Çivi Yazısının Geçmişi ve Gelişimi

Son zamanlarda Irak’ta Gılgamış Destanı’nın 22 yeni dizesinin bulunmasıyla çivi yazısı manşetlerde yer aldı. Bu binlerce yıl yaşındaki destanın keşfi kadar dünyanın ilk yazılarından biri olan çivi yazısının tarihi de dikkate değerdir.

Eline eldiven giymiş müze çalışanı çiviyazısı kil tableti tutarken. Fotoğraf: EPA/Jim Hollander

Genellikle akıllı telefon boyundaki kil tabletlere yazılan çivi yazısı yaklaşık 6000 yıl önce şimdi Güney Irak olarak adlandırılan bölgede keşfedildi.  Üzerine yazmak için kil kullanmak gerçekten de çok zekice bir yöntem çünkü geçmişte insanların kullandıkları parşömen, papirüs ve kâğıt gibi materyaller kolayca bozulabiliyor. Fakat kil kolay kolay bozulmadığından, insanların bugüne kadar kullandığı en kalıcı ve belki de en sürdürülebilir yazı yazma yüzeyi olmaya devam ediyor.

Bu yazı sistemine işaretleri çiviye benzediğinden dolayı Türkçede çivi yazısı denmektedir. Nasıl ki günümüzde Latin alfabesinin çoğu dünya üzerinde Türkçe, Almanca, İspanyolca ve İngilizce gibi çeşitli diller tarafından kullanılıyorsa, çivi yazısı da geçmişte pek çok dilin yazılmasında kullanılmıştı. Çivi yazısına baktığınızda bir dizi çizgi ve üçgenlerden meydana geldiğini düşünebilirsiniz. Her işaret üçgen biçimli, dikey, yatay ve çapraz şekilde yapılmış izlerden oluşur. Bu işaretler ıslak kilin üzerine kaleme benzeyen ve ucu üçgenleştirilmiş ince, uzun bir alet olan kamışın bastırılması yoluyla yazılıyordu.  İşaretler bazen büyük tabletlere ya da silindir şeklindeki yüzeylere yazılıyor olsa da genellikle avuç içi büyüklüğünde kil parçaları kullanılıyordu. Genellikle bu yazılar neredeyse çıplak gözle görmekte zorlanacağımız kadar ufaktır. Neden bu kadar küçük yazıldıklarıysa çivi yazısının en büyük sırlarından biridir.

İçinde çeşitli jetonların bulunduğu kil muhafaza, yaklaşık M.Ö. 3700-3200, Ur

Pek çok araştırmacı çivi yazısının ön yazı sistemi olarak ortaya çıktığını ve işaretlerin konuşmaya denk geldiği karmaşık yazı sistemine doğru evrildiği fikrini savunur. Çivi yazısının kökenleri Sümerlerin birbirlerine bilgi aktarımı yapabilmek için kullandıkları sembolik jeton tarzı nesnelere dayanır. Örneğin, belli bir şekle sahip bir taş koyun gibi başka bir şeyi temsil eder. Bu durumda bu taşların 5 tanesi 5 koyunu temsil edebilir. Bu taşlar bazen bir muhafazanın içine konarak başka birine bir tür fatura olarak verilir. Aslında düşündüğümüzde bu yöntemin bugünkü sistemden çok da farklı olmadığını görebiliriz. Bugün de bir kutu süt aldığımızda satıcıya üzerinde sayılar olan para uzatırız ve satıcı da bize satış işleminin tamamlandığını gösteren bir kâğıt parçası (fatura) verir.

M.Ö. 3000’den biraz daha erken bir dönemde Sümerler bu ön yazı sistemini daha soyut ve kullanışlı bir hale getirerek yazıyı geliştirdiler. Kumaştan yapılma muhafazalar yerine kilden yapılmış kaplar kullanmaya başladılar ve bu kapların içlerine jetonlar koymak yerine kabın içindeki jetonların sayısını ve türünü kabın dışını mühürleyerek belirttiler.  Bu sayede hangi bilgilerin aktarıldığını birinin okuması mümkün oluyordu.

Sümerler zamanla kelimeler için de semboller oluşturdular. Önceleri her işaret elle tutulur bir şeyi sembolize ediyordu. Mesela bir koyun resmi gerçekten koyun demekti. Sonra tanrı ya da kadınlar gibi elle tutulamayan fikirler için de semboller oluşturulmaya başlanınca yeni bir soyutlamaya gidildi. Yani çivi yazısı, zamanla bilginin takip edilmesi ve korunması için kullanılan bir yöntemden dünyayı sembolik bir şekilde ifade etme yöntemine doğru evrildi.

Yüzyıllar boyunca işaretler giderek daha da soyut hale geldi. Başlangıçta muhtemelen resimler şeklindeyken (koyun resminin koyunu temsil etmesi gibi) zamanla işaretlerin temsil ettikleri şeylerle hiçbir benzerliği kalmadı. Aynı şekilde Türkçedeki k-o-y-u-n harflerinin de bu dört ayaklı yünlü hayvanla görsel açıdan uzaktan yakından alakası yoktur. Çivi yazısında bu işaretler üçgen çivi şeklini aldı.

Çivi yazısının giderek daha soyut hale gelmesinin sebebi bu şekilde bir kelimede daha az işaret olduğundan daha kolay öğrenilebilmesiydi. Ayrıca toplum giderek daha karmaşık hale geldiğinden çivi yazısının da bu gelişmelere ayak uydurması gerekiyordu.  Çivi yazısının gelişimine baktığımızda yazı, insanların kendilerini ifade edebilme ihtiyaçlarından, sanat eserlerinden ya da ritüellerden değil kayıtların daha iyi tutulması ihtiyacından dolayı ortaya çıkmıştı denebilir. Pek çok araştırmacı çivi yazısının öncelikli olarak muhasebe işleriyle alakalı olarak geliştiğini savunur. Bugüne kadar kazılarda ele geçirilen ve okunan tabletlerin yaklaşık yüzde 75’i de idari işlerle alakalıdır.

Her ne kadar yazının başlangıcı koyun ticareti gibi sıradan bir sebebe dayanıyorsa da çivi yazısının nasıl çözüldüğü oldukça ilginç bir hikâyedir. Bizim bugün bu çiviye benzeyen işaretleri çözümleyebilmemiz neredeyse mucizevi sayılabilir. Yüzlerce yıl boyunca hiç kimse bunu başaramamıştı. Çivi yazısı binlerce yıl boyunca kullanılmış ve İran Behistun’da kayaların üzerine sonraki yüzyıllarda herkesin rahatça görebileceği şekilde kazınmış olmasına rağmen, bu yazıyı 2000 yıl boyunca kimse okuyamıyordu. Henry Rawlinson isimli İngiliz subay Behistun yazıtını kopyaladıktan 2 yıl sonrasına, yani 1837’ye kadar bu işaretlerin ne anlattığını kimse bilmiyordu.

Behistun Yazıtı

Rawlinson’un başarısı takdire şayandır. Gördüğü yazıtı kopyalayabilmek için devasa bir dağın ortasındaki dar bir çıkıntıyı takip ederek uçurumların kenarından tırmanmak zorunda kalmıştı. Bu işaretlerin böyle bir yere nasıl kazındığını açıklamak hala çok zordur. İşaretlerin yüksekliği ve açısı bunların merdivene çıkmış bir yontu ustası tarafından yapılması ihtimalini imkânsız kılmaktadır.  Rawlinson tehlikeli bir şekilde uçurumun kenarında dururken bu işaretlerin kopyasını kâğıda geçirmeyi başarmıştı.

Ardından Rawlinson yazıtın kopyasını yanına alarak yıllarca hangi semboller grubunun ne anlama geldiğini inceledi. En sonunda da bunu başararak çivi yazısının şifresini kırmış oldu. Bu yazıtta M.Ö. 5. yüzyılda Pers İmparatoru olan Büyük Darius’un hayatı ve imparatorluğu sırasında gerçekleşen isyanlar karşısındaki başarıları anlatılıyordu. Rosetta Taşı’nda aynı yazının Mısır hiyeroglifleriyle, Yunanca ve Demotik (Antik Mısır’da kullanılan bir yazı) yazıyla üç kere tekrarlanarak yazılması gibi, Rawlinson Behistun yazıtında da aynı kelimenin üç kere üç farklı dilde (Eski Farsça, Elamca ve Babilce) yazıldığını keşfetti. Bu dönemde diğer diller zaten çözülmüş olduğundan çivi yazısını da çevirebilmesi mümkün oldu.

Aralarında Eski Farsça, Akkadça ve Elamcanın da olduğu on beş farklı dil çivi yazısından evrildi. Bugün Latince ve Antik Yunancanın okullarda öğretilmesi gibi çivi yazısı da kullanımdan kalktıktan sonra nesiller boyunca klasik ya da ölü dil olarak öğretilmeye devam etti. Ana dili Aramice ve Asurca olan insanlar Sümer edebi eserlerini okuyup kopyalarını çıkardılar. M.Ö. 1600’lere gelindiğinde dünya üzerinde Sümerce konuşan kimse kalmamıştı, fakat çivi yazısı binyıl boyunca kullanılmaya devam edecekti.


smithsonianmag.com

Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim mezunu, Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi'nde yüksek lisansını tamamladı. Şu anda yine bir yandan Koç Üniversitesi'nde doktora yaparken, bir yandan da aynı üniversitede asistanlık yapıyor. İletişim: aysel.arslan@yahoo.com

You must be logged in to post a comment Login

Leave a Reply