Tarih Öncesinde Hamile Kadın Dört Okla Vurulmuş

Yaklaşık MS 1050 yıllarında Pensilvanya’da yaşamış genç bir kadının göğsünde dört ok ucu ve kalçasında cenin kemikleri bulundu.

Tarih öncesi bir zamanda Pensilvanya’da yaşamış olan hamile bir Yerli Amerikalı kadının mezarında; çanak çömlek parçaları ve leğen kemiği etrafında kabuktan boncuklar gibi mezar eşyaları bulundu. C: Robyn Wakefield-Murphy

Tarih öncesinde Pensilvanya’da yaşamış genç bir Amerika yerlisi kadına ait diğerlerinden ayrılan mezar ve iskelet kalıntıları, müzedeki bir arkeoloğun dikkatini çekti ve kadının göğsünde dört ok ucu ve kalçasında ise cenin kemikleri bulundu.

Bir biyoarkeolog olan Robyn Wakefield-Murphy, Carniage Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenen iskelet koleksiyonunu analiz ederek bu kalıntıların, Pensilvanya’nın güneybatısındaki 1950’lerde kazılan Shippenport yerleşim yerine ait olduğuna ulaştı.

(1600 Yıl Önce Karayipli Çocuklar Toplayıcılıkta Etkindi)

Burası, tarihi yaklaşık olarak MS 1050-1635 yıllarına dayanan ve  Monongahela geleneğine ait bir yerleşimdi. Bu süre zarfında yerlilerin yerleşimleri, yaptıkları yoğun darı tarımı ile ayırt ediliyordu ve yerleşimin etrafı çitlerle ya da savunma amaçlı kullanılan tahta kazıklarla çevriliyordu. Yetişkinler genellikle köyün içine, cenin pozisyonunda veya bükülmüş bir halde birkaç mezar eşyasıyla birlikte gömülüyordu.

Buna karşılık, köyün dışında ağacın altına gömülmüş bir kadına ulaşıldı. Kadının mezarında, boynunda bulunan 44 adet kabuk boncuk ve leğen kemiği bölgesinde de 30 kemik parçası vardı.

Kadının göğüs boşluğundaki üç ok ucunun yanı sıra, sol tarafında 12. kaburgasına gömülü ilave bir ok ucunun bulunması, Robyn Wakefield-Murphy’yi oldukça şaşırttı. En sonunda ise, kadının iskeleti ile birlikte 24 haftalık bir fetüsün de kalıntılarına ulaşıldı.

Batı Virginia ve güneybatı Pennsylvania’dan geçen Monongahela Nehri. C: Getty

Wakefield-Murphy’nin düşüncesine göre kadının mezarındaki sıra dışılık, büyük ihtimalle ölümü sırasında hamile olmasından kaynaklanıyordu.

Wakefield-Murphy, Amerikan Fiziksel Antropologlar Derneği konferansındaki araştırmasının sunumunda Biyoarkeoliji literatürde anne-bebek ölümü vakasına çok az sayıda atıf yapıldığını söylüyor.

“Tarihöncesinde doğumda gerçekleşen ölümler hiç de az rastlanır bir olay değildi.”

Fakat arkeolojideki bu az rastlanırlıklar, kazılar veya korumadaki önyargıların bir sonucu olabilir. Ya da bazı vakalarda anne-bebek ölümlerine tarihsel olarak benzersiz bir uygulama yapılmış olabilir ve bunun sonucunda da geleneksel mezarlıklardan farklı yerlerde bulunuyor olabilir.

(Amerikaların En Eski Ayak İzi Şili’de Bulundu)

Wakefield-Murphy özellikle; kadının ölümünün onun hamileliği ile alakalı olmayan, şiddetli bir yaralanma sonucu olduğu konusuyla ilgileniyor, çünkü yerleşimdeki bu mezar, tüm Monongahela dizilimi açısından keskin bir güç uygulanarak yapılan tek yaralanma olma özelliğini taşıyor.

Wakefield-Murphy, bu hamile kadının gömülmesi olayında kadının mezarının aykırı bir formda olmasını, “Bu doğada zalimce bir ölümün olması beklenmedik bir durum ve bu durumun genç bir hamile kadın için öngörülebilir ölüm nedeni aralığı dışında olması muhtemel”  diyerek açıklıyor:

“Bu nedenle mezarın özel yapısı, toplumun bir değil iki bireyinin beklenmedik kaybına duyulan çok daha büyük bir toplumsal matemin ürünüydü.”

Bu benzersiz vaka diğer biyoarkeologların da dikkatini çekti. Otago Üniversitesi’nden Siân Halcrow, kadının gebeliğinin ikinci üç ayında olduğunu ve bu yüzden de bu aşamada artık fiziksel olarak hamile olduğunun gözlemlenebilir olduğunu belirtiyor. Daha belirgin bir biçimde söylersek Halcrow, Wakefield-Murphy tarafından bildirilen bu anormal mezarın , “toplumun yeni bir anne beklentisinin kayboluşu ve bu mateme karşı tepkisini” anlamak için ışık tuttuğu görüşünü savunuyor.

Gwen Robbins Schug ise “mezardaki yerleştirilme şeklinin,  yaşamla bu özel ölüm arasındaki ilişkinin yeniden müzakere edildiğini gösterdiğini”  söylüyor. Diğer yetişkinlerin gömüldüğü Monongahela Köyü merkezinin, köy ve kozmos arasındaki bağları temsil ettiği teorisine dayanarak, “bu mezarın uzaklığının toplumda bir huzursuzluk hissi doğurduğu” söylenebilir. Bu bakış açısı, Wakefield-Murphy’nin doğurganlık hakkındaki kültürel düşüncelerde hamile bir vücutla ilgili düşüncelerin sınırlı olduğu görüşünü genişletiyor.

Wakefield-Murphy bu kadının mezarının sıradışı olduğunu ancak bundan da öte, geçmişte hamileliğin ve hamile kadınların toplumsal rolünü anlamamızda ek çalışmalar yapabilmemize meydan verdiğini söylüyor. Wakefield-Murphy, “Tıpkı cinsiyetin kendisi gibi hamilelik de, fiziksel ve metafizik dünyaya yeni bir bireyin getirildiği, fiziksel bedenlerin gözle görülür biçimde değiştiği, birçok bireyin de kimliğinin değiştiği, ‘değişme ve artık o kişi olmanın’  yaşandığı uygulamalı bir süreç.” diyor.

Wakefield Murphy, şayet bu antik toplumda, doğum ve menstrüasyon gibi olaylar hakkında özel yapılar ve tabular varsa bu ölüm ve mezarların, doğurganlıkla ilgili kültürel sistemler veya bireysel faaliyetlerin dışa vurulduğu diğer bir içeriğe sahip olabileceğini söylüyor.


Forbes. Kristina Killgrove. 10 Mayıs 2019.

Ankara Üniversitesi SBF Siyaset Bilimi ve Kamu yönetimi ile İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümlerinden mezun. Kültürel miras ve arkeolojiyle yakından ilgili.

You must be logged in to post a comment Login