Arkeofili editörleri 2016 yılında Türkiye’de yapılmış en önemli arkeolojik keşifleri seçti.
Her ne kadar ulusal basının defineciliğe özendirmeye devam ettiği ve definecilik, tarihi eser kaçakçılığı gibi olayların hız kesmeden devam ettiği bir yıl olsa da, 2016 yılında Türkiye’de birbirinden etkileyici ve önemli arkeolojik keşifler yapıldı. Sadece estetik açıdan değil, aynı zamanda arkeoloji bilimi adına da önemli sayılabilecek bu keşifler, belki de bu yıl içinde Türkiye’de yaşadığımız nadir sevindirici anların sebebi oldu.
İşte 2016 yılının en dikkat çekici keşifleri;
Ordu’da, Kurul Kalesi ve yerleşmesinde 2100 yıllık olduğu tahmin edilen 110 santim yüksekliğinde, mermerden ve tahtta oturan Ana Tanrıça Kibele heykeli bulundu. Heykel aynı zamanda, Türkiye’de yerinde bulunan ilk mermer heykel olma özelliğini taşıyor.
Ordu’nun Altınordu İlçesi Kurul Kalesi ve yerleşmesinde, Prof. Dr. Süleyman Yücel Şenyurt ve ekibi tarafından yürütülen kazılarda, yaklaşık 200 kilo ağırlığında ve 110 santim boyunda tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele heykeli bulundu. Heykelin, Kurul Kalesi’ni istila eden Romalı askerlerin işgali sırasında giriş kapısındaki duvarların yıkılmasıyla yerinde kalarak günümüze kadar ulaştığı tahmin ediliyor. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ilk bilimsel arkeolojik kazısı olma ünvanına sahip Kurul Kalesi kazıları, Ordu il merkezine 20 km uzaklıkta yer alıyor ve VI. Mithridates döneminde kullanım gördüğü düşünülüyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından İstanbul’un Silivri ilçesinde yürütülen kurtarma kazılarında 5.000 yıllık kurgan mezar bulundu.
Mezarın bir savaşçıya ait olduğu ve Bronz çağa tarihlendiği tahmin ediliyor. Bu mezar, Türkiye’deki bilinen en eski kurgan mezar olmasının yanısıra, aynı zamanda tüm halde ve bozulmamış olması açısından da büyük önem taşıyor. Taştan yapılmış dairesel bir yapının ortasında bulunan iskelet, büyük yassı bir taşın üzerinde yan şekilde yatırılarak gömülmüş. İskeletin belinde büyük bir mızrak ucu bulunması ve mezarın kurgan tipinde olması, bunun bir savaşçıya ya da komutana ait olduğunu düşündürüyor.
En dış tarafında etrafı dairesel biçimde taşlarla çevrili olan ve altı metre genişliğindeki mezar yapısı, en iç tarafta dikdörtgen formu verecek şekilde taşlarla çevrelenmiş. Büyük yassı bir taşa yan şekilde yatırılan iskelet, yarı hocker (cenin) pozisyonunda ve mezar hediyeleri ile birlikte gömülmüş. Mezarın içinde pişmiş topraktan iki adet kap, mezar hediyesi olarak iskeletin yanına yerleştirilmiş.
Araştırmacıların antik genomlar üzerine yaptığı analizlere göre, avcı toplayıcı gruplar Neolitik dönemin büyük bölümünde Anadolu’daki verimli topraklarda tarım yapmayı öğrendikten sonra, bu bilgileri Avrupa’ya götürdü.
Current Biology dergisinde yayımlanan araştırmada, Avrupa’ya yapılan erken göçlerin en az iki dalgasının, Orta Anadolu’daki Neolitik çiftçilerle aynı gen havuzuna ait olduğu keşfedildi. Avrupa’da tarımın evrimini açıklığa kavuşturmak isteyen araştırmacılar, Neolitik dönemde yaşamış Avrupalıların genetik bilgileriyle, Anadolu’daki iki farklı yerleşimde bulunan 9 bireyin genetik bilgilerini karşılaştırdı. Karşılaştırmadaki en erken gen dizileri, Orta Anadolu’da bulunan Boncuklu Höyük yerleşiminde 10.300 ila 9.500 yıl önce yaşamış 4 iskeletten alındı. Boncuklu’da yaşamış insanlar yakın zamanda küçük ölçekli tarım yapmaya başlayan bir grup avcı toplayıcıydı. Günümüzden önce 9.500 ila 7.800 yılları arasına tarihlenen diğer 5 örnek ise, daha gelişmiş tarım uygulamalarına sahip olan, Niğde’deki Tepecik-Çiftlik insanlarının iskeletlerinden alındı. Araştırmacılar, Anadolu’da tarım yapmaya başlayan gruplarda büyük ihtimalle nüfusta ve doğurganlıkta yaşanan artış ile birlikte nüfus hareketlerinde ve gen akımında görülen bir artış olduğunu söylüyor. Dolayısıyla zaman içinde Neolitik Ortadoğu köyleri daha kozmopolit bir hale geldiği ve nihayetinde bunun Avrupa’ya doğru yayılımı tetiklediği düşünülüyor.
Konya’da yer alan ve Neolitik dönemde oldukça önemli bir merkez olan Çatalhöyük’te MÖ. 8000 ila MÖ. 5500 yılları arasına tarihlenen eksiksiz bir kadın heykelciği bulundu.
Neolitik Dönem’e ait, yüksek kalitede işçilikle yapılması ve vücudunun tüm parçalarının eksiksiz bulunması dolayısıyla “eşsiz” olarak nitelendirilen insan figürini, mermerimsi taştan yapılmış. Figürin, genelde olduğu gibi çöp alanında değil, bir platformun altında tek parça obsidyen ile birlikte özenle yerleştirilmiş olarak bulundu. Günümüze kadar sağlam kalan eser, 17 santimetre uzunluğunda ve 1 kilogram ağırlığında. Kafasının şekli, saç tipi (başının tepesinde yuvarlak bir topuz), ellerinin göğüslerinin altında olması ve küçük ayaklarıyla tipik bir Çatalhöyük eseri özelliği taşıyan figürin, ince işçiliği ile diğer heykelciklerden ayrılıyor.
İstiklal Caddesi’nde Giuseppe Garibaldi binasının bodrumunda çıkan mezarlığın İstiklal Caddesi’nin altına doğru ilerlediği ortaya çıktı.
İstanbul’un İstiklal Caddesi’nde İtalya’nın ünlü ulusal kahramanı Giuseppe Garibaldi adı ile bilinen binanın bodrum restorasyonu sırasında Roma mezarları bulunmuştu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri arkeologlarının araştırmaları sonucunda mezarların sayıca çok olduğu ve iskeletlerin 1600 – 1800 yaşında olduğu tespit edildi. Uzmanların görüşüne göre bir Roma mezarlığı olan bölge, günde 400 bin kişinin geçtiği İstiklal Caddesi’nin altına doğru uzanıyor. Mezarlar, Beyoğlu’nun bilinen tarihini de yüzlerce yıl geriye çekti. İskeletler üzerinde yapılan testler, bu mezarların en erken MS. 4, en geç MS. 6. yüzyıla tarihlendiğini gösterdi. Yani bu bölge yaklaşık 200 yıl boyunca mezarlık olarak kullanılmıştı.
Balıkesir’in Dursunbey ilçesinde birbirine beş kilometre uzaklıkta yer alan iki mağarada şaman figürlerinin de yer aldığı duvar resimleri bulundu.
Balıkesir’deki Dursunbey ilçesi, Delice köyünde yer alan Baltalıin ve İnkaya mağaralarında Son Neolitik çağa tarihlenen mağara resimleri bulundu. Yrd. Doç. Dr. Derya Yalçıklı’nın yürüttüğü yüzey araştırmasında bulunan resimler yaklaşık 8.000 yıllık. Baltalıin Mağarası’nda doğu duvarına yapılmış resimlerde, bir geyik avı betimlenmiş. Fakat bu betimlemede, Paleolitik ve Neolitik çağlara ait daha önce tespit edilen resimlerden farklı olarak, avcı insanlar tarafından kurulmuş bir tuzak ve bu tuzağa doğru sürülen hayvan sürüsü betimlenmiş. İnkaya Mağarası’nda ise girişin kuzey ve güney dış duvarlarında iki ayrı duvar resmi yer alıyor. Buradaki resimler, Neolitik çağ inanç sistemine dair çok önemli ve yeni bilgiler içeriyor. Girişin sol tarafındaki resmin ana bölümünde dans eden dört kişi bulunuyor. İkisi kadın, ikisi erkek oldukları vurgulanan kişilerin sağ tarafında üzerine post giymiş gibi görünen daha farklı bir insan betimi var. Diğer bir resimde, öldükten sonra kafası koparılan cesetlerin, akbabalara verilerek etlerinin tamamen yok olma aşaması resmedilmiş. Başı olmayan bu insan betimlemelerinin akbabalara sunulması, her ne kadar Neolitik çağdan bildiğimiz kafatası kültü ile ilişkilendirilse de, Batı Anadolu’da başka bir örneği yok. İnkaya Mağarası’nda Neolitik insanlar tarafından yapılan iki resimde de doğum, yaşam, ölüm sahnelerinin öne çıkan figürünün bir şaman olması, Anadolu’da Neolitik dönem inanç sistemi hakkında önemli bilgiler veriyor.
Hatay’daki Antiocheia Antik Kenti’nde üzerinde “Neşe” yazan ve MS. 3. yüzyıla tarihlenen İskeletli Mozaik bulundu.
İskeletli Mozaik, yedi mekânı tanımlanabilmiş konutun, avlu etrafında sıralanan mekânları ve avluya açılan geniş ziyafet salonunun tabanını süslüyordu. Tabanında bu mozaiklerin yer aldığı konutun inşası, sikke buluntulara göre en erken MS. 276 ve en geç MS. 337 yıllarına tarihleniyor. Üç panelden oluşan mozaiğin merkezinde; güneş saati önünde duran bir erkek figürü ve eşlikçisi; ikinci panelde kısmen korunagelmiş elinde ikili çubuktan oluşan bir alet tutan Afrikalı figürü ve üçüncü panelde hafif uzanarak bir yastığa dayanmış, bir elinde içki kabı tutan iskelet, şarap amphorası ve ekmek betimlenmiş. Birçok tartışmaya da konu olan İskeletli Mozaik panelinde, insan iskelet figürü, şarap, ekmek ve sahnenin üstündeki yazıt ile ölümün sonsuzluğuna karşı, hayatın neşesine katılmak gerektiği anlatılmakta. Bölgede yürütülen kazıların bilimsel danışmanı Hatice Pamir, mozaik paneli ile ilgili yazdığı makalesinde, Roma dünyasında, ziyafetlerde hayatın güzelliğini ve sevincini coşkusunu göstermek için ölüm temasını işleyen iskelet tasvirlerinin genellikle ziyafet salonlarında kullanıldığını belirtiyor.
Diyarbakır’da Bismil’in 10 km güneydoğusundaki Kavuşan höyük kazılarında, yaklaşık 2500 yıl önce, kesilip yenilmiş 17 adet Fırat kaplumbağasıyla gömülmüş bir kadın ve çocuğun mezarı bulundu.
MÖ 6. yüzyılda Assur sonrası döneme (Geç Demir Çağ) tarihlenen bir silo çukurunun dibinde, üstüste gömülmüş 6-7 yaşlarında bir çocuk ve 45-55 yaşlarında bir kadının iskeleti bulundu. Cinsiyeti belirlenmeyen çocuk iskeleti yüzüstü yatar şekildeydi. Kadın ve çocuk iskeletlerinin çevresinde ise 17 adet Fırat kaplumbağasına (Rafetus euphraticus) ait kabuk ve diğer iskelet kalıntıları bulundu. Bu kaplumbağaların yenilmek amacıyla kesildiğine dair kesin kanıtlar da elde edildi. Kemiklerdeki kesik izleri, kaplumbağaların sırtlarının üstüne konulup, içindeki et için kesilerek açıldığını gösteriyor. Araştırmacılar kaplumbağaların bacaklarının da kesildiğini belirtiyor. Mezardaki kaplumbağa kabuklarından biri Mahmuzlu Akdeniz kaplumbağasına (Testudo graeca), diğer 17 tanesi yumuşak kabuklu Fırat kaplumbağasına, 3 tanesi ise Çizgili kaplumbağaya (Mauremys caspica) ait çıktı. Orta Doğu’da kaplumbağaların önemli bir sembolik değeri ve öbür dünyayla güçlü bir bağları vardı. Mezardaki kesilip yenmiş Fırat kaplumbağalarının da cenaze töreni sırasında bir ritüelin parçası olarak yenmiş olabileceği düşünülüyor. Profesör Gülriz Kozbe ve Rémi Berthon kaleme alınan araştırma, bu yıl Antiquity dergisinde yayımlandı.
İzmir’in Seferihisar ilçesinde yer alan ve sanatçıların kenti olarak anılan Teos Antik Kenti’nde, kira sözleşmesi niteliği taşıyan 2200 yıllık yazıt bulundu.
MÖ. 1100 yıllarından itibaren yerleşim gören ve antik yazar Heredot’un “Dünyanın en ılımlı yerinde” diye bahsettiği Teos Antik Kenti’nde bulunan yazıtın içeriği oldukça zengin ve daha önce bilinmeyen iki hukuki terim kullanılmış. Bir kefil ve kentin ileri gelenlerinden oluşan altı şahitle yapılan sözleşmede, içerisinde binalar bulunan arazinin uygun kullanılmaması durumunda uygulanacak cezalar da yazıyor. Yaklaşık 1.5 metre yüksekliğindeki bir mermere yazılmış sözleşme 58 satırdan oluşuyor. Yazıtın içeriğine göre, kentin Gymnasium’undaki 20 ile 30 yaş grubundaki Neoslar, Teos’lu bir vatandaştan bir miras edinmiş. Şahıs, içinde yapılar, köleler, kutsal sunak bulunan arazisini Neoslar’a bağışlamış. Neoslar da çeşitli masraflarını karşılamak ve her yıl düzenli olarak o araziden gelir elde etmek için kiraya vermiş. Neoslar sözleşmede ‘kutsal’ olarak nitelendirilen bu araziyi yılda 3 gün kullanmak istediklerini belirtmiş. Kutsal olduğu için vergiden muaf tutulan arazi, açık artırmayla kiralanmış. Yazıt, Gymnasium’un yapısını, Neoslar’ın mal sahibi olabildiklerini ve bunları kiraya çıkararak gelir elde ettiklerini gösteriyor. Bu anlamda antik dünyada başka bir örnek yok. Yazıtın neredeyse yarısı ceza formülleriyle donatılmış. Kiracı zarar verirse, arazinin yıllık bakımını yapmazsa, binaları bakımsız bırakırsa ceza ödeyeceği anlatılmış. Ayrıca kiraya veren Neoslar her yıl araziyi denetleyeceklerini, arazinin verimliliğinin kesinlikle azalmamasını da yazmışlar.
Kırıkkale’de buğday ekili bir tarlada, antik bir villanın salonuna ait olduğu düşünülen 2000 yıllık mozaik çıktı.
Kırıkkale’nin Delice İlçesi’ne bağlı Karalı ve Elmalı köylerini birbirine bağlayan arazi üzerinde yağışlar sonucu oluşan selde tarla yüzeyinin süpürülmesi sonucu, Roma dönemine ait mozaik kalıntıları ortaya çıktı. Mozaikte, Orpheus sol elinde lir çalarken, sol tarafta asasına yaslanarak oturmuş bir erkek, sağ tarafta ise her iki eli yana açılmış bir kadın figürü yer alıyor. 7.90 metre uzunluğunda, 6.10 metre genişliğindeki mozaik, MS. 1. ila 3. yüzyıla tarihleniyor. Yapıldığı dönemde bir villanın ziyafet salonunu süslediği düşünülen mozaikte, dıştan içe doğru beş sıra bordür ve ortada ana sahne yer alıyor. Bordürlerde geometrik motifler ve madalyon bezemeleri işlenmiş. Orpheus ise mozaik tabanın merkezinde yer alıyor. Fosilet kenarında yer alan hayvan figürlerinin ise muhtemelen Persephone ve Hadesle ilgili figürler olabiliceği düşünülüyor.
Yunan mitolojisinde Orpheus, efsanevi bir müzisyen ve şair olarak bilinir. Hakkında bilinen en önemli şeyler, müziğiyle tüm canlıları, hatta taşları bile etkileyebildiği ve çok sevdiği eşi Eurydice’i yeraltından geri alma girişimi. Efsaneye göre Eurydice uzun otlar arasında yürürken bir Satyr tarafından kaçırılır. Satyr’den kaçmaya çalışan Eurydice, yere düştüğünde bir yılan tarafından topuğundan ölümcül bir şekilde ısırılır. Bedenini bulan Orpheus, son derece etkili müzik çalarak tanrıları ve perileri hüzünlendirir. Onların tavsiyesi üzerine ölülerin bulunduğu yeraltı dünyasına gider. Müziği, yeraltı tanrısı Hades’in ve Persephone’nin kalplerini de yumuşatır ve Eurydice’in bir koşulla dünyaya geri dönmesi kabul edilir. Orpheus, onun önünde yürümelidir ve dünyaya ulaşana kadar her ikisi de arkasına bakmamalıdır. Birlikte yola koyulurlar ve Orpheus dünyaya ulaştığı anda Eurydice’e bakar. Fakat bakmadan önce onun da dünyaya ulaşması gerektiğini unutur. Böylece Orpheus ikinci şansını da sonsuza dek kaybeder.
Tüm bu arkeolojik keşiflere ek olarak, Bronz çağdan beri hayatta olan bir doğa harikasını da listeye eklemek gerekir:
Zonguldak’ta yeni tespit edilen bir Porsuk ağacı tam 4112 yaşında çıktı ve dünyanın bilinen en yaşlı Porsuk ağacı oldu.
ilk olarak Bronz Çağı’nda filizlenen Porsuk ağacının (Taxus baccata), Anadolu’nun bilinen en yaşlı ağacı olduğu ortaya çıktı. Ağaç aynı zamanda dünyanın en yaşlı beş ağacı arasına girdi. 4112 yaşındaki Porsuk ağacının tarihlendirilmesi, yıllık halkaların laboratuvarda incelenmesiyle yapıldı. Yapılan incelemelerde ortaya çıkan sevindirici sonuçlardan biri de ağacın hala oldukça sağlıklı olması ve insanlar tarafından zarar görmediği sürece en az 4.000 yıl daha yaşayabileceği.
You must be logged in to post a comment Login