagor’dan 1000 yıldan daha eski.
Çalışma: Dr. Daniel Mansfield
7- Çatalhöyük insanları, kıyafetlerini ağaç iç kabuğundan yapıyordu (Konya)
Analizler, 8.500 yıl önce Çatalhöyük’te yapılan tekstilin ithal ketenden değil, yerel meşe ağaçlarının iç kabuğundan yapıldığını gösteriyor.
Yaklaşık 9.000 ila 8.000 yıl önce Konya’daki Çatalhöyük’te 10.000 kadar insan yaşıyordu. Bu durum Çatalhöyük’ü, arkeologların Neolitik ve Kalkolitik dönemler olarak adlandırdıkları dönemlerde bilinen en büyük yerleşim yeri yapıyor. Çatalhöyük’te ilk kumaş parçalarının bulunduğu 1962’den beri uzmanlar, Çatalhöyük’te insanların ne tür giysiler giydiğini tartışıyorlar. Bazı uzmanlar, insanların kıyafetlerini yünden yaptıklarına inanıyorlardı. Diğerleri onları ketenden yaptıklarını düşündüler. Ancak bölgede çok miktarda keten tohumu bulunamadı. Çatalhöyük’teki insanlar muhtemelen keten yetiştirmiyordu.
Şimdi ise 8.500 ila 8.700 yıl arasında olduğu anlaşılan birkaç kumaş parçasının analizi, birçoğunun açıkça meşe ağaçlarından elde edilen bast lifinden yapıldığını ortaya koydu. Bunlar aynı zamanda dünyanın en eski korunmuş dokuma kumaşları. Bast lifi, söğüt, meşe veya ıhlamur gibi ağaçlarda ağaç kabuğu ile ağaç arasında bulunur. Çatalhöyüklüler meşe kabuğunu kullanarak çevrelerinde buldukları ağaçların kabuklarından kıyafetlerini şekillendirmişlerdi. Ayrıca evleri için bir yapı malzemesi olarak meşe kerestesi kullandılar ve insanlar şüphesiz ağaçlar kesildiğinde bu bast liflerini topluyordu.
Araştırma: Antoinette Rast-Eicher, Sabine Karg ve Lise Bender Jørgensen
6- Satala Antik Kenti’nde gösterişli bir Urartu kemeri (Gümüşhane)
Roma İmparatorluğunun 15. Lejyonu’nun 600 yıl hüküm sürdüğü Gümüşhane’deki Satala Antik Kenti’nde, Urartulara ait gösterişli bir savaşçı kemeri bulundu.
Satala ve çevresindeki Urartu varlığına dair ilk bulgular, ilk olarak 2020 yılı kazı sezonunda ortaya çıkarılmıştı. O sezon, Roma Dönemi tabakaları arasında tek tük Erken Demir Çağı’na tarihlendirilen seramikler ile perdahlı, koyu kırmızı renkli Urartu seramiği parçaları bulundu. Ancak 2021 yılı çalışmalarında Roma Dönemi tabakalarının altında Urartular ile çağdaş, Erken Demir Çağı’na tarihlendirilen mezarlar ortaya çıktı. Bölgedeki çalışmalar sırasında ortaya çıkarılan bir diğer önemli bulgu olan Urartu kemeri ise Satala’nın 1 km kuzeydoğusundaki Sökmen Köyü yakınlarında bulundu. Burada yürütülen kurtarma kazılarında, ana kaya üzerinde oluşturulmuş basit demir eritme atölyelerine ait kalıntılar ve defineciler tarafından tahrip edilmiş bir mezar ortaya çıkarıldı. Söz konusu Urartu kemeri de bu mezar buluntuları arasında yer alıyor ve MÖ 8-7. yüzyıllara tarihleniyor. Bronz kemerin üzerinde bir boğa üzerinde ayakta duran Urartu baş tanrısı Haldi olması muhtemel kanatlı bir figür yer alıyor. Haldi ile birlikte çeşitli hayali karışık varlık betimlemeleri, geometrik ve bitkisel süslemeler de kemer üzerinde görülüyor.
Doğu Anadolu, Kafkasya ve kısmen de Fırat Vadisi üzerinden Mezopotamya’ya ulaşan yolların kavşağında bulunan Satala ve çevresinde Urartu varlığının tespit edilmesi oldukça önemli. Bölgede günümüzde dahi kullanılmakta olan zengin demir madenleri bulunuyor. Urartular’ın Karadeniz ile olan ilişkilerini aydınlatabilmek için de burada yürütülen çalışmalar önem taşıyor.
Kazı Başkanı: Doç. Dr. Şahin Yıldırım
5- Bukoleon Sarayı’nda nasıl öldüğü bilinmeyen iskeletler (İstanbul)
İstanbul’da, Bizans dönemine ait Bukoleon Sarayı’nda sürdürülen çalışmalarda, nasıl öldüğü belirlenemeyen insanlara ait gizemli iskeletler bulundu.
Günümüzden 1.600 yıl öncesine uzanan Bizans’ın sahil sarayı Bukoleon’da 2021 yılında başlatılan kazı ve restorasyon çalışmalarında ilginç bulgular ortaya çıkıyor. İmparator İskelesi bölümündeki kazılarda, Geç Dönem duvar eklemeleri, sütun başlıkları ve yapıdan kopan blok taşlar bulundu. Yine İmparator İskelesi bölümünün kuzey duvarına yakın bir noktada, yüzeyin beş metre altında sekiz insan iskeleti ortaya çıktı. Dolgu toprak içerisinde belirli bir gömülme özelliği barındırmayan iskeletlerin üst üste oldukları görüldü. Sarayın içinde bulunan ve dağınık vaziyette olan iskeletler, binlerce yıl önce gerçekleşen ani bir ölüme işaret ediyor. Yaklaşık 4×4 metre boyutlarında bir alana yayılan iskeletler, toplu olarak bu noktaya gömülmüş olabilir. İskeletlerin kafataslarında görülen ve kesici aletlerle oluştuğu tahmin edilen darbe izleri, ölümlerin Latin işgali sırasında gerçekleşmiş olabileceğini düşündürüyor. Diğer bir ihtimal ise taş blok altındaki iskeletten yola çıkılarak, bu insanların deprem sırasında ölmüş olabilecekleri yönünde.
Konstantinopolis’te Büyük İmparatorluk Sarayı kompleksi içinde yer alan bir sahil sarayı olan Bukoleon, demiryolu, yapılaşma ve kısmen sahil yolu çalışmaları nedeniyle günümüze kadar oldukça tahrip oldu. Doğrudan Marmara deniz surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın, merdivenlerle inilen bir limanı bulunmaktaydı. Bu liman tamamen imparatorların kullanımı için ayrılmıştı. Bukoleon Sarayı İmparator 2. Theodosius (408-450) tarafından yaptırıldı. Bilinen ve hala görülebilen kısımları ise büyük olasılıkla Theophilos zamanında (829-842) eklendi.
Kazı ve restorasyon çalışmaları: İBB Miras
4- Smyrna Tiyatrosunda Sanatçılara Özel Tuvalet (İzmir)
İzmir’deki Smyrna Antik Kenti’nde devam eden kazılarda, tiyatronun sahne binası içinde sanatçılar için tasarlanmış latrina bulundu.
Antik dünyada tuvalet olarak sahneye ait bir mekanın kullanması tiyatrolarda görülen bir uygulama değildi. Akdeniz’in Yunan ve Roma kentlerinde latrinaların Agora, Hamam-Gymnasium ve Tiyatro gibi kalabalıklara hizmet eden kamu yapı ve alanlarının bitişiğinde veya yakınında inşa edildikleri biliniyor. Ancak ilk kez sahne binasındaki bir mekanın Latrina/Tuvalet olarak kullanılması veya ayrılmış olması Smyrna Tiyatrosu’nda görülüyor. Tuvaletin izleyiciye kapalı olan sahne binası içinde yer alması ve 20.000 izleyici kapasiteli bir tiyatroda 13 kişi kapasiteli bu tuvaletin yetmeyeceği de göz önüne alındığında, tuvaletin tiyatro çalışanları ve performans sanatçılarına özel olarak tesis edildiği anlaşılıyor.
Smyrna Tiyatrosu’nun MÖ 2. yüzyılda ilk kez taş bir yapı olarak inşa edildiği, İmparatorlar Traianus ve Hadrianus zamanında son şeklini aldığı ve MS 4. yüzyılın sonuna kadar kullanıldığı kabul edilmektedir. Traianus-Hadrianus zamanında tiyatro 3 katlı sahne binası ve 3 kademeli izleyici bölümü, 20 bini aşan izleyici kapasitesi ile Akdeniz’in en büyük tiyatrolarından biri haline geldi. Latrinanın, tiyatronun Traianus-Hadrianus zamanında yapılan büyük çaplı inşai faaliyetler sırasında mı yoksa MS 177/8 depremi sonrasındaki onarımlar sırasında mı inşa edildiği üzerine değerlendirmeler halen sürüyor.
Kazı Başkanı: Doç. Dr. Akın Ersoy
3- Komana Pontika Antik Kenti’nde Bir Roma Kılıcı (Tokat)
Tokat’taki Komana Pontika Antik Kenti’nde, Roma dönemine tarihlenen ve hem savaşlarda hem de gladyatör dövüşlerinde kullanılan ‘spatha’ tipi bir kılıç bulundu.
Komana’daki kazı çalışmalarında bu yıl ilk defa Roma dönemi (3. yüzyıl) yapı katmanına da ulaşıldı ve ağır yangın geçirmiş bir binanın kazılabilen küçük kısmında bir kap ile birlikte demir bir kılıç (spatha) bulundu. Yanık tabaka içerisindeki buğday, badem vb. kalıntılar, gelecek yıl sürdürülecek kazı çalışmalarının yapının fonksiyonu ve dönemin ekonomisi, beslenmesi, yaşam biçimleri ile ilgili önemli bilgiler sağlayacağını gösteriyor. Roma döneminin altından bir yandan Geç Demir Çağı-Erken Hellenistik yapı ve kontekstler, diğer yandan bu dönemlerin tahrip ettiği katmanlardan ise Geç Kalkolitik-Erken Tunç Çağı buluntuları geliyor.
Kılıç, 70 cm uzunluğundaki demir bıçağı ve 17-18 cm uzunluğundaki demir kabzasıyla Roma İmparatorluk Çağı’nda kullanılmış olan ‘Spatha’ tipi kılıcı anımsatıyor. MS 1. ila 6. yüzyıl arasında kullanımda olan bu tip kılıçların hem savaşlarda hem de gladyatör dövüşlerinde kullanılmış olduğu biliniyor. Savaş esnasında ön safta yer alan askerlerin daha önceki dönemlerde kullandıkları kısa kılıç tipi olan ‘gladius’un yerini alan ‘Spatha’ların bir örneği olabileceği düşünülen kılıç, yangın geçirmiş bir tabakanın içinden geldiği için oldukça yanmış durumda. Kılıcın bulunduğu tabakada ortaya çıkartılmış olan sikkelere dayanarak, söz konusu kılıcın MS 3. yüzyıla tarihlendiği düşünülüyor.
Kazı başkanı: Prof. Dr. Burcu Erciyas
2- Konya’da Roma Dönemine Ait Bir Tiyatro
Konya’nın Karatay ilçesinde yer alan Savatra Antik Kenti’nde bu sene başlayan kazılarda, Roma döneminden kalma tiyatro ortaya çıktı.
Önceki yıllarda gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında tespit edilen antik tiyatro, bu sene başlayan kazı çalışmalarıyla kısmen ortaya çıktı. Arkeoloji ekibi, ilk olarak tiyatronun sahne binasınının gün yüzüne çıkarılması için çalışmalara başladı. Şimdi ise orkestra ve oturulan bölüme (cavea) ait basamaklar üzerinde çalışmalar devam ediyor. Savatra Antik Kenti, ‘Lykaonia’ bölgesi içerisinde bulunan bir yerleşim birimi. Hem askeri garnizon kenti, hem de kendi kendini yönetebilen otonom bir kent. Bu nedenle tiyatro aynı zamanda bir meclis binası işlevi taşıyor. Batı Anadolu’da antik tiyatro komplekslerine sıkça rastlansa da, İç Anadolu’da böyle bir yapının ortaya çıkarılacak olması nadir bir örnek teşkil ediyor.
Antik Çağ’dan günümüze kadar birçok yazar ve araştırmacı Savatra antik kentinden söz etti. Antik coğrafyacı Strabon, Savatra (ya da Soatra) için, Garsaura (Aksaray) yakınında bir kasaba olduğunu, burada dünyanın en derin kuyularının bulunduğunu ve suyun bu kuyulardan çekildiğini söylüyor. Ayrıca ülkede müthiş bir koyun yetiştiriciliğinin yapıldığını ve derin kuyulardan elde edilen suyun da burada parayla satıldığını belirtiyor.
Bilimsel Danışman: Doç. Dr. İlker Işık
1- Şanlıurfa Sayburç’ta ‘Leoparlı İnsan’ Sahnesi (Şanlıurfa)
Şanlıurfa’da Taş Tepeler’den biri olan Sayburç’ta, insanlar, leoparlar ve boğadan oluşan beş figürlük bir sahne ortaya çıktı.
Çanak Çömleksiz Neolitik çağ yerleşimi Sayburç’ta, kireçtaşı ana kaya içine açılan dairesel planlı, çukur tabanlı bir yapı ortaya çıkarıldı. Yaklaşık 11 metre çapındaki yapının duvarı boyunca yine ana kayadan biçimlendirilmiş yaklaşık bir metre yüksekliğinde bir seki yer alıyor. 60-70 cm genişliğindeki sekinin ön yüzünde, ana kaya yüzeyine kazınmış kabartma şeklinde birbiriyle ilişkili beş figür var. Birbiriyle ilişkili olduğu düşünülen figürlerde bir eliyle fallusunu tutan erkek figürünün iki yanında, ağızları açık iki leopar yer alıyor. Bunların sol kısmında ise, elinde yılan tutan bir erkek ve karşısında iri boynuzlarıyla duran bir boğa var.
2021 yılında köydeki bahçe duvarlarında dikilitaş parçalarının kullanıldığının Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne bildirilmesi üzerine bulundu. Sayburç ayrıca, Şanlıurfa’da Göbekli Tepe ve çevresindeki diğer on bir arkeolojik alandan oluşan Taş Tepeler’den biri. Sayburç yerleşmesinin, Göbekli Tepe’nin son dönemleriyle çağdaş olduğu ve bu kültürün anlaşılmasında önemli bir rol oynayabileceği düşünülüyor.
Kazı başkanı: Doç. Dr. Eylem Özdoğan
2020’de Türkiye’de yapılmış en önemli 10 arkeolojik keşfi görmek için tıklayın.
You must be logged in to post a comment Login